Aralık 2022’de Bloomberg haber sitesinde yer alan bir haber, Fransız lüks eşya devi LVMH’nin başkanı Bernard Arnault’un en yakın rakibi ElonMusk’ı geride bırakarak dünyanın en zengin insanı konumuna geldiğini duyurmuştu. Arnault’un servetinin 171 milyar dolar olduğu belirtilmişti. Haberde vurgulanan bir ayrıntıya göre, dünyada yükselen enflasyon “daha az varlıklı müşterilerin harcama alışkanlıklarını değiştirmesine yol açsa da lüks piyasası daha istikrarlı kalmıştı.”Arnault’un şirketlerinin üretim ve satışını gerçekleştirdiği ürünler genel olarak “lüks ürün” kapsamında yer aldığı için ABD ve Avrupa’da yapılan satışlar onun servetinin artışına ve piramidin en tepesine tırmanmasına yol açmıştı.
Dünyanın en zengin adamı Fransa’daydı ve enflasyon zenginlerin tüketimlerini kısmasına neden olmamıştı. Yükselen gıda ve enerji fiyatları Fransa’da ve tüm Avrupa’da yoksulları vurmuş, ekmeklerini küçültmüş faturalarını şişirmişti. Onlarca yıldır her yerde olduğu gibi Fransa’da da sürekli olarak kısılan sosyal harcamalar sermayeye akmış, yoksullar daha yoksul hale getirilmişti. Arnault’un büyük servetinin temelinde 1984 yılında devletten çok uygun koşullarla devraldığı Boussac Saint-Freres adlı firma vardı. Devletten aldığı bu armağan onun yükselişinde belirleyici bir dönemeç noktasıydı.
Devlet zenginlere yeni servet kaynakları sunarken, yoksulları daha da yoksullaştırmanın yollarını aramak ve bulmakla meşguldü. Hep olduğu gibi, Arnault hakkında en çok söylenen şeyler, onun vizyonerliği, çalışkanlığı ve hayırseverliği oldu. Onun ne kadar iyi bir insan olduğunun kanıtı diyorlardı, çok sık kullandığı için utanmaya başladığı özel jetini geçen Ekim ayında satmasıdır. İnsan “hakikaten ne duyarlılık” demekten kendini alamıyor. Keşke bütün zenginler böyle duyarlı olsa, dünyanın kiri bir anda arınacak!
Marks ve Engels Tarihsel Mateyalizm’i ilk kez formüle etmeye başladıkları eserleri Alman İdeolojisi’nde:
“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir: Yani, toplumun maddi egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen fikrî güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, bu sayede aynı zamanda zihinsel üretim araçlarının da üzerinde denetim kurar; böylelikle zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşüncelerini de, genel olarak, kendine tabi kılar. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikrî ifadesinden, düşünceler halinde kavranan egemen maddi ilişkilerden, yani bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerden başka bir şey değildir.” şeklinde yazmışlardı.
Marks ve Engels’in kristal netliğindeki bu ifadeleri toplumsal gerçeği tam olarak yansıttığı için, egemen sınıfın basın yayın organları bir haftadır Fransa’yı ve dünyayı sarsmakta olan Banliyö gençliği isyanında sadece şiddet ve yağma gördüler. Nasıl olurdu da bu baldırı çıplaklar büyük Fransız devletinin polisini böylesine çaresiz bir hale düşürebilirdi. Nasıl olur da o saygın mağazalar bu baldırı çıplakların elini kolunu sallayarak girdiği mekanlara dönüşürdü. Düzen Bozulmuştu…
Düzen Bozulmuştu…
Haklıydılar. Düzen gerçekten bozulmuştu. Düzen, egemen sınıfın polisinin yoksul gençleri dilediği gibi katletmesi ve bunun karşısında sessizce boyun eğilmesi demekti. Düzen, lüks ürünlerin satıldığı o pırıl pırıl mağazalara sadece girmeyi hak eden aynı derecede parıltılı zenginlerin girmesi demekti. Banliyö gençliği düzeni gerçekten bozmuştu.
Egemen sınıf Fransa’da karakollarının, mağazalarının basıldığını, düzeninin bozulduğunu gördü ve çok rahatsız oldu, bunda şaşılacak hiçbir şey yok ancak egemen sınıfın organik bir parçası olmayan ve bu manzaralardan rahatsız olan başkalarına ne demeli? Öncelikle onlara Marks ve Engels’in aktardığımız sözlerini anımsatmalı. Sermayenin karakolları, mağazaları ve metaları için neden böylesine karalar bağladıkları sorulmalı. “Zenginin malı züğürdün çenesini yorar” derler. Bu örnekte züğürtler çene yormak yerine zenginin metalarına yani kendi hakları olanlara bilekleri hakkına el koyuyor. Bunu gören bazı züğürtler karalar bağlayıp zenginin malı hakkında çene yormaya devam ediyor.
Bir kez daha altı çizilmelidir, her sınıfsal egemenlik sistemi gibi kapitalist egemenlik sistemi de sömürüyü güvence altına almak amacıyla alt-ezilen sınıfları itaatkar kılmak için çeşitli araçlar geliştirir. Sermayenin devleti ve onun baskı aygıtları; karakolları, hapishaneleri, ordusu alt-ezilen sınıfları itaatkar kılmak için vardır. Banliyö gençliği kendi öz deneyimlerine dayanarak eylemlerinde doğrudan bu hedeflere yönelmiştir. İtaat etmeyi reddetmiştir. Bu noktada devreye sermayenin ideolojik aygıtları girmiştir, ideolojik aygıtlar isyanı şiddet ve yağmayla özdeş kılarak isyanın gerisindeki nesnel gerçekleri gizlemeye, herkesi düzene itaatkar kılmaya çalışıyor.
Sermayenin mağazalarını basarak oradaki metalara el koyan gençler yağmacı ilan edildi. Toplumsal ihtiyaçların giderilmesi amacıyla yürütülen toplumsal bir faaliyet ise üretim –ki öyledir- kapitalist düzende toplumsal olarak üretilen ürünlerin bireysel olarak mülk edinilmesi tarihin gördüğü en büyük yağmadır. Bernard Arnault bu bağlamda dünyanın en büyük yağmacısıdır. Yüzbinlerce emekçinin ortak üretimiyle yaratılan toplumsal zenginliğe bireysel olarak el koymaktadır. Banliyö gençliğinin dedeleri, babaları, anneleri, nineleri kuşaklardır toplumsal zenginliği üretmekte ve kendi emek ürünlerinden mahrum bırakılmakta, yoksulluğa mahkum edilmektedir.
Fransa bağlamında yağmanın bir de tarihsel özgül bir yönü daha bulunmaktadır. Fransız sömürgeci imparatorluğu Cezayir’i güçlü silahlarıyla sömürgeleştirdiğinde, devasa boyutlarda bir şiddet uygulayarak yaklaşık kırk yıl içinde Cezayir nüfusunun üçte birini yok etmiştir. Yok ettiği Cezayir halkının topraklarına el koymuş, bu toprakları Fransa’dan gelen yerleşimcilere mülk olarak vermiştir. Kelimenin gerçek anlamında bir yağma süreci yaşanmıştır. Cezayir’in en verimli toprakları Fransız yerleşimcilerin mülkiyetine geçerken, o toprakların gerçek sahipleri önce kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşmüş, daha sonra Fransa’ya yeni kölelik koşullarına gitmek zorunda kalmıştır. Yağmacılığa bir de bu tarihsel hakikatler ışığında bakmak verimli olacaktır.
Sermayenin Banliyö gençliğinin eylemlerinde kutsal özel mülkiyetinin ayakları altına alınmasını görmesinde şaşırtıcı bir yan yok, bu eşyanın tabiatı gereğidir. Küçük burjuva katmanlardan unsurların bundan duyduğu rahatsızlık da onların sınıf konumlarıyla bağlantılıdır. Salınımlı küçük burjuvazi bir yandan sürekli olarak sahip olduğu küçük mülkü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayken, bir yandan da bu tehlikeyi bertaraf edip mülkünü büyütmenin piramitte tırmanmanın hayalleriyle yaşar. Bu nedenle zaman zaman kraldan daha kralcı kesilir; sermayeye ve onun devlet düzenine yönelmiş hareketlere karşı sermayenin fedaisi konumuna gelir. Bu durumkendini geçmişteki faşist deneyimlerde çeşitli biçimlerde ortaya koymuştur. Şaşırtıcı bir yan yoktur.
Küçük burjuva solda da bu yaklaşım kendini farklı bir biçimde üretir. Küçük burjuva sol kendi hayal aleminde mükemmel, kusursuz işleyen devrim modelleri üretir. Hayatın gerçek çelişkileri ve işleyişinden bağımsız olan bu hayal alemine uymayan her şey reddedilir. Burada esas olarak var olan idealize edilmiş ve gerçekliğinden koparılmış “ideal tiplerdir”. Bu nedenle onlar için Banliyö gençliğinin eyleminin yöneldiği hedefler ve yarattığı sonuçlar değil eylemin aşırılıkları, disiplinsizliği gündeme gelir. Oysa toplumsal mücadeleler tarihinin gösterdiği en belirgin gerçeklerden birisi, kurulu düzene yönelmiş büyük kitle hareketlerinin tümünün benzer manzaralarla dolu olduğudur. Küçük burjuvazi Düzenin Bozulmasından huzursuzluk duyar. Sermayeye düzeni yeniden daha demokratik ve barışçıl bir düzlemde tesis etme çağrıları yapmaya başlar.
“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşünceler” olduğu için, küçük burjuvazi Banliyö gençliğinin hakkı olanları koparıp almasında yağma görür. Aynı nedenle sermayenin yağmasını kanıksar, onu aşırılıklarından arındırmaya çalışır. Onun zihninde ne tarihsel ne de güncel hakikat vardır; aslolan “ideal tiplerdir”. Ona göre, sermaye sömürüyü bu denli derinleştirerek, baskıyı bu denli arttırarak aslında kendini de tehlikeye atmakta, toplumsal ahengi bozmaktadır. Gençlerde karşılarındaki gücü iyi tanımadan şuursuzca hareket etmektedir. O toplumsal ahengin tesis edilmesi, ideal toplumun yaratılması için harekete geçer. Her büyük kriz anında küçük burjuvazi rolünü oynamak için sahneye böyle çıkar.
Banliyö gençliği örgütsüzdür, toplumsal düzenin temellerine dair açık bir bilince sahip değildir ancak maruz kaldığı sömürüyü ve bunun sonuçlarını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de doğru hedeflere yönelmiş ve sağlam vuruşlar yapmıştır. Bu eylemlerle büyük bir düzen karşıtı enerji açığa çıkarken, Fransız devletinin baskı aygıtlarının bir araya gelmiş halk güçleri karşısında çaresizliği gözler önüne serilmiştir. Devrimcilerin bakması ve görmesi gereken asıl ögeler bunlardır. Fransa’da devrimci halk hareketinin gelişimi daha önce ortaya çıkan Sarı Yeleklilerin, Emeklilik Reformu Yasasına karşı alanları dolduran emekçilerin ve Banliyö gençliğinin iradelerini ortaklaştırmalarından, ortak örgütsel ve siyasal temeller inşa etmelerinden geçmektedir. Sermayenin ideolojik aygıtlarının kesintisiz olarak vurguladıkları şiddet ve yağma esas olarak bu birliğin sağlanmasını engellemeye yöneliktir. Bu birliğin sağlanmasında kendi ölümlerini görmektedirler.
Türkiye’nin örgütlü devrimci güçleri 1970’lerde Migros kamyonlarına el koyup, kamyonların içindeki ürünleri yoksul mahallerine götürüyorlardı. Bu ürünleri yoksul halka bedelsiz dağıtıyorlardı. Onların bu eylemleri hem halkın acil ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlıyor hem de o kamyonlardakilerin sermayeye değil gerçek sahiplerine emekçi halka ait olduğu mesajını veriyor, sermayenin ideolojik mistifikasyonunu yıkıyordu. Doğal olarak sermayeye göre onlar yağmacılardı. Kendilerine ait olmayan şeylere el koyuyordu. Ne o devrimciler ne de emekçi halk bu eyleme yağmacılık dedi. Bu eylem kamulaştırmaydı. Emekçi halka ait olanların onlara iadesiydi. Örgütlü devrimci güçlerin eksikliğinde Banliyö gençliği kendi yordamıyla kamulaştırma eylemleri yapıyor. Umulur ki devrimci güçler gelişir bu süreçlere önderlik etme kapasitesini kazanır ve bu eylemlerin daha örgütlü ve disiplinli gerçekleşmesini sağlar. Banliyö gençliğinin kamulaştırma eylemlerini yağmacılıkla yaftalamak her durumda sermayeyi ve onun toplumsal düzenini aklamak, sınıfsal sömürüyü ve gerçek yağmayı gözlerden gizlemektir.