Cenk Ağcabay

100 yıl Sonra Rosa , Liebnecht ve Lenin – Cenk Ağcabay

1913 yılının Eylül ayında düzenlenen Alman Sosyal Demokrat Partisi Jena Kongresi’nde bir konuşma yapan Rosa Luxemburg, partinin 1912’de ülkenin birinci partisi olarak elde ettiği büyük seçim zaferine rağmen aslında önlenemez bir şekilde yokuş aşağı yuvarlandığını öne sürmüştü.

Rosa’nın bu sözleri parti yöneticilerinin alaycı gülümsemeleriyle karşılanmıştı çünkü onlara göre Rosa zaten iflah olmaz bir “devrimci romantik”ti. Parti yönetimi sosyalizme giden yolda burjuvaziyi “devirme” taktiğinin değil “yıpratma” taktiğinin geçerli olduğunu epeydir resmi görüş olarak savunuyordu. 1912 seçim zaferi de onlar açısından bu taktiğin parlak bir doğrulanması olarak kabul edilmişti. Roza ise onların aksine inatçı bir “devirme” taktiği yanlısıydı.

Rosa konuşmasının en kritik yerinde partinin reformist parlamento grubuna işaret ederek, “eğer savaş çıkarsa ve biz bunu engelleyemezsek, savaş harcamalarının dolaylı veya doğrudan vergilerle karşılanması konusu önümüze gelecek. Siz de, elbette tavrınızla tutarlı olarak, savaş harcamalarından dem vuracak, onaylayacaksınız.” demişti.

Rosa, kongrede emperyalizmi ve militarizmi sert bir şekilde yargılayan konuşmasında, işçilerin genel birliğini tehlikeye atmamak için, işçilerin “savaş durumunda kararlı bir şekilde Hayır, kardeşlerimizin üstüne ateş etmeyeceğiz!” demelerinin zorunluluğunu gündeme getirmişti.

Rosa’nın kongrede yaptığı konuşmadan kısa bir süre sonra, onun konuşmasından parçaları manşetlerine taşıyan dönemin sermaye sözcüsü şovenizm ve militarizm yanlısı yayın organları tek bir ağız olmuş, savcılığı, Rosa Luxemburg’a karşı vatana ihanet gerekçesiyle dava açmaya çağırıyorlardı. 

Jena Kongresi’nde yaşanan bu tartışmaların üzerinden bir yıl geçmeden 4 Ağustos 1914’te Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı patlak verdi. Almanya savaşan emperyalist tarafların birinin lider ülkesiydi. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yöneticilerinin ve parlamento grubunun tutumu tam olarak Roza’nın Jena Kongresinde öngördüğü gibiydi. Parti, emperyalist savaşta kendi emperyalist egemen sınıfının devletine destek verme kararı almış ve sınıf işbirlikçiliğini, büyük katliamlara ortak olma noktasına taşımıştı.

Alman Sosyal Demokrat Partisi bu tutumunda yalnız değildi. Avrupa Sosyal Demokrat Partileri’nden Rusya ve Sırbistan dışındakilerin tümü aynı sosyal-şoven gerici tutumu alarak bu haksız savaşta kendi emperyalist egemen sınıflarının devletine destek vermişti. Bazı örneklerde desteğin ötesine geçmiş, savaş hükümetlerinde “vatan savunması” bahanesini kullanarak görev almışlardı.

Lenin Avrupa Sosyal Demokrat Partileri’nin savaş karşısındaki gerici tutumlarını öğrendikten sonra Ağustos 1914’te yazdığı bir yazıda durumu şu şekilde ortaya koydu:

“II. Enternasyonal’in (1889-1914) liderlerinin sosyalizme ihanetleri Enternasyonal’in ideolojik ve politik iflasını kanıtlar. Bu çöküşün ana sebepleri küçük burjuva oportünizminin hakimiyeti ve burjuva karakterinin hakimiyeti tüm ülkelerin devrimci proletaryasının en iyi temsilcileri tarafından uzun süreden beri bilinmekte idi. Oportünistler uzun süreden beri sosyalist devrimi inkar edip yerine, burjuva reformculuğunu getirerek II. Enternasyonal’i yıkmaya hazırlanıyorlardı. Gelecekteki Enternasyonal’deki görev sosyalizmdeki bu burjuvaca akımlardan azimle ve kesin olarak arınmaktır…”

Savaşın niteliği ve solun büyük bozgunu üzerine politik analizlerini olgunlaştıran Lenin’in sonraki birkaç yılda yoğunlaştığı temel politik gündem, emperyalist savaşa karşı açık ve net bir proleter sınıf çizgisine sahip Enternasyonalist politik mücadele aygıtının yaratılması ve bunun uluslararası bir kapsama genişletilmesi oldu. Emperyalist savaşı işçi sınıfının kapitalizme karşı başkaldırısına dönüştürme, halklar arası savaşı değil devrimci sınıf savaşını ve iç savaşı geliştirme ve bunu proleter bir ayaklanmaya yükseltme hedefleri Lenin’in yaratmak istediği aygıtın politik tutumunun çerçevesini çiziyordu.

Lenin, savaşın başlangıç döneminde savaşan tüm ülkelerde çok güçlü olan şoven ve savaş yanlısı sosyal-psikolojinin kitleler savaşın korkunç sonuçlarıyla yüz yüze gelmeye başlandığında hızla değişeceğini, günün temel görevinin emperyalist savaşa karşı devrimci iç savaş sloganını yükseltmek ve devrimci aygıtı sağlamlaştırmak olduğunu savunuyordu.

Dönemin genel koşullarına bakıldığında, Lenin ve Bolşevikler adeta engin bir gericilik okyanusunun üzerinde duran küçücük bir ada gibi görünmekteydi. Öyle ya, 1912 seçiminde 4 milyon 250 bin oy almış, binlerce bürosu, gazetesi, kulübü bulunan Alman Sosyal Demokratları, liderleri ülkenin hükümetine bakan olarak girecek kadar güçlü bir politik etkiye sahip Fransız Sosyal Demokratları dururken, Avrupa uygarlığının demokratik kültüründen nasibini almamış birkaç yüz “Asyalı” Bolşevik ve onların “ukala” önderlerini kim neden ciddiye alsındı ki?

Rosa Luxemburg, Karl Liebnecht ve Clara Zetkin, partilerinin bu gerici politikasına karşı çıkmalarına ve içeriden bir muhalefet örgütleme çabalarına rağmen parti birliğini bozmama adına partideki mevcudiyetlerini bir süre daha sürdürdüler. Lenin ve Bolşevikler, belirledikleri devrimci proleter tutum doğrultusunda akıntıya karşı küreğe azim ve kararlılıkla asılmıştı.

Roza Luxemburg 30 Eylül 1914’te henüz savaşın başlangıç döneminde ortaya çıkan manzarayı “Enkaz” başlıklı yazısında son derece etkileyici bir tarzda şu şekilde betimlemişti:


Şu anki dünya savaşının ezici etkisi, geniş topraklarda ve denizlerde enkazdan başka hiçbir şey bırakmıyor. Şehir ve köy enkazları, yerle bir edilmiş istihkâmların enkazları, dev savaş gemisi ve torpido botlarının enkazları… Bunların arasında ise, paramparça edilmiş insan mutluluklarının enkazları… Parçalara ayrılmış insan bedenleri, korkunç bir şekilde ölmüş at ve köpek leşleri ve açlıktan veya yanarak can veren hayvanlar […] Dünya savaşının yaydığı şiddet ve derin etki şimdiye değin yaşanan her şeyin ötesine geçiyor. Hiçbir zaman bu kadar çok halk, ülke ve bölge savaş alevleriyle sarılmamış, hiçbir zaman bu kadar dev boyutlarda teknik araçlar imhanın hizmetine sunulmamış, hiçbir zaman maddi kültürün böylesine zengin defineleri cehennem fırtınalarına maruz kalmamıştı. Modern kapitalizm, bu dünya kasırgasında şeytani zafer şarkısını çığırıyor: Yalnızca kapitalizm, birkaç on yılda muazzam zenginlikleri ve kültür eserlerini meydana getirip, bunları birkaç ay içerisinde alçakça araçlarla bir enkaza dönüştürme becerisine sahip. Yalnızca kapitalizm, insanı ülke, deniz ve havaların krallığına, gülümseyen yarı-tanrılığına, tüm doğa güçlerinin hükümdarlığına yükseltip, sonra ona kendi ihtişamının enkazı altında, kendisinin neden olduğu azaplar içerisinde bir dilenci gibi sefilce can çekiştirebilir […] Fakat savaşlar yalnızca maddi metaları ve kültür değerlerini yok etmekle kalmaz, aynı zamanda alışılagelmiş tanımlara da saygısızca saldırır. Tüm kutsallıklar, saygı duyulan kurumlar ve inançla tekrarlanan formüller de çelik süpürge tarafından, tahrip edilen toplar, tü­fekler, askeri sırt çantaları ve diğer savaş artıklarıyla birlikte aynı çöp yığı­nına süpürülür. Bu açıdan bakıldığında şu andaki savaşın etkisi, tüm seleflerinin insafsızlık ve şiddetini geride bırakmaktadır.

Rosa yazısında ortaya çıkan “enkaz”ı son derece etkileyici bir tarzda betimlemişti, bu büyük “enkaz” aynı zamanda çok uzun zaman geçmeden yankılanacak bir yeniden diriliş çağrısına da yataklık etmekteydi. 

Savaş yıllarında Alman devletinin ciddi bir muhalefete tahammülü yoktu. Alman devleti, İşçi sınıfını Sosyal Demokrat liderler aracılığıyla kontrol altında tutmanın ne derece önemli olduğunu çok iyi biliyordu. Rosa ve Karl Liebnecht’in önderlik ettiği muhalefet hareketi Temmuz 1915’te parti içinde muhalefet platformunu ortaya koydu. Rosa ve Karl Liebnecht’in yaratmak istediği muhalefet hareketinin yarattığı tehlikeleri gören Alman devleti harekete geçti ve Rosa 18 Şubat 1915’te tutukladı. 1916 yılında Rosa’nın taslağını hazırladığı broşür Spartakus adıyla bir araya gelen bir grup devrimci tarafından yayınlandığı için grup bu isimle anılmaya başladı.

Rosa politik olarak etkisizleştirilmek için tutuklanmıştı ama o, hapishanede savaşın kapsamlı bir politik analizini sunan ve Sosyal Demokrasinin girmesi gereken devrimci politik yörüngeye işaret eden kitapçığını yazdı. Junius Broşürü olarak bilinen bu çalışması 1916 başında Zürih’te yayımlandı.

Roza Junius Broşüründe politik tutumunu “ya emperyalizmin zaferi ve eski Roma’da olduğu gibi her türlü kültürün çöküşü, nüfusun imhası, harabeler, yozlaşma ve devasa bir mezarlık, ya da sosyalizmin utkusu, yani uluslararası proletaryanın emperyalizme ve onun yöntemi olan savaşa karşı bilinç­li mücadelesi.” şeklinde formüle etmişti.

Savaşın uzaması ve yarattığı korkunç sonuçlar her yerde emekçi kitleleri harekete geçirmeye, aşağıdan gelen dev boyutlardaki devrimci bir dalga yüzeye yükselmeye başlamıştı. Enkazın altından uç vermeye başlayan yeni bir hayatın sesi her yerde yankılanıyordu…   

23 Şubat 1917’de, Uluslararası Kadınlar Günü’nde ağır kış koşullarında fırınların önünde ekmek almak için kuyrukta bekleyen kadınların başlattığı gösteriler, Çarlık rejimine karşı birikmiş öfkeyi harekete geçirdi ve savaşa son verilmesini isteyen büyük kitle gösterilerine dönüştü. Rusya’da Şubat Devrimi başlamıştı. Çar 1. Nikola bir hafta sonra iktidardan çekilmek zorunda kaldı.

Uzun yıllardır ülke dışında bulunan Lenin bir grup yoldaşıyla birlikte 3 Nisan’da Petrograd’a döndü. Hazırlamış olduğu politik tezlerini açıkladı. Onun Nisan Tezleri olarak tanınacak bu stratejik-politik açılımı, Bolşevik Parti’yi 25 Ekim’de geçici hükümeti düşürerek emekçileri o güne değin yaşanmış en uzun süreli iktidar deneyimini yaratacak günlere taşıyacak bir içerik ve kapsama sahipti.

Ekim devrimi yükselen devrimci dalgaya ivme kazandırmış, Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya ve Balkanlar işçi sınıfı eylemleriyle sarsılmaya başlamıştı. Britanya ve Fransa’yı saran yaygın grev dalgası Viyana ve Budapeşte’ye ulaşmıştı. Sosyal demokrat bir tarihçi olan Braunthal’e göre Avrupa’da “muhteşem bir devrim kokusu” yayılmaktaydı, grev dalgası Berlin’e sıçradığında, Borkenau’ya göre: “Batı proletaryasının yakaladığı en büyük politik fırsat” doğmuştu.

“Batı proletaryası yakaladığı en büyük politik fırsatı” değerlendiremedi çünkü kitle hareketliliğinin yarattığı fırsatı devrimci bir iktidara dönüştürecek olan örgütlü politik savaş aygıtıydı. Örgütlü politik savaş ancak öncülük yapacak devrimci bir aygıtın varlığıyla mümkün olabilirdi. Avrupa’nın Sosyal Demokrat partileri uzun zamandır işçi sınıfı içindeki “ayrıcalıklı azınlığın” politik denetimindeydi. Onlar bırakalım devrimci bir savaşa önderlik etmeyi, en yumuşak “barış” talebine dahi uzak duruyor, burjuva kuyrukçuluğundan kaynaklanan sosyal-şovenizmde ısrar ediyorlardı.

Ekim 1918’de Almanya kıyılarına ulaşan devrimci dalga, 7 Kasım’da asker ve işçilerin pek çok şehirde harekete geçmesiyle devrimci bir ayaklanmaya dönüştü. Bağımsız Sosyal Demokratlar ve Spartakistlerin yönlendirmeye çalıştığı harekete geçen kitleler pek çok yerde işçi ve asker konseylerini seçmeye başladı. 9 Kasım’da büyük grevler başladı. Kayzer 2. Wilhelm gelişeler üzerine tahttan çekilip Hollanda’ya kaçtı.

Kayzer’in sarayının penceresinden coşkulu bir kitleye hitap eden Karl Liebnecht, “Almanya’nın özgür sosyalist cumhuriyetini ilan ediyorum. Onlara elimizi uzatıyor ve dünya devrimini tamamlamalarını istiyoruz. Dünya devrimini tamamlamak isteyenler ellerini kaldırsın” dediğinde, binlerce kişi coşkuyla ellerini havaya kaldırdı.

Kayzer’in sarayının 200 metre ötesindeki parlamento binasına ilerleyen öfkeli işçi ve askerler ise burada Sosyal Demokrat liderler tarafından karşılandı ve onlardan biri olan Scheidemann’ın konuşmasını dinlediler. Scheidemann’ın öfkeli kalabalığı sakinleştirmeye yönelik konuşması istenen etkiyi yaratmadığında, o Sosyal Demokrat lider Ebert’in başbakanlığa getirildiğini söyledi ve sözlerini “Yaşasın Alman Cumhuriyeti” diyerek tamamladı ve yeni Alman Cumhuriyetini fiilen ilan etmiş oldu.  

Kayzer ve iktidarı çökmüştü. Gerçek politik iktidar işçi ve asker konseylerinde cisimleşiyordu ama aynı zamanda bir de Sosyal Demokrat hükümet ortaya çıkmıştı. Sosyal Demokrat hükümet bir taraftan ayağa kalkmış asker ve işçileri “sosyalist” söylemlerle idare ediyor, diğer taraftan da burjuvazinin önemli güç merkezleriyle düzenin yeniden sağlanması yolunda gizli anlaşmalar yapıyordu. Kendisini bir “sosyalist” hükümet olarak sunuyordu ama asıl amacı kitlelerin devrimci enerjisini boşaltıp, krizdeki Alman kapitalizmini yeniden inşa etmekti. Bunun için dağılmakta olan Alman devletinin polis, ordu ve bürokratik aygıtının sapasağlam kalması yolunda hamleler gerçekleştiriyordu.

1500 delege Sosyal Demokrasinin “birliğinin” sağlanması için düzenlenen bir toplantıda buluştuğunda söz alan Karl Liebnecht, “Bugün devrimin yanında görünen Sosyal Demokratlar, daha düne kadar devrimin karşısındaydılar. Karşı-devrim şimdiden harekete geçti. İlk adımlarını atmaya başladı. Ve şimdiden aramızda kol gezmeye başladı.” diyerek delegelere uyarılar yapmaya çalıştığında artık geç kalınmıştı. Sosyal Demokratlar “birlik” ve “sosyalist hükümet” sahte söylemlerini kullanarak Spartakistleri kitlelerden tecrit etmiş, hareketin politik kontrolünü ele geçirmişti.

Alman Devrimi esas olarak Sosyal Demokratların kitleler üzerinde kurduğu politik denetimin kırılamaması nedeniyle yenildi. Kasım Devrimiyle serbest kalan Roza devrimci hareketin önderleri arasındaki yerini hemen aldı. Devrimin yenilgisi hemen gerçekleşmedi, zamana yayıldı. Ama geçen zaman içinde burjuvazi Sosyal Demokratlar sayesinde güçlerini derleme toplama ve yeni taktiklerle emekçi kitleleri oyalama olanağı kazandı. Spartakistler 1919 Ocak’ında kaybedilmekte olduğu görülen devrimi kurtarmak amacıyla Berlin’de yeni bir ayaklanma girişiminde bulundu. Güçler son derece eşitsizdi ve karşı-devrim geçen zaman içinde kendini tahkim etmişti.

Sosyal Demokratlar, Kayzer iktidarının eski polis gücünü ve Monarşist Freikorps çetelerini devrimcileri ezmek için yardıma çağırdı. Ayaklanmanın ezilmesinden sonra bir sürek avı başlatarak, devrimcileri, işçileri bu çetelere avlattılar. Rosa ve Karl Liebnecht 15 Ocak günü Freikorps çeteleri tarafından yakalandı ve vahşice infaz edildi. Sosyal Demokratların gazetesi Worwarts bir gün sonra tüm alçaklığıyla, Liebnecht’in kaçmaya çalışırken vurulduğu ve Rosa’nın halk tarafından linç edildiği haberini yapmıştı.

Alman proletaryasının önderleri Roza ve Liebnecht’in katledilmesinde birinci dereceden sorumlu olan eski yoldaşları, kapitalist düzenin yeni bekçileri olarak Freikorps’un “düzenin sağlanmasında” gösterdiği yararlılıkları övüyordu. Rosa Junius’da, Sosyal Demokrasi’nin gerçek politik kimliğini ve Enternasyonal’in savaş karşısındaki sefaletini son derece net ortaya koymuştu. Alman devrimi patladığındaysa, devrimci eylem için harekete geçen kitlelere politik doğrultu sunacak, önderlik edecek yeni bir savaş aygıtı yaratmak için artık çok geç kalınmıştı. Alman proletaryasının önderleri bu büyük eksikliğin farkındaydı ama harekete geçen kitleleri yalnız bırakmadılar, kaderlerini kitlelerle birleştirdiler. Kitlelerle beraber devrimin yenilgisini engellemeye çalıştılar ama bunu başaramadılar. Alman proletaryasının devrimci önderlerinin isimleri devrimci tarihe cesaret ve kararlılık sembolleri olarak silinmez bir biçimde kazındı.

Lenin’in Nisan Tezlerinin onuncu maddesi, “Enternasyonal’in yenilenmesi. Devrimci bir Enternasyonal, sosyal-şovenistlere ve ‘Merkez’e karşı bir Enternasyonal kurma inisiyatifini” içeriyordu. Rosa’da ihanet eden Enternasyonal’le hesaplaşarak kurulacak yeni bir Enternasyonal’i politik bir hedef olarak koymuştu. Roza katledildi, yeni devrimci enternasyonalin kuruluşunu göremedi.

Bolşevikler yeni devrimci enternasyonali kurmak için harekete geçtiklerinde, devrimci dalga Batı’dan Doğu’ya doğru ilerlemekteydi. Devrimci dalganın yön değişimi yeni coğrafya ve halklara işaret ediyordu. Bu yeni dinamiklerle buluşmayı önlerine koyan Bolşevikler, çok zaman geçmeden buluştukları yeni dinamikler sayesinde bu kez Avrupa merkezli olmayan çok daha geniş halkları kapsayan kelimenin gerçek anlamında enternasyonal bir bileşime sahip yeni devrimci enternasyonali bütün ülkelerden işçiler ve ezilen halkların savaşım örgütü olarak faaliyete geçirdiler.

Rosa ve Liebnecht’in katledilmesinden kısa bir süre sonra 2-6 Mart 1919’da Moskova’da kuruluş kongresi yapılan Üçüncü Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal) açılış konuşmasını yapan Lenin:

Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin isteği üzerine, Birinci Uluslararası Komünist Kongresi’ni açıyorum. Öncelikle, hepinizi Üçüncü Enternasyonal’in en iyi temsilcileri, Karl Liebnecht ve Rosa Luxemburg’un anısına saygı duruşuna davet ediyorum.

Yoldaşlar! Toplantımız dünyada büyük bir tarihsel öneme sahiptir. Bu toplantı, burjuva demokrasisinin bütün sanrılarının çöktüğünü göstermektedir. Sadece Rusya’da değil, Avrupa’nın daha gelişmiş kapitalist ülkelerinde de, örneğin Almanya’da, iç savaş bir gerçek haline gelmiştir.

Burjuvazi, proletaryanın büyüyen devrimci hareketi karşısında çılgınca bir korkuya kapılmıştır. Emperyalist savaşla birlikte olayların gelişim seyrinin kaçınılmaz şekilde proletaryanın devrimci hareketini kolaylaştırdığı göz önüne alındığında, uluslararası dünya devriminin bütün ülkelerde başlamakta ve ilerlemekte olduğu tartışmasızdır.” demişti.

Alman Devrimi’nin yenilgisi 20. yüzyılın devrimci tarihinde kendi hacmini aşan bir etki yarattı. Burjuvazinin Almanya’da alacağı ciddi bir darbe dünya devrimine büyük bir itici güç kazandıracaktı. Ama bu gerçekleşmedi. Özel olarak Alman Devriminin genel olarak Avrupa Devrimlerinin yenilgileri, 20. yüzyılda devrimci ayağa kalkış süreçlerinde öne çıkan tüm politik öznelerin bayraklarının üzerine Bolşevizmi nakşetmesinin en önemli nedenlerindendi çünkü o büyük devrimci dalgadan tek işçi sınıfı iktidarını Lenin önderliğindeki Bolşevikler çıkarmayı başarmıştı. Onların bu başarılarının asli nedeni, devrimci mücadele süreçlerinin içinde teori ve pratik bütünlüğüyle şekillenen Bolşevizm’in sağlam perspektiflerine dayanmalarıydı.

Paylaşın