“Devlet aklı” son yıllarda dillerden düşmüyor. Önceleri faşist iktidarın yardakçısı medya eliyle popülarize edildi. Hemen her önemli gündemde, olan bitenin gerisinde bir takım dış güçlerin ellerinin olduğu ve buna karşılık olarak “devlet aklı”nın da gece gündüz demeden iş başında olduğu söylendi. Bu söylem öylesine yaygınlık kazandı ki, toplumsal muhalefet cephesinden sözcüler dahi “devlet aklı”ndan, “devlet aklı”nın harekete geçirilmesi gerekliliğinden bahsetmeye başladı. Faşist iktidar bu söylemi tabanını pekiştirme, tepesinde faşist şefin bulunduğu bir kadroyu mitleştirme hedefiyle yaygınlaştırdı. Artık toplumsal muhalefetten sözcülerin bile bu söylemi kullanıyor oluşu, faşist iktidarın ideolojik mitleştirme kampanyalarının belli ölçülerde hedefe ulaştığına işaret ediyor.
Komünist hareketin ülkemizdeki kurucu önderlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı 11 Ekim 1971’de Belgrad’da hayatını yitirdi. 12 Mart faşist darbesinin ele geçirmeye çalıştığı devrimciler arasındaydı ve ağırlaşan kanser hastalığı nedeniyle tedavi olması gerekiyordu. Belgrad’a tedavi için gitmişti. Muhalefet sözcülerinin bile kullanmaya başladığı “devlet aklı” 12 Mart’ta da işbaşındaydı. Gelişen devrimci-demokratik hareketi boğmak için harekete geçmişti. Kıvılcımlı “devlet aklı”nı kendi deneyimlerinden çok iyi biliyordu. Genç bir Tıbbiye öğrencisi olarak katıldığı komünist harekette yürüttüğü devrimci faaliyetler nedeniyle defalarca işkenceden geçirilmiş, 22 yıldan fazla duvarlar arasına kapatılmıştı. Erken bir yaşta sınıfsal ve siyasal tarafını netleştirmiş, tüm hayatını proletaryanın toplumsal kurtuluş mücadelesine vakfetmişti. Ekim Devriminin tüm dünyada estirdiği devrimci rüzgardan beslenen bir kuşağın temsilcisiydi. Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” saptamasını kılavuz kabul etmişti. Böyle olduğu için, uzun yıllar kapatıldığı hücreleri devrimci teorinin üretim merkezlerine dönüştürdü. Marksimin kurucularından Friedrich Engels 1890 yılında yazdığı bir mektupta şunları ifade etmişti:
“Genellikle ‘materyalist’ sözcüğü, Almanya’daki genç yazarların birçoğuna, ayrıca inceleme yapmadan, herhangi bir şeyin ve herkesin etiketlenmesine yarayan önemsiz bir deyim gibi hizmet ediyor; yani, bu etiketi yapıştırıp sorunu kapanmış sayıyorlar. Oysa bizim tarih anlayışımız, herşeyden önce bir inceleme kılavuzudur, hegelci biçimde bir kolay yorumlama aracı değildir. Bütün tarih yeniden incelenmeli, farklı toplum biçimlerinin varoluş koşulları –onlara uygun düşen politik, medeni-hukuksal, estetik, felsefi, dinsel vb. görüşleri ortaya çıkarmaya çalışmadan önce- ayrıntılı olarak gözden geçirilmelidir. Şimdiye değin bu bakımdan çok az şey yapıldı; çünkü bu işe pek az kişi ciddi olarak girişti. Bu alanda pek çok yardıma gereksinmemiz var; çünkü konu çok engin; ciddi çalışmak isteyen herhangi bir kimse bu alanda çok şey başarıp kendini gösterebilir. Ama genç Almanların pek çoğu, bunun yerine, tarihsel materyalizm deyimini (her şey bir deyime dönüştürülebilir) yalnızca kendi epey kıt tarih bilgileriyle –çünkü ekonomi tarihi hala bebeklik çağındadır- olabildiğince çabuk, katışıksız bir sistem kurmak için kullanıp, böylece pek büyük bir iş başardıklarını sanıyorlar.”
Kıvılcımlı Engels’in bu saptamaları doğrultusunda harekete geçmiş, Tarihsel Materyalizmin geliştirilmesi için yoğun bir çalışma içine girmişti. Engels bir başka mektubunda yine aynı konuyu ele almış ve şunları söylemişti:
“Günümüzde materyalist tarih anlayışının, bunu tarihi incelememenin özrü olarak kullanan bir sürü tehlikeli dostu var. Tam da Marx’ın 70’lerin sonlarındaki Fransız ‘marksistler’ hakkında konuşurken dediği gibi: “Tek bildiğim marksist olmadığımdır.”
Engels Marksist hareket içinde gelişen dogmatik ve şabloncu yaklaşımları eleştiriyor, bunları “tehlikeli dostlar” olarak sınıflandırıyordu. Kıvılcımlı Marks ve Engels’in zamanlarındaki bilimsel malzeme eksikliği nedeniyle yeterince kapsamlı incelemeler yapamadıkları alanlara odaklanmış, öğretinin geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi yolunda önemli adımlar atmıştı. Marks Kapital’de benzer yaklaşımlara “dogmalar koleksiyonu” demişti. Kıvılcımlı’da öğretinin yerine “dogmalar koleksiyonu”nun geçirilmesini aşmak için çalışmıştı. Kıvılcımlı bu önemli çalışmaları devrimci pratikten bir an olsun kopmadan gerçekleştirmişti. Derinleştiği konuları hapishane koğuşlarında yoldaşlarıyla paylaşmış, hapishane koğuşlarından Kızıl Üniversiteler yaratmaya çalışmıştı çünkü Kıvılcımlı’ya göre; “Bütün teorik inceleme ve açıklamalarda gerçek sosyalistin sürekli gözönünde tutacağı pusula, içinde bulunduğu toplumun sınıf ilişkileridir. Bilimsel politikanın karakteri, bilimsel sosyalizmin tutamağı, özgün sınıflar savaşıdır.”
Kıvılcımlı Tarihsel Materyalizmi geliştirme yolunda yaptığı tüm çalışmalarda, “özgün sınıflar savaşı”nı temel aldı. Kıvılcımlı’nın çeşitli kitaplarında ortaya koyduğu Tarih Tezi Marx ve Engels tarafından oluşturulan teorik çerçeveye dayanılarak Tarihsel Materyalizm’in derinleştirilmesi, tarihsel olgu ve süreçlerin daha esaslı bir kavranılışının gerçekleştirilmesi amacını taşıyordu. Marx ve Engels’in kurucusu olduğu Tarihsel Materyalizm kapalı bir bütün, tamamlanmış bir sistem değil, açık uçlu, gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı, bilimlerdeki gelişmelerle her evrede yeniden dönüşen, zenginleşen bir içeriğe sahip olan genel bir çerçeve idi.
Kıvılcımlı “dogmalar koleksiyonu”nu mutlaklaştıran Marksistlerin egemen olduğu bir ortamda kendi yaratıcı çalışmalarını sürdürüyordu. Bu nedenle, sadece düşmanda değil dostlarda da rahatsızlık yaratıyordu. Dostların taktığı çelmelere ve düşmanın azgın saldırılarına rağmen yüksek devrimci motivasyonu ve çelik iradesiyle savaştı. Marks, Engels ve Lenin’in temel Marksist-Leninist klasiklerini 1930’larda çevirdi ve yayınladı. Dünya proletaryasının temel kılavuzu Kapital’i çevirdi, bölüm bölüm yayınlamaya başladı ama bir kez daha bu kez 12 yıllığına hapishane duvarları arasına kapatıldı. Tüm bunları, bir taraftan da Türkiye Komünist Partisi’nin illegal faaliyetlerini yürütürken gerçekleştirdi. İşkenceci polislerin zulmü altında işkence tezgahlarında devrimci onurunu dik tutmak, düşmana hiçbir bilgi vermemek en iyi bilinen özelliğiydi. Komünist şair Nazım Hikmet beraber tutuklandığı, aynı koğuşlarda kaldığı yoldaşı Kıvılcımlı’nın bu yönünü bir şiirinde şöyle estetize eder:
Evinin her basılışında
aynı rahatlıkla açtı kapıyı.
Ve müdüriyette her kalkışında sopanın altından
(yanaklarında parçalanmış gözlüğü
ve tabanlarında ayıpladığı bir sızı.)
yüreğinde fakat
hiçbir şey söylememiş
hiçkimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığı,
aynı rahatlık.
Kıvılcımlı mücadeleye Türkiye’de ilk kanal devrimciliği oluşturan TKP ile başlamıştı. TKP 1950’lerde tasfiye oldu. İkinci kanal devrimcilik 1960’larda Latin Amerika’dan, Asya’ya, Afrika’ya uzanan dünyanın doğusunda yükselen devrimci halk hareketlerinden besleniyordu. Deniz’ler, Mahir’ler, İbo’lar bu devrimci rüzgarların hızıyla mücadele alanına çıktı. Kıvılcımlı yeni kanal devrimcilikle geçmişin birikimini birleştirmek için 1960’larda çok çaba harcadı. O günkü koşullar bunun gerçekleşmesini büyük ölçüde engelledi.
Emperyalist-kapitalizmin yapısal krizi bir kez daha yeni bir büyük savaş konjonktürünü doğurdu. Egemen sınıflar her yerde siyasal alanda faşizme, militarizme yeni bir alan açıyor. Savaş ve faşizm yeni koşullarda hızla alanını genişletiyor. Böylesi dönemlerin sınıf mücadelesinin keskinleşmesini getirdiği de iyi biliniyor. Keskinleşen sınıf mücadelesi koşullarında, devrimci hareketin de alanını genişletmesi gerekiyor. Bu noktada, Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” sözünü anımsamak gerekiyor. Kıvılcımlı’nın devrimci teoriye katkılarının edinilmesi, devrimci harekete güç katacaktır.
Kıvılcımlı, devrimci teorinin ülke ve bölge topraklarında özgülleşmesinin zorunluluğunu sık vurgulardı. Kendi çalışmaları bütünüyle bu doğrultuda gelişmişti. Genel teorinin ülke ve bölge topraklarında özgülleşmesi yeni kavramlar üretilmesini de gerektiriyordu. O Osmanlı toprak düzeni, Osmanlı devlet formasyonunun oluşumu ve gelişimi, Cumhuriyet’e intikal yönleri üzerine çok önemli çalışmalar yapmıştı. Bu çalışmalarında yeni kavramlar da üretmişti. Bunlardan birisi “Devlet sınıfları” kavramıydı. Bu kavram geç kapitalistleşen ülkelerin devlet formasyonlarının daha bütünlüklü kavranabilmesine katkı sunmuştu.
Bu kavramın açıklama gücü sadece Türkiye tarihine değil, daha geniş bir kapsamda söz gelimi merkez Ortadoğu ülkelerindeki siyasal ve sınıfsal yapıların daha bütünlüklü kavranmasına da katkı sunuyordu. Bu kavramın belki de burjuvazinin ideolojik merkezleri tarafından en çarpıtılmış ve bozulmuş halinin artık toplumsal muhalefetin sözcüleri tarafından da kullanılıyor olması, devrimci teorinin yeniden üretiminin önemi ve gerekliliği konusunda dikkate alınmalıdır. Devrimci yenilenme ancak ideolojik bir yenilenme üzerinde yükselebilir. Kıvılcımlı’nın ürettiği yüksek düzeyli teori ve pratik birikimi yol göstermeye devam ediyor ve edecek.