Kürt özgürlük hareketi ve devletin başlattığı süreç gündemi siyasal yaşamımıza beklenmedik bir hızla girmiş bulunuyor. Hemen öncesinde Suriye’de yasadığımız benzer hızlı gelişmeler bu gelişmelerin de aslında dünyanın içinde bulunduğu kaotik sürecin bölgesel izdüşümü olduğunu bize düşündürmelidir.
Yereldeki izdüşümlerini az çok kestirebilmek için bu genel, sürecin kısa bir tanımlamasını yapmak ön açıcı olacaktır.
Dünya 2020 yılında Amerikan borsalarında yaşanan büyük mali krizin sonrasında tipik bir dünya savaş konjonktürüne girmiş durumdadır. Artık önde gelen dünya ülkelerinin birbirlerine karsı yürüttükleri müdahaleler klasik iktisadı ve diplomatik düzeyleri aşarak doğrudan yaptırımcı düzeylere ulaşmıştır.
2020 kriziyle birlikte ABD emperyalizmi kendi sermaye birikimini yenileyebilmek için önce Çin’in ticaret yollarını kapattı, ardından NATO genişlemesini Rusya’nın sınırlarına kadar getirdi. Ve ardından Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle küresel kriz doğrudan sıcak savaş evresine geçmiş oldu.
ABD önderliğinde emperyalist kapitalizm, kışkırttığı bu savaşla Rusya’yı geriletip doğuya açılımını sürdürmek niyetindeydi ama evdeki hesabı çarşıya uymadı. Üç yılı geçen savaş bütün bir NATO gücüne rağmen Rusya’nın üstünlüğü ile yavaşlama evresine girdi. Ukrayna Savaşı Rusya’nın üstünlüğünün kabul edildiği bir hal aldı.
2000’lı yılların başından beri uluslararası emperyalizm tarafından yürürlükte tutulan Rusya ve Hazar ötesi alanları ele geçirme projesi, yanı Brzesinsky’nin Büyük Satranç Tahtası açılımı böylece tıkanmış oluyordu.
Bu başarısızlıktan uluslararası emperyalizm şu sonucu çıkardı: Sermaye birikim süreçlerini sadece finansal süreçlere tâbi kılmak emperyalizmi teknolojik ve sanayi gelişimlerinden geri düşürmüştü. Askeri alanda Rusya’nın füzeleriyle baş edemeyen emperyalist batı son evrede Çin’in yapay zekasının da ardında kaldı.
Bu gerileme saptamasını öne çıkartan emperyalist kapitalizm, Büyük Satranç Tahtasının saldırganlığı yerine geri çekilmeyi ve ABD’yi yeniden dünya imparatorluğu yapmayı, MAGA’yı gündemine aldı. ABD’nin dünya üretimine katkısı 80’lerde %35’lerin üstündeyken bugün artık %20’ler civarındadır. ABD dolarının rezerv gücü 90’larda %70 civarındayken artık %60’ların altındadır ve dolardan kaçış bir iktisadi trenddir ve bütün bunların ötesinde emperyalizminin borç sömürgeciliği artık işlemez durumdadır. 300 trilyonluk dünya borcu 100 trilyonluk küresel üretim hasılasıyla çevrilemez durumdadır. ABD’nin kendisi 36 trilyona varan ve yıldan yıla birkaç trilyon artan borcunu 25 trilyonluk üretim değeriyle karşılayamaz durumdadır.
Her emperyalist dünya ekonomik krizinin kaçınılmaz sonucu artık kapıdadır; küresel mali hegemonya yenilenmek zorundadır. Bunun için ABD, emperyalist dünyanın madenlerinden, ticaret yollarına kadar her şeyi elinin altında tekelleştirerek yeni döneme eski gücünü yenilenebilir kılarak girmek istemektedir. Altına, kripto değerlere bu nedenle yönelmiş durumdadır.
Ve ABD ve Trump bütün bu karmaşık süreçten geçebilmek için kendi hegemonyalarını askeri siyasal gerginlik ortamlarından uzak tutmak istemektedir, çünkü Biden’ın yaptığı gibi böyle bir sürece girilecek olduğunda başarısız ve yenik kalacaklarını ya da kendilerinin de içinde olduğu bütün bir dünyanın bir nükleer yok oluşa mahkum olacağını bilmektedirler.
Genel konjonktürün bu karakteri iyice açığa çıktığı için Trump seçimleri sorunsuz kazandı ve doğu pazarlarına doğru saldırganlığını sert manevralarla geri çekmeye başladı. Artık savaş yerine ticareti seçelim mottosunu yaymaya başladı.
Suriye sürecinden anlaşılmaktadır ki, bu manevralar Rusya ile az çok mutabakata varmış durumdadır.
Yani sadece Ukrayna sorununda değil, keza İran-İsrail savaşı gibi bir başka nükleer potansiyelli savaşa da yol vermeyecek şekilde Ortadoğu’yu da yeniden dizayn etmek küresel güçlerin gündemindedir.
Tarihsel olarak neoliberal saldırıların bölgede dağıttığı siyasal yapıları yeniden disipline bir şekilde toparlamak gündemdeki post neoliberal dönemin bir karakteri haline gelmektedir. Bölgede devletleşmemiş Kürt ulusal varlığı ve siyasal zeminde ayrı platformlar oluşturan Şii ve Sünni Müslüman toplum kolektivitelerinin kontrol edilemez çelişki yatakları olmaktan çıkarılmaları bölgesel istikrar için bir önkoşul niteliğindedir. Irak ve ardından Suriye bu sürece girmiş durumdadır. Haliyle benzer sürecin Türkiye’nin de kapısını çalmaması düşünülemezdi.
Bin yıllık devlet tecrübesiyle TC’nin devlet aklı bu zorunlu süreci kendi kabul sınırları içinde ve kendini yenileyecek bir dinamizm halinde istihdam etmeyi öne çıkardı ve süreç Bahçeli’nin hamleleriyle başladı.
Kürt halk önderi Öcalan, bu devlet yönelimini desteklemeyi uygun gördü, çünkü küresel ve bölgesel çelişkilerin keskinliğinde TC’nin yaşadığı iktisadi ve politik açmazların faşist ve gerici saray rejimine gösterdiği tek yolun savaş ve katliamlar olduğu açıktı.
TC, 98’de Suriye’yi savaşla tehdit ettiğinde geri çekildiği gibi, Öcalan müzakeresiz, süreçsiz ve salt barış gibi hassas bir konu çerçevesinde Kürt mücadelesini başka bir faza geçirmeyi üstlendi, çünkü heyet aktarımlarından da biliyoruz ki, muhtemelen, sömürgeci faşist oligarşinin Kürt halkını “50 Gazze” cehennemine sürükleme niyetini tehlikeli buldu. Kürt halkının demokratik özgürlüğünü gelecek süreçlerin gündemi kılmayı kabullendi.
Bütün bu tarih ve toplum bilincinin gereğine karşın, bütün bu yüksek toplumsal sorumluluğa karşın böyle bir barış sürecinin Türkiye ve Kürdistan halklarına ve bölge halklarına barış ve asgari demokratik bir siyasal hayat getirmesinin güvencesi, bugünkü koşullar itibariyle ve barış açılımının kuralları gereği ne yazık ki sadece ülke yöneticilerinin kavrayışına emanet edilmiş durumdadır. Bunu değiştirmek fiili meşru mücadele ile ve örgütlü Kürt halkının Barışa mücadele ile sahip çıkmasıyla mümkün olabilir.
Biz egemen ulusun sosyalistleri, proletarya enternasyonalleri olarak, ezilen ulusun özgürleşme süreçlerine dair programatik ve perspektif referanslarımızı ML’nın UKKTH kuram ve prensiplerinden alırız. Bu bağlamda Lenin’in şu tavsiyesine kulak verilmesini önemli buluyoruz: Ayrı ayrı milletlerin barış içinde bir arada yaşayabilmeleri ya da barış içinde ayrılarak ayrı devletler kurabilmeleri için işçi sınıfı tarafından desteklenen tam bir demokrasi şarttır (abç)… Bizim ülkemizde değil bir proleter demokrasi yarım yamalak bir burjuva demokrasisi bile mevcut değilken böyle bir barış hattının tutulmasını oldukça zorlayıcı görünüyor.
Kürt özgürlük hareketinin Türk sömürgeciliğine karsı bütün direncinin önderlik, gerilla ve halk yapısının oluşturduğu üçlü sac ayağında yükseldiğini biliyoruz. 2023 seçimlerinde, başta olmak üzere son dönemlerde liberal akıl sol ve yurtsever siyasette egemen oldu ve başarısızlıklar ortaya çıktı. Liberal aklın başarısızlığı bütün sömürgeci siyasal soykırım politikalarına karşın her düzeyde her imkânda yeniden örgütlenmeyi kendine yaşamsal bir refleks haline getirmiş olan Kürdistan proletaryası ve emekçi halkları tarafından sandıklarda özellikle cezalandırıldı.
Biz Proletarya enternasyonalleri olarak, keza ML’ye ve UKKTH ilkelerine bağlılığımızın bir gereği olarak elbette ezilen ve sömürülen Kürt halkının ve onun siyasal temsilcilerinin en küçük bir özgürlükçü taleplerinin her durumda destekçisi ve yoldaşı olacağız. Ve elbette bu sürecin olası arızalarına karsı keza yoldaşça uyarılarımızla mücadele birliğimizi Türkiye proletaryasının ve ezilen kesimlerinin sömürgeci faşist Türk oligarşisini alaşağı edecek mücadelemizin organik bir parçası kılmaya devam edeceğiz.
Yaşadığımız taktik evreye bakışlarımızdaki farklılığı, açık ki birleşik devrim mücadelemizin temelindeki iki ülke iki devrim kavrayışımız çerçevesinde geçerli taktik bağlamlara oturtmayı stratejik önemde görmeye devam edeceğiz.
Bunu bir devrimci gelecek vizyonu içinde ele alacağız, çünkü değerlendirmemizin basında az çok tanımladığımız emperyalist III. dünya savaşı öngünlerinde ve bunun bölge ve ülke açısından geçerli bütün dosyaları hala açık ve gerçekçi şekilde önümüzde durmaktadır.
Emperyalist kapitalizmin Büyük Satranç Tahtası belirlemeleri pratik politik bir evre olarak kısmen askıya alınmış görünse de bütünüyle hala geçerliğini korumaktadır: Dünya nüfusunun dörtte üçü, yeraltı yerüstü kaynaklarının üçte ikisi bu coğrafyadayken emperyalist yayılmacılığın bu zenginliğe arkasını dönmesi beklenemez ve onun intiharı olur. Bu nedenle birinci BOP sürecinde RTE/AKP’nın Türk sömürgeciliğini yeniden yapılandırmasıyla başarısız kalan İran seferi yeni versiyonuyla gene gündemdedir.
Bu seferin lokomotifi olmaya aday Türk devlet sömürgeciliği ya da sömürgeci devlet aklı devlet yapısını ılımlı İslam ve devletçi Kürt’le tahkim ederek kendini gene eskisi gibi yönetir ve saldırgan kılmaya çalışmaktadır. Kürt halkını bir taraftan “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacak 50 Gazze” tehdidiyle tehdit ederken diğer taraftan “iyi niyetli” edalar takınması Türk devlet sömürgeciliğinin yakın gelecekteki olası İran seferi ve geniş misakı millî düşü nedeniyle devlet gücünü büyütme ihtiyacı duymasındandır.
Kürdistan proletaryası ve emekçi halkı barış niyetli çabalarının uluslararası emperyalizm ve Türk sömürgeciliği tarafından istismar edilmesine elbette müsaade etmeyecektir.
Türkiye proletaryası ve emekçi halkı da bu riskli süreçte Kürt proletaryası ve emekçi halkını asla yalnız bırakmayacak, yoldaşlığını hem pratik politik omuzdaşlığıyla hem uyarıcı değerlendirmeleriyle gösterecektir.