AKP iktidarının Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, sürekli yaptığı açıklamalarla Rojava Devrimi’ni ve özerk yönetimi tehdit etmektedir. Bu açıklamaların ana fikri, PKK’nin aldığı fesih kararından referansla KSD’nin de kendisini feshetmesi fikridir.
Öncelikle bu bakış açısı, esasen Rojava Devrimi’nin ve bütün kazanımlarının tasfiye edilmesini hedeflemektedir. Rojava Devrimi; Kürt, Arap, Ermeni, Süryani ve Türkmen halklarının ortak devrimi olarak gerçekleşti.
IŞİD saldırıları karşısında bütün halklar varını yoğunu ortaya koyarak direndi. Türkiyeli enternasyonalist devrimciler de Rojava Devrimi’ne omuz verdi. Onunla enternasyonalist bir temelde omuz omuza mücadele ettiler. Onlarca enternasyonalist devrimci bu mücadelede ölümsüzleşti.
Rojava Devrimi, dünya halklarının özgürlük mücadelesi tarihinde büyük bir tecrübe olarak bugün de yaşamaya devam etmektedir.
Bugün Erdoğan iktidarı, HTŞ iktidarıyla el ele vererek Rojava Devrimi’ni boğmak istemektedir. HTŞ yönetimi, Türkiye iktidarından büyük bir destek almaktadır. Bu yönüyle şeriatçı HTŞ ile faşist iktidarın ittifakı bölge halklarının geleceğini tehdit etmektedir.
Rojava Devrimi’nin tasfiye edilmesi ve sonrasında Suriye’nin faşist iktidarın peşi sıra bir devlet haline gelmesi, AKP iktidarının uzun süredir hedeflediği bir projedir. Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik tezinin arka planında da bu bakış açısı vardır.
Erdoğan iktidarı, Suriye’yi, Rojava’yı, Başûr Kürdistan’ı eski Osmanlı bakiyesi olarak görmekte; buralarda nüfuz alanı kurmak istemektedir.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde faşist iktidarın en büyük korkusu, Kürt halkının elde edeceği kazanımların ve statülerin Kuzey Kürdistan’da yaratacağı etkidir.
AKP-MHP bloku esasen Kürt sorununda inkâr ve imha siyasetini yıllarca savundu. Bu politika için bütün olanaklarını ortaya koydular, ancak başarı elde edemediler. Özellikle 2015-2025 arasındaki 10 yıllık dönemde faşist iktidar, Kürt halkına dönük her türlü katliam ve işgal politikasını yürüttü.
Bugün bölgede yaşanan gelişmeler açısından bir çıkışsızlık içerisinde olan iktidar, bir çıkış yolu olarak Kürt Özgürlük Hareketiyle yeni bir süreç başlatmak zorunda kaldı. Burada süreci esasen Kürt özgürlük mücadelesinin bir kazanımı olarak görmek daha doğru olacaktır.
Bütün bu değerlendirme ve hesapların içerisinde, faşist iktidar açısından Rojava kritik bir yerde durmaktadır. AKP-MHP iktidarı, Rojava Devrimi’nin statü kazanmasını engellemek için yeni çözüm sürecine girmek zorunda kalmıştır.
Dolayısıyla AKP-MHP iktidarı açısından dananın kuyruğunun kopacağı yer, Rojava Devrimi’ne yaklaşım olacaktır. Rojava Devrimi’ne yaklaşım, genel olarak Türkiye’de demokrasi ve özgürlük meselesine bakış açısını da belirleyecektir.
Erdoğan iktidarının genel söylemi ve bütün çabası, Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek üzerine planlanmış durumdadır. Türkiye devleti bütün planını Kürt özgürlük mücadelesini boğmak üzerine yapmıştır.
Gelişmelere bakılırsa, Suriye’de taraflar arasında bir diyalog zemini oluşmaya başladığında bu süreci bozan ve çatışmaya evriltmeye çalışan Erdoğan iktidarı olmaktadır. HTŞ yönetiminin Özerk Yönetim’le çatışmasını desteklemektedir.
Uluslararası konjonktür ve bölgesel dengeler nedeniyle kendisi doğrudan müdahale edemediği noktada, HTŞ güçlerini eğiterek ve askeri saldırı kapasitelerini artırarak süreci ilerletmektedir.
Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde, Erdoğan iktidarının girdiği yeni çözüm sürecinde dağın fare doğurma olasılığı çok yüksektir. İktidarın bütün planı, Kürt halkının özgürlük talebini boğmak ve onların mücadele iradesini teslim almak üzerine kurulmuştur.
AKP-MHP iktidarı, Türkiye’nin iç meselelerini yürütmede ciddi sorunlar yaşamaktadır. Kürt özgürlük hareketiyle yeni süreç devam ederken, iktidarın doğrudan CHP’yi hedef alması buradaki niyetini daha güçlü bir şekilde ifade etmektedir.
Erdoğan, ne olursa olsun iktidarda kalmak için var gücüyle çabalamaktadır. Bu iktidarda kalma sürecinin çoktan demokratik siyasetin sembolik sınırlarını aşan bir sürece evrildiğini daha iyi anlamak gerekiyor. Dün HDP’nin belediyelerine el koyan iktidar, bugün CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin belediyelerine el koymaktadır.
Erdoğan iktidarı büyük bir savaşa hazırlanmaktadır. Dünya planında yaşanan 3. Dünya Savaşı konjonktürü, Erdoğan’ın bu yöndeki planlarına meşruiyet alanı açmaktadır.
Meseleyi “iç cephenin tahkimatı” olarak tanımlayan faşist iktidar, bölgesel anlamda güç olma durumunu derinleştirmek istemektedir. Bunun için önce kendi iç muhalefetini tasfiye etmek ve kendisinin destekçisi konumuna getirmek istemektedir.
İşçi grevleri yasaklanıyor, hücre tipi hapishanelerde devrimciler teslim alınmaya çalışılıyor, Kürt halkının özgürlük mücadelesi boğulmak isteniyor, kadın cinayetlerine her gün bir yenisi ekleniyor. İşçi sınıfı üzerinde sömürü çarkı en acımasız şekilde işliyor.
Bütün bu konjonktür içerisinde iktidarın demokratikleşme sürecine gireceğine dair hiçbir belirti yok. Tam tersine, iktidarın saldırılarını artıracağı ve faşist baskılarını yoğunlaştıracağı bir sürece giriyoruz. Burada belki de Rojava Devrimi’nin tasfiye planı en kritik yerde duruyor.
İktidarın en temel amaçlarından biri olan bu durumu gerçekleştirmek için, özellikle ABD başta olmak üzere Batı emperyalist güçlerinden de icazet almaya çalışmaktadır.
Bütün bu konjonktür içerisinde faşist iktidarın karşısında devrim siyasetinin her zamankinden daha güçlü ve enerjik bir şekilde çıkması tarihsel bir görevdir. Özellikle iktidarın bütün yasakları ve baskıları karşısında devrimcilikte ısrar etmek ve onu güncel koşullara uyarlayacak görevlerde ısrarcı olmak bizler açısından olmazsa olmaz olmalıdır.
Emperyalizmin ve faşizmin bütün saldırılarının karşısında, güncel koşullara uygun bir şekilde devrimci görevleri kararlılıkla yerine getirmek ”olmazsa olmaz” olmalıdır.