Gündem

Latin Amerika’nın Yeniden Sömürgeleştirilmesi ve Venezuela’ya Karşı Savaş James Petras- Çeviri: Ayşe Baran

Giriş

ABD’nin yaklaşık 200 yüzyıl önce Latin Amerika üzerindeki egemenliğini onaylayan Monroe Doktrinini ilan etmesinden bu yana Beyaz Saray rejiminin Latin Amerika’yı bu kadar açıkça sömürgeleştirme azmi görülmemişti. 21. yüzyılın ikinci onyılı hem belagat hem icraat açısından Latin Amerika’nın en kapsamlı ve başarılı ABD sömürgeleştirilmesine ve emperyalist bir gücün sömürgeci sepoyları (sömürge döneminde Hindistan’daki İngiliz ordusunda görevli yerli asker -çn) olarak etkin ve açık rolüne tanık oldu.
Bu yazıda yeniden sömürgeleştirme sürecini ve sömürge-inşasının itici güçleri olan strateji taktik ve amaçlarını inceleyeceğiz. Washington’un yarıküredeki sahipliğini koruma kapasitesi, kalıcılık ve istikrarı tartışarak sonuca varacağız.

Kısa Bir 20. Yüzyıl Sömürgeleştirme ve Sömürgesizleştirme Tarihi

ABD’nin Latin Amerika’yı sömürgeleştirmesi doğrudan ABD askeri, ekonomik, kültürel ve siyasi müdahalelerine dayanır: Orta Amerika, Kuzey Amerika (Meksika) ve Karayipler’e özel bir vurguyla. Washington çıkar sağlayacağı ticaret ve yatırım avantajlarını dayatmak için askeri müdahalelere başvurdu ve sömürge yönetimini korumak ve ABD’nin bölgesel ve küresel üstünlüğüne boyun eğilmesini sağlamak üzere yerel askeri güçleri kurup eğitti.
ABD rakip Avrupalı sömürgeci güçlere -özellikle İngiltere ve Almanya- meydan okudu ve en nihayetinde askeri ve ekonomik baskılar ve tehditlerle onları marjinal bir konuma indirdi.

ABD’nin askeri ve ekonomik varlığını zayıflatan ve özellikle Arjantin, Brezilya, Şili, Nikaragua ve Küba’daki güçlü milliyetçi rejim ve hareketlerin yükselmesini kolaylaştıran Büyük Bunalım’ın arifesinde yeniden sömürgeleştirme süreci bazı bölgeler ve ülkelerde ağır sorunlarla karşılaştı.

“Sömürgesizleştirme” (decolonisation) süreci ABD petrol yataklarının, şeker ve madencilik sektörlerinin millileştirilmesine; dış politikada görece daha fazla bağımsızlığa doğru bir kayışa; ve işçi haklarıyla sol sendikalaşmayı ilerleten iş yasalarına yol açtı.

ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndaki zaferi ve ekonomik üstünlüğü, Washington’un batı yarıkürede sömürge yönetimini yeniden kurmasını sağladı. Latin Amerika rejimleri Soğuk ve Sıcak savaşlarda Washington ile hiza tutarak ABD’nin Çin, Kore, Vietnam’a karşı savaşlarıyla Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’yla yaşadığı kapışmaları desteklediler.
Sömürgeleştirilmiş diktatör rejimlerle ilerleyen Washington, ekonominin her sektörünü, özellikle tarım-mineral sektörlerini istila etti; pazarlar üzerinde tahakküm kurdu ve emperyalist AFL-CIO’nun yönettiği sömürgeleştirilmiş sendikaları dayatmaya çalıştı.

1960’ların başında başını Küba devriminin çektiği ve Arjantin, Bolivya, Venezuela, Peru, Ekvator ve Dominik Cumhuriyeti de dahil olmak üzere tüm kıtada milliyetçi hükümetlerin eşlik ettiği bir halkçı milliyetçi ve sosyalist hareketler dalgası sömürge yönetimine meydan okudu. ABD’li çokuluslu üretim şirketleri ortaklıklara girmek zorunda kaldılar ve petrol, maden ve enerji sektörlerinde olduğu gibi millileştirildiler.

Milliyetçiler bir kalkınma stratejisi olarak ithalat yerine yerel ürünleri kullanmaya geçti. Bir sömürgesizleştirme süreci yola çıkmıştı!

ABD Latin Amerika’yı yeniden sömürgeleştirmek üzere askeri darbeler, işgaller ve hileli seçimlerle savaş açarak tepki gösterdi. Latin Amerika, Küba’ya karşı ekonomik boykotunu ve milliyetçi hükümetlerin baskı altına alınmasını destekleyerek bir kez daha ABD’nin yanında hiza aldı. ABD, kendi kontrolündeki sözde uluslararası finans örgütlerinin -Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Amerika Kalkınma Bankası gibi- yönetiminde milliyetçi politikaları tersine çevirdi ve ekonomilerin millileştirilmesine son verdi.

Yeniden sömürgeleştirme süreci 1970’ler ve 80’ler boyunca yeni empoze edilmiş askeri rejimler ve yeni “neo-liberal” serbest pazar doktrini himayesinde ilerlemeyi sürdürdü.

Yeniden sömürgeleştirme bir kez daha hayli kutuplaşmış toplumlara yol açtı; burada yerel sömürge seçkinleri ayrıksı bir azınlıktı. Ayrıca sömürgeci ekonomik doktrin ABD bankaları ve yatırımcıların Latin ülkelerini yağmalamasına, kontrolsüz borç yükleri dayatmasına, ekonomilerin sanayisizleştirilmesine, işsizlikte ağır artışlara ve hayat standartlarında muazzam bir düşüşe neden oldu.

Yüzyılın ilk yıllarında, derinleşen sömürgecilik- bir ekonomik krize ve sömürge ilişkileriyle yapılarını -hiç değilse kısmen- tersine çevirmeyi amaçlayan yeni milliyetçi-halkçı hareketler dalgalarına ve kitlesel hareketlerin doğmasına neden oldu.

Sömürge borçları yeniden müzakere edildi ya da silindi; birkaç yabancı şirket millileştirildi; tarım ihracatçıları üzerindeki vergiler artırıldı; kamu refahı harcamalarındaki artışlar yoksulluğu azalttı; kamu yatırımları ücret ve maaşları artırdı. Metalardaki patlamanın da yardımıyla bir sömürgesizleştirme süreci ilerledi.

Yüzyıl sömürgesizleştirmesi kısmiydi ve ekonominin ancak sınırlı bir kısmını etkiledi; mülkiyet ve mali güçte yapısal değişikliklerden ziyade asıl olarak tüketimi artırdı.

ABD-Venezuela İlişkileri: Bir Emperyalizm ve Anti-Emperyalizm Vaka İncelemesi

Sömürgesizleştirme sömürgeci iktidar seçkinleriyle yan yana var oldu. Büyük ve önemli değişimler bölgesel politikalar dikkate alınarak gerçekleşti.

Sömürgesizleştirme seçkinleri, ABD varlığını dışlayan ya da en aza indiren bölgesel ittifaklar kurdu.

Bölgesel güç Mercosur’da Arjantin ve Brezilya’ya; Orta Amerika’da ve Karayipler’de Venezuela’ya; Antlar bölgesinde Ekvator ve Bolivya’ya kaydı.
Ama tarihin de gösterdiği gibi, emperyalist güç süreçlerin ters yüz edilmesini yaşayabilir ve işbirlikçilerini kaybedebilir, ama ABD askeri ve ekonomik erk manivelalarını elinde tuttuğu sürece, bölgeyi yeniden sömürgeleştirmek için, yarı kürenin üzerindeki egemenliğini kurma arayışına bölgeleri de katarak, bir adım adım yaklaşımıyla, tüm iktidar araçlarını kullanabilir ve kullanacaktır.

Latin Amerika’nın Yeniden Sömürgeleştirilmesi: Brezilya, Arjantin ve Venezuela’ya Karşı Lima Paktı

yüzyılın ilk onyılı yaşanırken birçok Latin Amerika hükümeti ve hareketi sömürgesizleştirme sürecine başlayarak ABD’nin işbirlikçi hükümetlerini devirdi, bölgesel örgütlerde aktifleşti ve pazarlarını ve ticaret ortaklarını çeşitlendirdi.

Ne var ki liderler ve partiler ABD’nin sömürgeleştirme projesiyle bağlantılı yerel seçkinlerle bağını koparacak güçte değildi ve koparmak da istemiyordu.
Malların fiyatlarındaki düşüş hareketlerine karşı zayıf olan, heterojen siyasal ittifaklardan oluşan ve anti-sömürgeci kültür yaratamayan ya da bu kültürü derinleştiremeyen bölgelerde ABD sömürgeci projesini yeniden inşa etmeye girişti.

ABD önce sömürgesizleştirme sürecinin “en zayıf halka”sına saldırdı. Honduras ve Paraguay’da darbeleri destekledi. Sonra Arjantin ve Brezilya’daki stratejik rejimlere karşı siyasal saldırı başlatmak için hukuku ve kongreyi atlama taşlarına dönüştürdü ve Ekvator, Şili, Peru ve El Salvador’daki tali rejimleri ABD uydusuna çevirdi.

Yeniden sömürgeleştirme süreci ilerlerken ABD bölgesel ve uluslararası örgütlerdeki egemenliğini yeniden kurdu.

Sömürgeleştirilen rejimler ekonomilerini özelleştirdiler ve Washington, daha önceden tanınmayan dev borçları kabul etmeye hazır rejimleri başa geçirdi.

ABD’nin yeniden sömürgeleştirmedeki adımları Venezuela’daki petrol zengini, dinamik ve güçlü anti-sömürgeci hükümeti hedef almaya can atıyordu.

Venezuela bazı stratejik nedenlerle hedef alındı.

Birincisi, Başkan Chavez yönetimindeki Venezuela, ABD’nin bölgesel ve küresel hırslarına karşı çıkıyordu.

İkincisi, Karakas tüm Latin Amerika’da, özellikle Karayipler ve Orta Amerika’daki anti-sömürgeci rejimleri desteklemek ve ilerletmek için mali kaynaklar sağladı.

Üçüncüsü, Venezuela sağlam ve kapsayıcı bir toplumsal gündeme yatırım yapıp bu gündemi uygulayarak parasız eğitim ve sağlık bakımıyla okullar ve hastaneler inşa etti, gıda ve konuta sübvansiyon sağladı. Sosyalist demokratik Venezuela, ABD’nin yeniden inşa edilen sömürge devletlerdeki refah devletini korkunç şekilde yıkma projesiyle çatıştı.

Dördüncüsü, Venezuela’nın doğal kaynaklar, özellikle de petrol üzerindeki ulusal denetimi Washington’ın emperyalist gündeminde stratejik bir hedefti.


ABD’nin Latin Amerika’nın geri kalanında Venezuela’nın müttefiklerini azaltmayı ya da bertaraf etmeyi başarmasına karşın, Venezuela’yı dize getirmeye yönelik çabaları başarısız kaldı.
Bir darbe girişimi başarısızlığa uğradı; tıpkı Başkan Chavez’i yargılamak üzere yapılan referandum gibi.

ABD boykotları ve seçimlerin finanse edilmesi Venezuela hükümetini devirmeyi sağlayamadı. Washington halk kitlelerine ya da orduya baskı yapamadı ve onların desteğini alamadı.

Başka yerlerde sömürge rejimleri dayatmada başarılı olan darbe teknikleri Venezuela’da başarılı olamadı.

ABD çok yönlü, kıta genişliğinde, gizli ve açık askeri, siyasal, ekonomik ve kültürel savaşa yöneldi.

Beyaz Saray hiç tanınmayan Juen Guaido’yu “geçici başkan” olarak atadı. Guaido kendi bölgesinde Kongre’ye %25 oyla seçilmişti. Washington, Guaido’yu popüleştirmek ve Venezuela hükümetini devirip güvenlik güçlerine şiddetli saldırılar yapmak üzere sivil toplum kuruluşlarıyla kendinden menkul insan hakları örgütlerini finanse etmek için milyonlarca dolar harcadı.

Guaido’yu “meşru başkan” olarak tanımak üzere bölgede yeniden sömürgeleştirilen rejimleri yanına topladı.

Washington bazı önde gelen Avrupa Birliği ülkelerini, özellikle Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’yı Venezuela’yı tecrit etmek için yanına çekti.


Kızıl Haç ve öteki bağımsız örgütlerle ortak çalışmayı reddederek sözde insani yardım aracılığıyla Venezuela halkının içine sızmaya ve onları yollarından döndürmeye çalıştı.

Beyaz Saray, Başkan Maduro’yu devirmek anı olarark 23-24 Şubat haftasını belirledi. Başarısızlığın daniskası oldu, Washington’ın tüm uydurmalarını yalanladı.

ABD, silahlı kuvvetlerin yönetimden ayrılarak kendisinin finanse ettiği muhalefete katılacağını iddia etti -260 bin mevcuttan sadece yüz kadarı böyle yaptı. Ordu, rüşvet ve vaatlere karşın Venezuela halkına, hükümetine ve anayasaya sadık kaldı.

Washington, Venezuela’daki “halk”ın ayaklanma başlatacağını ve yüz binlerce insanın sınırı geçeceğini iddia etti. Molotof kokteyli atan birkaç düzine sokak serserisi dışında bir ayaklanma olmadı ve ancak birkaç yüz kişi sınırı aşmaya çalıştı.

Tonlarca ABD “yardım”ı Kolombiya depolarında kaldı. Brezilya sınır devriyesi ABD’nin finanse ettiği “protestocular”ı sınırı serbest geçişe kapattıkları için sepetledi.

Hatta “yardım” taşıyan iki kamyonu yakan ABD provokatörleri teşhir edildi, alevler içindeki araçlar sınırın Kolombiya tarafında kaldı. Venezuela petrol ihracatına yönelik ABD destekli boykotlar kısmen başarılı oldu, çünkü Washington, Venezuela’nın ihracat gelirlerine yasadışı olarak el koydu.

Yeniden sömürgeleştirilen Lima Grubu düşman yasalar çıkardı ve Trump’ın Başkanı Guaido’yu resmi olarak yeniden seçti, ama bölgedeki çok az seçmen onların açıklamalarını ciddiye aldı.

Sonuç
Sömürgeleştirilen devletlerin neye hizmet etmesi bekleniyor? Beyaz Saray neden Venezuela’yı Latin Amerika’nın geri kalanında yaptığı gibi yeniden sömürgeleştirmeyi başaramadı?

Latin Amerika’da yeniden sömürgeleştirilen devletler, pazarlarını Amerikan yatırımcılarına kolay koşullarla, düşük vergiler ve düşük toplumsal ve emek maliyetleriyle, halk ve ulusal mücadeleler üzerindeki baskıya dayalı siyasal ve ekonomik istikrarla açmaya hizmet eder.

Sömürgeleştirilen rejimlerden ABD boykotlarını, darbelerini ve işgallerini desteklemeleri ve emredildiği üzere asker sağlamaları beklenir.

Sömürgeleştirilen rejimler uluslararası çatışma ve müzakerelerde ABD tarafını tutar; bölgesel örgütlerde ABD ile birlikte oy kullanırlar ve borç ödemelerini zamanında ve tam olarak öderler.
Yeniden sömürgeleştirilmiş ülkeler seçimleri ve yargı kararlarını manipüle ederek ve anti-sömürgeci adaylar ve görevlileri dışlayarak ve siyasi aktivistleri tutuklayarak Washington için yararlı sonuçları güvenceye alırlar.

Sömürgeleştirilmiş rejimler, Washington’ın ihtiyaç ve taleplerini tahmin ederler ve bölgesel örgütlerde onların yararına kararlar sunarlar.
Venezuela örneğinde, ABD’nin başını çektiği müdahaleye yardımcı olmak için Lima Grubu gibi bölgesel blokları örgütler ve geliştirirler.

Washington Venezuela’yı istikrarsızlaştırmaya devam ederken, sömürge müttefikler ABD kitle iletişim programını yeniden üretir ve muhalif kaçkınlara ve mültecilere sığınak sunarlar.
Özetlersek, yeniden sömürgeleştirilmiş seçkinler iç yağmayı ve deniz aşırı fetihleri kolaylaştırırlar.

Venezuela’nın ABD’nin yeniden fethetme hamlesine karşı koyma ve bunu yenilgiye uğratma başarısı, özel servet ve yeniden dağıtılabilir kamu harcamalarını işçi, köylü ve işsizlere yeniden dağıtan milliyetçi ve sosyalist liderlerin sonucudur.

Venezuela, Başkan Chavez yönetiminde, anayasal düzene sadık ve halkçı sosyo-ekonomik ve anti-sömürgeci gündeme uygun ordu ve güvenlik güçleri oluşturdu.

Venezuela, seçimlerin ve yargı atamalarının özgür ve çoğunluğun politikasına uygun olmasını sağladı.

Venezuelalılar, askeri danışmanların, darbe planları yapan ve milliyetçi devlete sadık olmayan ABD askeri misyonlarından ve yardım kuruluşlarından bağımsız olmasını güvenceye aldılar.

Venezuela sosyal demokrasisi, yarattığı toplumsal gelişmeler ve yoksulluk ve eşitsizliğin muazzam azaltılması- yerli kültürel değerlere ve ulusal egemenliğe bağlılığın pekişmesine katkı sağladı.
ABD’nin tüm Latin Amerika ve Avrupa’da sömürgeci vasalları toplamasına rağmen Venezuela kitlesel desteği sağlamlaştırdı.

Washington’ın küresel kitle iletişim araçlarını eline geçirmesine karşın dünya çapında kamuoyunu etkileyemedi. ABD’nin “askeri seçenek” tehditlerine karşın küresel desteğe sahip olamadı. Uzun süren ve büyük ölçekli direniş karşısında Washington tereddüt ediyor. Buna ek olarak, Latin Amerika’nın sömürgeleştirilmiş devletleri iç toplumsal ve ekonomik krizlerle ve siyasal direnişle karşı karşıya. Avrupa bölgesel bir kopuşmaya karşı çıkıyor. Washington taraflara bölünme ve anayasal bir krizle yüklü.

Washington’daki emperyalist ultraların Venezuela’yı dize getirmeyi başaramaması yeni bir sömürgesizleştirme mücadeleleri dalgasını harekete geçirebilir ve bu da kendi seçmen kitlesini sömürgesizleştirme amacıyla ABD’yi içe ve aşağıya bakmaya zorlayabilir.

Global Research’den çeviren: Ayşe Baran

Paylaşın