Cenk Ağcabay, Gündem

Finans-Kapitalin Hazırlıkları – Cenk Ağcabay



Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in İtalya ziyaretinin ilk gününde Çin ve İtalya arasında imzalanan ekonomik anlaşmalar, ABD’nin son bir yılda yoğun bir ekonomik baskı uyguladığı Çin için sembolik değeri yüksek bir kazanım oldu. ABD’nin yoğun baskısına rağmen İtalyan hükümetinin “Kuşak ve Yol” projesi çerçevesinde Çin’le işbirliğini içeren mutabakat zaptını imzalaması, Çin’e karşı uygulanmaya çalışılan izolasyon politikasında önemli bir çatlak olarak değerlendirildi. İtalya’nın “Kuşak ve Yol” projesiyle işbirliği yapma kararı alan ilk G7 ülkesi olması Batı’da en çok vurgu yapılan nokta olurken, mesela New York Times bu kararın “İtalya’nın müttefiklerinin tüm ısrar ve yoğun çabalarına” rağmen alındığını özellikle belirtiyordu.

İtalyan hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Sanayi Bakanı olarak görev yapan Luigi Di Maio, İtalyan hükümetinin bu kararı hakkında Batı’da yükselen eleştirileri, “Amerika’da bazılarının ‘Önce Amerika’ dediği gibi ben de ticari ilişkilerde ‘Önce İtalya’ demeye devam edeceğim” şeklinde yanıtladı. Bu açıklama doğrudan ABD Başkanı Trump’ın sözlerini ve ABD hükümetinin politikalarını hedef aldığı için önem kazandı.

İtalya başbakanı Conte’de konuyla ilgili konuşmasında yapılan eleştirileri, “bizim Çin’e ihracatımız diğer Avrupa ülkelerinden daha az. Bunu yükseltmek istiyoruz ve bu daha adil. Öncelikle ticaretimizi dengelemek istiyoruz. Yeni havayolları, yeni ticari koridorlar ekonomik gelişmemize önemli katkı sağlayacak. Hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyoruz.” sözleriyle yanıtladı.

Şi Cinping Roma’da dünya basınına keyifle poz verirken, Almanya, Fransa ve bazı Avrupa devletlerinin yöneticileri Brüksel’de toplanmıştı. Batı basınının yorumlarına göre toplanmalarının nedeni, “Çin’in ekonomik istilasına karşı Avrupa’nın birliğini güçlendirme ve birleştirme hedefiydi”. Brüksel’de basının sorularını yanıtlayan Macron, “Çin bizim bölünmelerimiz üzerine oynuyor ama Avrupa Çin’e karşı uyandı. Çin’e karşı Avrupa saflığı artık sona erdi.” diyordu.

Cinping pazar günü Paris’te olacak, Macron görüşmeye Merkel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker’i de davet etti. Bu davet, Cinping’in karşısına “birlikte ve güçlü Avrupa” olarak çıkma isteğinin bir ifadesi olarak kabul ediliyor. Amerikalı yetkililerin özellikle Çin’in Huawei şirketinin faaliyetleri konusunda Avrupalı müttefikleri üzerinde baskı kurmaya çalıştığı haber ve yorumlarda vurgulanan başka bir nokta.

Dünya ekonomik bunalımının uzun vadeli sonuçlarından en fazla etkilenen  Avrupa ülkelerinden biri olan İtalya’nın finans-kapitalistleri Başbakan Conti’nin sözlerinde dile geldiği gibi, “hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyor”, neden istesinler ki? Rekabetin derinleştiği koşullarda bu tip tutumların ortaya çıkması hiç şaşırtıcı değil. Juncker’de “biz ABD ve Çin arasında sıkışıp kalmak istemiyoruz” diyerek Avrupa egemenlerinin arzularını ve yerleşmek istedikleri pozisyonu ifade ediyordu.

ABD ve Çin bir yandan “ticaret savaşına” devam ederken diğer yandan da iki ülkenin yetkilileri müzakereleri sürdürüyor. ABD yönetimi müzakerelerin nisan ayı sonuna kadar bir sonuç üretmesi gerektiğini açıklamıştı, henüz bir anlaşmaya varılamadığı ifade ediliyor. Seçim kampanyasında ABD’nin yüklü borcunu ekonominin en önemli hastalığı olarak sürekli gündeme getiren Trump’ın Çin’e açtığı “ticaret savaşı” borçlar açısından pek işe yaramış görünmüyor. Trump’ın göreve başlamasından bugüne ABD’nin borcuna 2 Trilyon Dolar daha eklendi ve toplam borç 22 Trilyon Dolara yükseldi. Trump, “eğer bir anlaşma yapacaksak Çin’in bu anlaşmaya sadık kalacağından emin olmalıyız” derken, Çin’e yönelik gümrük vergilerinin ‘önemli bir süre için kalabileceğini’ de dile getiriyor.

ABD’nin müzakerelerde masanın üstüne koyduğu en önemli taleplerden birisinin, Çin ekonomisinde varlığını korumakta olan devlet ve devlet bağlantılı şirketlere özel şirketlere nazaran tanınan kimi ayrıcalık ve önceliklerin ortadan kaldırılması olduğu belirtiliyor. Bununla bağlantılı olarak Çin’den, ekonomik kararların oluşum sürecinde devlet nüfuzunun engellenerek özel sektörün nüfuzunun arttırılması isteniyor.

Batı’da uzun zamandır Cinping’e yönelik en fazla dillendirilen eleştiri de, ABD’nin bu talepleriyle bağlantılı. Cinping’in devletin ağırlığını arttırıcı uygulamalara yönelerek Çin’in “liberalleşme sürecini” tersine çevirmeye çalıştığını ileri sürüyorlar. ABD’nin asıl rahatsızlığının, Çin’in yüksek teknolojiye dayalı stratejik sektörlere yoğunlaşmasından ve Asya’dan Latin Amerika’ya ve Afrika’ya uzanan bir “ekonomik nüfuz alanı” inşa etmesinden kaynaklandığı biliniyor.

Pazarlar, hammaddeler ve nüfuz bölgeleri için rekabet kapitalist ekonominin ayrılmaz bir parçası. Özellikle bunalımın yoğunlaştığı dönemler rekabetin ve gerginliklerin derinleştiği ve daha fazla görünür hale geldiği dönemlerdir. İçinden geçmekte olduğumuz dönemi karakterize eden asıl unsur kapitalist rekabet ve gerginliklerin çok tehlikeli sonuçlar üretme potansiyelinin giderek yükselmesidir.

Trump’ın Neo-Con kadrolarla bir araya gelerek geliştirdiği agresif politikaların temelinde hep dile getirildiği gibi onun “narsist”, “ırkçı” kişiliği değil kapitalist dünyada derinleşen rekabet ve gerginliklerin üzerine sert hamlelerle gitme arzusu bulunuyor. Amerika’nın emperyal egemen sınıfının en yırtıcı, en aç gözlü gruplarının dünyaya kendi öncelikleri doğrultusunda bir nizam verecek güçlü ve sert bir politik-askeri aygıt arayışı Trump hükümetinde ve politikalarında ete kemiğe bürünüyor.

Giderek daha belirgin hale gelen Venezüella ve İran’a yönelik agresif saldırganlık, İsrail’i daha da güçlendirme yönünde art arda gelen adımlar ABD’nin Latin Amerika ve Ortadoğu’daki politik öncelikleri açısından önemli göstergeler sunuyor. İran’a ve Venezüella’ya uygulanan acımasız ekonomik yaptırımlar giderek daha fazla sıkılaştırılırken, her iki ülke ekonomisinde de çok önemli bir yer kaplayan petrol gelirlerini düşürmeye yönelik ABD hamleleri kesintisiz devam ediyor.

ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik hamlelerinde İsrail’in gördüğü işlevin bir benzerinin Latin Amerika’da yeni Brezilya Devlet Başkanı faşist Bolsanoro’ya verilmiş olduğunu Bolsanoro’nun geçen haftaki ABD ziyareti gözler önüne serdi. Çok farklı politik-ideolojik konumlanışa sahip yorumcuların üzerinde ortaklaştığı nokta, bir devlet başkanı olarak Bolsanoro’nun ABD ziyaretinde ilk gittiği yerin CİA merkezi olmasının “tuhaflığı ve anormalliğiydi”.

Faşist Bolsonaro ayağının tozuyla CİA merkezine adım attığında, Batı basınına düşen kulis bilgilerinde, ziyaretin ana gündeminin “Venezüella konusu” olduğu belirtiliyordu. Bir Brezilyalı akademisyen bu ziyareti “ülkesi için en büyük utanç kaynağı” olarak gördüğünü belirtirken, pek çok Brezilyalı’nın kendisiyle aynı duyguları paylaştığından emin olduğunu söylüyordu.

Gerçekten de içinden geçmekte olduğumuz dönemin karakterini en çarpıcı tarzda gösteren fotoğraflardan birisi Bolsanoro’nun bu ziyaretiydi. Bolsonaro’nun henüz çok kısa olan iktidar günlerinde oğulları ve kendisinin Brezilya’daki örgütlü suç çeteleriyle olan güçlü bağları ve bağlantılar aracılığıyla elde ettikleri büyük servet gündeme geldi.

Bolsanoro ve oğullarının bu çetelerle bağlantıları fotoğraflar ve tanıklıklarla ortaya konuldu ve odaklanılan nokta ailenin bu çetelerle olan ilişkileri üzerinden zenginleşmesiydi. Hiç kuşkusuz bu bağlantılar üzerinden elde edilen servet önemli ama tam da içinden geçilmekte olan dönemin karakterine güçlü bir ışık tutacak asıl önemli boyutun üzerinden atlandığı dikkat çekiyordu.

Brezilya’da çok geniş bir kent yoksulu nüfus var ve bu nüfus sözü edilen suç çetelerinin insan kaynağını oluşturuyor. Düzenli bir iş bulamayan, şehirlerin en fakir bölgelerinde çok zor koşullar altında yaşamını sürdürme mücadelesi veren bu geniş nüfus Brezilya’da kurumsallaştırılmak istenen faşizmin vurucu gücüne dönüştürülmek isteniyor ve Bolsanoro ve oğullarının bağlantıları bu noktada önem kazanıyor.

Bolsanoro’nun iktidarıyla birlikte Brezilya’da canlanma ve etkisini arttırma olasılığı yükselen devrimci hareketlere, işçi sınıfının hak arama mücadelelerine karşı kullanılmak amacıyla bu suç çetelerine alan açılması kuvvetle muhtemel. Bolsanoro’nun “emeklilik reformu” tasarısı ve tarımda “reformlarla” başlangıcını yaptığı neo-liberal saldırı paketlerinin emekçilerde yaratacağı hoşnutsuzluk ve doğuracağı öfkenin karşısında bu suç çetelerini bulması şaşırtıcı olmayacaktır.

İçinden geçilmekte olan dönemin en belirgin eğilimi hemen her yerde devlet aygıtının güçlendirilmesi ve Brezilya örneğinde görüldüğü gibi egemen sınıfların her türlü araçla büyük sınıf mücadeleleri için hazırlık yapmalarıdır. Fransa’daki alçakça IŞİD saldırılarını polis ve istihbarat aygıtını güçlendirmek ve genişletmek, “antiterör yasasının” kapsamını genişletmek için bir “fırsata” dönüştüren Fransız finans-kapitali, şimdi tahkim ettiği güçleriyle Sarı Yelekli eylemcilere saldırıyor.

Fransız hükümeti Sarı Yeleklilerin bugünkü eyleminden önce, Paris ve Nice kentlerindeki eylemlerde ilk kez terörle mücadele timlerinden askerlerin görev yapacağını açıkladı. Konuyla ilgili konuşan Fransız General Bruno Leray terörle mücadele timleri için, “eğer kendi yaşamları ya da korudukları kişilerin yaşamları tehlikeye girerse, ateş açabilirler” dedi. Fransa ve Sarı Yelekliler örneği, halkın en sıradan ve gündelik taleplerinin dahi hızla finans-kapitalin soygun ve talan düzeninin temellerinin sorgulanmaya başlanmasına yol açtığını ve bunun bilincinde olan finans-kapitalin ciddi ve planlı bir tarzda devletin baskı aygıtlarını güçlendirme yolunda önemli hamleler yaptığını gösteriyor.

Emekçi halk güçlerinin de ciddi ve planlı bir tarzla finans-kapitalin hazırlıklarını yaptığı sert sınıf mücadeleleri için hazırlanması gerekiyor. Devrimci dinamikler her yerde uç veriyor ancak özellikle 20. Yüzyıl deneyimlerinden beri iyi biliniyor ki, devrimci örgütü, yeterli hazırlığı olmayan en büyük emekçi hareketleri bile yenilgiye yazgılı.    

Paylaşın