Umut Yazıları

Bahar Sokakta Güzel – Özenç Derin Bademci



AKP/RTE iktidarının beka söylemi üzerinden gelişen seçimler, her ne kadar teknik açıdan bir yerel seçim olsa da; ekonomik kriz, yönetememe krizi, kullanılan söylemlerin reddiye temeline oturması ve sonuçların taraflara sağlayacağı moral değer ve üstünlük birlikte değerlendirildiğinde, 31 Mart seçimleri adeta bir genel seçim havasında geçmiş durumda. Toplumsal meşruiyeti bulunmayan, faşist kuşatma sayesinde toplumu konsolide eden AKP/RTE iktidarının halk kesimleri ile geleceği her karşılaşmayı, bundan sonra rıza kültürü kavramı üzerinden genel bir referandum konseptinde değerlendirebiliriz.

Seçim sonuçları üzerinden genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, AKP/RTE iktidarı çalışan sınıfların yoğunlukta olduğu kent metropollerinin birçoğunu kaybetmiş durumda. Bu durumun kendisi AKP/RTE iktidarı yönünden bir kırılmayı ihtiva etse de, sadece bu kırılmayı veri alıp kendiliğindenci bir tarzla sürecin normalleşeceğini ve bu bağlamda toplumsal muhalefetin gelişeceği yönündeki yaklaşımlar, seçim sonuçlarını ve sonrasında gelişecek sıcak mücadele koşullarının okumaktan oldukça uzak durmakta.

Gerçekçi bir analiz yapmak açısından öncelikle seçim öncesi RTE’nin Kürdistan’a içkin kurmuş olduğu “BEKA” söylemini doğru bir hatta irdelememiz gerekmektedir. Bu sefer yapmaz denilen balkon konuşmasını buruk kalabalıklar karşısında yalnız bir şekilde yapan RTE, konuşmasının büyük bir bölümünü “ekonomik reform hamlesi” üzerinden gerçekleştirdi. Peki böyle bir yenilgi sonrası RTE’yi ekonomik reform söylemine getiren neydi? RTE’nin seçim öncesi dilinden düşürmediği beka sorunu, sadece Kürdistan’a içkin bir söylem miydi?

Yoksa AKP/RTE iktidarının ve onun önderliğini yapmış olduğu sermaye bloğunun uluslararası finans kapital ile yaşadığı bir beka sorunu muydu? Bu sorunun cevabı seçim öncesi ve sonrası TÜSİAD’ ın yapmış olduğu açıklama ile birlikte değerlendiğinde kendini açığa çıkarmaktadır.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz kriz durumu, Türkiye kapitalizminin oluşumuna ilişkin varoluşsal bir kriz olma özelliği taşımaktadır. Başka bir ifadeyle bu durum, Kapital’de “düşman kardeşler” olarak tarif edilen modern ve kadim sermayeyi bir arada tutma şeklinde gelişen Türkiye’ye özgü çarpık kapitalizmin tezahürüdür. Cumhuriyet tarihi, finans kapital adına kadim sermayenin baskılandığı ve kontrol altına alındığı birçok momenti kendi siyasal geçmişi içinde barındırmaktadır. Türkiye kapitalizminin oluşum dinamikleri üzerinden gelişen bu durum, AKP/RTE iktidarıyla yapı bozumuna uğramış, adeta şantiye ekonomisi üzerinden gelişen bu sermaye bloğu (yeni burjuvazi) Türkiye Kapitalizminde başat aktör haline gelmiştir. Başka bir ifadeyle, AKP/RTE iktidarı ile birlikte tarihsel olarak ikincil (kadim sermaye-yeni burjuvazi) planda olan politik olarak birincil kılınmıştır.

Seçim öncesi TÜSİAD, krizin nedeninin dış finansman sorunu olduğunu ve bunun sıcak para girişiyle çözülebileceğini açıklamıştır. Sorun tam da bu noktada kendini göstermektedir. Uluslararası finans kapital, AKP/RTE iktidarının artı değer ve üretime dayanmayan, şantiye-müteahhit ekonomisi üzerinden gelişen yeni burjuva modeline bu haliyle sıcak para akışını kabul etmemekte, üretim ve artı değer üzerinden şekillenen, vermiş olduğu kredi ve faizlerin geri dönüşünün sağlıklı bir şekilde sağlandığı ekonomik modeli zaruri görmektedir. Bu model tarihsel olarak birincil olanın politik olarak da birincil kılınacağı, uluslararası finans kapital adına RTE öncülüğündeki yeni burjuvazinin baskılanacağı bir süreci de beraberinde getirmektedir. İşte RTE’nin seçim öncesi Kürdistan özgülünde dilinden düşürmediği beka sorununun kendisi, uluslararası finans kapital ile yaşamış olduğu bir nevi beka-varlık sorunudur.

Öncelikle AKP/RTE iktidarının uluslararası sermaye ile yaşamış olduğu beka sorunu üzerinden egemenlik krizini TDH’nin doğru analiz etmesi ve bu kriz üzerinden oluşacak yarılmalarda tedavi edici değil, derinleştirici rol oynaması gerekmektedir. Seçim öncesi ve sonrası yapılan yorumlarda, seçimin ana belirleyeninin yaşanan ekonomik kriz olduğu vurgulanmış, krizin kendisi sadece yaşanacak oy kaybı üzerinden değerlendirilmiştir. TDH’nin birçok kesiminin de dâhil olduğu bu yaklaşım ve analiz tarzı krizin yaratmış olduğu “egemen sınıflar mevzilenmesini” görmezden gelen, gelecekte yaşanacak daha büyük krizleri ve egemenler arası yarılmaları es geçen bir hatta durmaktadır. Yaşanan ekonomik kriz, TÜSİAD’ın açıklamaları ve RTE’nin balkondan açıkladığı yeni reform süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde, halk kesimlerinin yaşadığı kriz ile egemenlerin kendi içinde yaşamış olduğu sermayeye içkin kriz, TDH tarafından birleşik okunmalı ve yeni süreçteki mücadele hattı bu dinamik üzerinden örülmelidir.

Buraya kadar süreci RTE’nin beka sorunu üzerinden okumaya çalıştık. Bir de Mart’ın sonunun bahar olduğunu müjdeleyen devletlü parti CHP ve ona yedeklenen Sol ve Kürt liberalleri açısından sürecin tahlil edilmesi elzem bir noktada durmaktadır. Bu noktada CHP’ye ve onun izlediği siyasal çizgiye yaklaşımın kendisi TDH içinde devrime yaklaşımın turnusolü mahiyetindedir. Ne kadar devlete ve onun kurduğu ve yönettiği verili demokrasi oyununa yaklaşırsan o kadar devrimden uzaklaşırsın. Uluslararası finans kapital ile yeni burjuvazi arasında bu denli yoğun bir yarılmanın olduğu bir durumda, finans kapital denetiminde sürecin normalleşmesinde rolü ve görevi olan başka bir egemen kampa (CHP) yedeklenmek devrimden kaçış hamlesidir. Devrimcilik, egemenlerin yazdığı senaryoda figüran olmak değil, proletaryanın ve ezilen halkların başrolünü oynadığı bir filmin makinisti olmaktır. Bu bağlamda önümüzdeki süreç birleşik devrim mücadelesi ekseninde, reformist yapılara karşı güçlü ve donanımlı bir ideolojik mücadelenin verilmesini zaruri kılmaktadır.

Krizin bu denli derinleştiği koşullarda, krizi farklı dinamik ve ittifaklarla derinleştirmek yerine, krizin normalleşmesinde görevli devlet partisine yedeklenen solun, finans kapital lehine yaşanacak normalleşmeden ne beklediği merak konusudur. Bu bağlamda kriz koşullarında oluşan egemenler arası yarılmayı derinleştirmek için yeni sürece içkin AKP/RTE iktidarının ezberini bozacak mücadele zemin ve ittifaklarının yaratılması birleşik devrim perspektifinin olmazsa olmazıdır.

RTE balkon konuşmasında Kürt illerindeki başarısından dem vurarak, moral olarak çökmüş kendi kitlesini konsolide etme çabasındadır. Kürdistan belediyeleri özgülünde kazanç ve kayıplar bir yana, Türkiye metropollerindeki Kürt gerçekliği bu seçimin ana belirleyicisi olmuş durumdadır. He ne kadar RTE balkondaki konuşmasında Kürt illerindeki başarıdan bahsetse de, İstanbul-Ankara-İzmir-Mersin-Antalya-Adana’da gettolaşan Kürt nüfusu, bu metropollerde AKP/RTE iktidarını yenilgiye uğratmış Türkiye’nin en örgütlü seçmenidir. Bu toplamın kendisinin yeni süreçte Kürt liberal siyasi hattının inisiyatifine bırakılmaması önümüzdeki sürecin en can alıcı momentlerinden birini oluşturmaktadır.

AKP/RTE iktidarı bu seçimde en büyük yenilgiyi çalışan sınıfların yoğunlaştığı ve kaynaştığı kent metropollerinde almıştır. Bu durumun kendisi ilerleyen sürecin “kent merkezli proleter karakterini” mücadele zemininde açığa çıkarmaktadır. Yaşanan ve daha da derinleşecek bu kriz döneminde batıda Türk ve Kürt proletaryası-kent yoksullarının sokağı merkez alan ortak mücadele zeminlerinin örülmesi, krizin Birleşik Devrim Güçleri lehine derinleşmesinin önünü açacak önemli dinamiklerin başında gelmektedir.

Paylaşın