Gündem

Amerikan Emperyalizminin Büyük Provokasyonu Üzerine – Cenk Ağcabay

Adeta bir haber ve yorum sağanağı altında geçen birkaç günün ardından, karşımızdaki tablo biraz daha netleşmeye başladı. Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendis’in katledilmesinin ardından yaşanan en önemli gelişme, 5 Ocak’ta Irak Parlamentosu’na sunulan bir tasarının kabul edilmesi oldu. Kabul edilen tasarı, hükümetten başta ABD askerleri olmak üzere yabancı ülke askerlerinin Irak’tan çıkarılmasını istiyor. Irak’ta faaliyet gösteren IŞİD karşıtı koalisyona temel oluşturan anlaşmanın iptalini de içeren tasarı uygulanabilirse Irak açısından bir dönüm noktası olma potansiyeline sahiptir. 

Tasarı bu potansiyele yani Irak’ı tipik bir 21. Yüzyıl sömürgesi olmaktan kurtarma potansiyeline sahiptir ancak bunun temel koşulu hiç kuşkusuz tasarının hayat bulması için gerçek bir halk seferberliğinin bu hedef doğrultusunda harekete geçirilmesidir. Altını bir kez daha çizmekte yarar var: Irak ABD emperyalizminin sömürgeci boyunduruğu altında bulunun bir 21. Yüzyıl sömürgesidir. Sömürgeci hakimiyet 2003’teki askeri işgalle başlamıştır. Tasarının uygulanması Irak’ın sömürge olmaktan çıkış sürecinin ancak ilk adımı olacaktır çünkü bağımlılık mekanizmaları sadece askeri değildir. Finansal, istihbari ve politik bağımlılık mekanizmaları askeri mekanizmalarla birlikte bütünlük oluşturmaktadır. Gerçek bir kurtuluş ancak bunların tümden tasfiyesi ile başarılabilir. Mevcut hükümet ve sahnede yer alan politik kadroların sınıfsal ve politik doğaları gereği ne böyle bir yönelimi ne de bu yönde bir isteği vardır. Onlar ABD’nin oluşturduğu sömürgeci kurumların bekçileridir ancak halkta birikmiş büyük öfke ve halkın özlemleri onlar üzerinde güçlü bir basınç oluşturmaktadır, attıkları adımlar esas olarak halkın onların politik denetimden çıkmasını engellemeye yöneliktir. Halkın öz iradesi ve örgütleriyle sürece müdahil olması gerçek bir kurtuluşun hem temel koşulu hem de yegane teminatıdır. 

ABD’nin askeri işgalden sonra Irak’a atadığı sömürge valilerinden biri Ryan C Crocker idi. Ryan C Crocker görevi Paul Bremer’den devralmıştı. Bugünkü Irak’taki sömürgeci politik kurumları oluşturan düzenlemelerin, 200 devlet şirketini özelleştiren ve tekelci şirketlere sonuna dek açan yasaların yapıcısı Bremer’di. Irak’ı sahip olduğu sınırsız yetkiler ve geniş kaynaklarla “dönüştürmüştü” Bremer. Bugünkü sömürge Irak’ta politik ve ekonomik kurumlar büyük ölçüde onun damgasını taşıyor. O temsil ettiği emperyalist hakimiyet imgesiyle, işgalden sonra Irak’tan yeni “bir model ülke” yaratma göreviyle Irak’a ayak basmıştı. Crocker ise 2002 yılında ABD yönetimi için ufuktaki Irak işgalinin olası sonuçlarını içeren geniş kapsamlı değerlendirme raporunu hazırlayan ekibin içinde yer almıştı.

Crocker, Süleymani ve el-Mühendis’in katledilmesinin ardından bilgisayarının başına geçti ve New York Times gazetesi için gelişmeleri değerlendiren bir yazı yazdı. Crocker yazısına öncelikle Süleymani ve el-Mühendis’in öldürülmesinin kendisi üzerinde yarattığı “derin tatmin duygusunu” ifade ederek başlıyor. ( The Long Battle With Iran, Jan 5) Bu derin tatmin duygusunu pek çok Amerikan askerinin ölümünden sorumlu olan ikiliden alınan intikam nedeniyle yaşadığını belirten Crocker, Amerika “en tehlikeli ve büyük düşmanlarını yok etmiştir” diyor.

Crocker yazısında Ortadoğu’da ABD İran kapışmasının tarihsel bir taslağını sunuyor. “1983 yılında genç bir Dışişleri Bakanlığı görevlisi olarak, İran’ın arkasında durduğu terörizm nedeniyle ABD’nin Lübnan’dan askeri güçlerini nasıl çekmek zorunda kaldığını” gördüğünü anlatıyor. 1998-2001 yılları arasında ABD’nin Suriye Büyükelçisi olan Crocker, bu yıllarda Suriye yönetiminin ve Başkan Esad’ın ABD’nin düşmanı Lübnan Hizbullah’ı ile ne derece yakın ilişkilere sahip olduğunu ve işbirliği yaptığını içeriden üzüntüyle gözlemleme olanağı bulduğunu da belirtiyor.

Crocker, son gelişmeleri değerlendirirken, Irak meclisinden geçen son tasarıya özellikle dikkat çekiyor; Irak Başbakanının bunu yaşama geçirme eğiliminde olduğunu belirtiyor ve “eğer Bağdat’taki büyükelçiliğimizi kapatmak zorunda kalırsak, sahayı izleme ve olayları etkileme gücümüzü yitiririz, bu İran için büyük bir zafer anlamına gelir” saptamasını yapıyor ve ekliyor: “Irak halkı hatırlamalıdır, ABD güçleri en son ülkeden çekildiğinde, IŞİD ülkeye girdi.” 

Irak Meclisinden geçen tasarı hakkında konuşan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’da Crocker’ın sözlerinin benzeri şeyleri tekrarladı; Irak’ta IŞİD savaşı için bulunmaları gerektiğini, Irak halkının ABD’nin varlığını istediğini belirtti. Trump’ın ise bu tür sahte gerekçeler uydurmak için diğerleri kadar tahammülü yoktu, konuya doğrudan girdi: “eğer Irak gitmemizi isterse onlara hiç görmedikleri ağır yaptırımlar uygularız”. ABD’nin görevde olan ve olmayan yetkililerinin “IŞİD savaşını” vurgulamaları, özünde asli bir tehdidin dile gelişidir, bu örtük bir tehdittir ve bir mezhep savaşının ateşlenebileceğine işaret etmektedir. Crocker’ın bu konuda oldukça geniş tecrübelere sahip olduğu çok iyi biliniyor. Onun sömürge valiliği döneminde örgütlediği işbirlikçi Şii Iraklılardan oluşan ölüm mangalarının işlediği cinayetler aracılığıyla bir mezhep savaşının fitilini nasıl ateşlediği ve bu gerici mezhep savaşının Irak’ı kan gölüne çevirerek işgalcinin konumunu nasıl güçlendirdiği tüm ayrıntılarıyla kayıt altındadır. Sözünü ettikleri “IŞİD tehlikesi” de bu mezhep savaşının organik ürünüdür ve işgalcinin “kurtarıcıya” dönüşebilmesinin en etkili enstrümanıdır.  

Süleymani’ye yönelik suikastın düzenleniş biçimine ilişkin en açık bilgileri doğrudan Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi sözkonusu tasarı hakkında Irak meclisinde yapılan toplantıdaki konuşmasında verdi. Abdülmehdi’nin verdiği bilgiler, ABD yönetici elitinin Irak hükümet üyelerine nasıl zavallı paryalar gibi muamele ettiğine de güçlü bir ışık tutuyor. Abdülmehdi’nin verdiği bilgilere göre, Süleymani Bağdat’a kendisiyle görüşme yapmak için inmişti çünkü Süleymani’yi Bağdat’a kendisi davet etmişti. Öldürülmeseydi sabah 8.30’da Abdülmehdi ile buluşacaktı. Davetin nedeni ve görüşmenin gündemi, Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginlikleri yumuşatma amacıyla yapılabileceklerdi ve Irak Başbakanına göre, gerginliğin yumuşatılması amacıyla iki ülke arasında ara buluculuk yapması yönündeki talep kendisine ABD yönetiminden gelmişti. Süleymani’ye randevuyu bu kapsamda verdiğini belirten Abdülmehdi, saldırıdan çok kısa bir süre önce Amerikalıların kendisini arayıp saldırı düzenleyeceklerini bildirdiklerini, kendisinin saldırıya engel olmaya çalıştığını ancak artık çok geç olduğunu anlatıyordu. Abdülmehdi konuşmasında, 2019 yılında Irak’ta Haşdi Şabi birimlerine yönelik bazı hava bombardımanlarının İsrail hava kuvvetleri tarafından düzenlendiğini de kendisine ABD yetkililerinin aktardığını ifade etti. 

Bugün bir basın açıklaması yapan Adil Abdulmehdi’nin Askeri Sözcüsü Abdulkerim Halaf “ABD askerlerinin Irak’tan çıkarılması için gerekli plan ve mekanizmaları hazırladık” dedi. Halaf’ın açıklamasındaki başka bir unsur ise Abdulmehdi’nin suikastın düzenleniş biçimine dair açıklamalarını teyit ediyordu. Halaf suikast için, “Bu yapılan, hoş görülmeyen bir aptallıktır. Süleymani, bizim konuğumuzdu ve hedef alınamaması gerekirdi” diyordu.

Anlaşılır nedenlerle, birkaç gündür devam eden haber ve yorum sağanağı içinde kendine çok küçük bir yer bulabilen bu açıklamalar, ABD ve İsrail basınında sunulduğu gibi “nefes kesici” büyük bir başarılı gizli operasyonun değil işbirlikçiler yardımıyla planlanan bir komplonun gerçekleştiğine işaret ediyor. Kuşkusuz, bu ABD ve işbirlikçilerine çok yakışan bir tarzdır. Başbakan Abdülmehdi’nin suikast sonrasındaki tutumunu besleyen en önemli unsurun ABD’lilerin bu tarzı olduğu anlaşılıyor. Guardian gazetesi, Bağdat’ta düzenlenen tören hakkındaki haberinde, tören öncesinde Başbakan Abdülmehdi’nin Bağdat’ta kitlesel bir tören düzenlenmesi konusunda ısrarcı olduğunu özellikle belirtmişti.

New York Times gazetesinin Bağdat’taki törenle ilgili haberinde ise, törenin neredeyse bir “devlet törenine” dönüştüğüne ve bu durumun Irak’taki İran nüfuzunun yeni bir göstergesi olduğuna vurgu yapılmıştı. Başbakan Abdülmehdi’nin “çok üzgün bir halde silahlı milis denizinin ortasında” yürüdüğünün de özellikle belirtildiği haberde, milislerin sürekli olarak Amerikan karşıtı ve “intikam sloganları” attığına dikkat çekilmişti.

İran Amerikan Ulusal Konseyi Başkanlığını yürüten eski Birleşmiş Milletler görevlisi İran kökenli yazar Trita Parsi, son gelişmeler üzerine şunları yazdı: “Amerikan halkı İran’la savaş istemiyor. Ortadoğu’daki çocuklarının ülkeye dönmesini istiyor. Başkan Trump seçim kampanyası boyunca ABD’nin Ortadoğu’daki aptalca savaşlarından vazgeçilmesi gerektiğini belirtmişti. Irak parlamentosu Amerikan askerlerinin çekilmesini isteyen bir karar aldı.” Parsi’nin söylediklerinin tümü doğru ama Amerika’nın Ortadoğu’daki varlığı ve eylemlerine Amerikan halkının gerçek çıkarları, Trump’ın istekleri, Irak halkının talepleri değil, Amerikan askeri-sınai- güvenlik kompleksinin yani Amerika’daki gerçek ekonomik ve politik güç merkezinin emperyalist çıkar ve istekleri yön veriyor.

Trita Parsi gelişmeleri değerlendirirken bir başka doğru noktaya işaret ediyor, ona göre, İran ABD’ye ilk yanıtı, Süleymani için düzenlenen törenlerin Bağdat’tan Tahran’a uzanan muazzam sahiplenilmesi ile verdi. Irak meclisinden çıkan kararın yanıtın bir başka önemli parçasını oluşturduğunu ekleyen Parsi, Süleymani için sadece İran’da değil Irak’ta da resmi yas ilan edilmesinin önemine de dikkat çekiyor.

Amerikan emperyalizminin sözcüleri, Süleymani suikastını “terör tehdidini” önleme amacıyla gerçekleştirdiklerini ifade ediyorlar. Süleymani’nin kimliğine yönelik Irak’tan İran’a, Yemen’den Lübnan’a, Suriye’den Filistin’e uzanan büyük sahiplenme ise Ortadoğu’da “terörizmin” kitlesel temelinin ne derece gelişkin ve büyük olduğunu gösteriyor. Eğer ABD ve İsrail yetkililerinin belirttiği gibi, Süleymani Ortadoğu’nun en tehlikeli ve güçlü “teröristi” ise, yaşanan büyük sahiplenme Ortadoğu’nun “teröriste” kestiğine işaret ediyor. ABD emperyalizminin “terörizmle savaş” adı altında meşrulaştırmaya çalıştığı saldırganlık belki de son yıllardaki en ciddi yanıtını bu provokasyon vesilesiyle aldı ancak Ortadoğu’da ABD eliyle oluşturulan bu ortam son derece tehlikeli ve provokasyonlara da açık. Amerikalı ya da Batılı sivillere yönelik misilleme eylemleri “tehlikesi” hakkındaki haber ve öngörüler Batı kamuoyunda hızla yayılmaya başladı. Küçük bir kıvılcım bölgenin devasa ateşlerle yanıp kavrulmasına yol açabilir. Sürecin gelişimine biraz daha geriden baktığımızda bu provokasyonun kaynaklarına ilişkin daha bütünlüklü bir görüş açısına ulaşabiliriz.  

2018 senesinin Şubat ayında New York Times gazetesinin sayfalarına konuk olan Lawrence Wilkerson şöyle diyordu:

                “15 yıl önce bu hafta ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell Birleşmiş Milletler’de Irak’a karşı yapılacak ‘önleyici bir savaş’ı satmak için kürsüye çıktı. Ben de onun Özel Kalem Müdürü olarak onun ‘savaşın tek seçenek’ olduğu yolunda sunduğu fotoğrafı netleştirmesine yardım ettim.”

Wilkerson, o soğuk günün sonunda bütünüyle uydurma gerekçelere dayanacak bir savaşı “uluslararası toplum”a satamadıklarını, çabalarının sıfır sonuç yarattığını düşünmüş, ama diyor “Birkaç gün sonra kamuoyu yoklamalarından gördük ki, o -Powell- Amerikalıları savaşa ikna etmişti.” ABD’yi Irak’la savaşa taşıyan bu faaliyetlerinin felaket sonuçlar yarattığını düşünen Wilkerson’a göre, “ABD’nin Irak Savaşı tüm bölgeyi bir istikrarsızlık içine itti.” ABD emperyalizminin son provokasyonuna bir de Wilkerson’ın anlattıkları üzerinden bakmak yararlı olacaktır.

Wilkerson’ın 2018 Şubat’ında Irak Savaşı’nı Amerikan halkına nasıl “sattıklarını” anlatmasının nedeni, onun benzer bir tehlikenin varlığından duyduğu büyük rahatsızlıktı. O bu yazıyı, Trump yönetiminin İran’la bir savaş için tıpkı kendilerinin geçmişte yaptığı gibi sahte gerekçeler yaratmaya çalıştığını gündeme getirmek amacıyla yazmıştı. ABD’nin son provokasyonunun İran, Lübnan, Suriye ve Irak’ta ABD saldırganlığına “meşru zemin” yaratacak tepkiler oluşturmak, önemli düşmanlarını yok etmek ve özellikle Lübnan, Suriye ve Irak’ı içine çekecek bir mezhep savaşına yakıt oluşturmak gibi birbirleriyle bağlantılı çeşitli nedenleri sıralanabilir. Son birkaç yılda Lübnan, Irak ve Suriye’de ve bir bütün olarak Ortadoğu’da geliştirdiği politikaların istediği sonuçları yaratamaması bu provokasyona giden yolu döşedi. Ortadoğu halklarının yüreklerine korku salmak gibi bir hedefi de olan bu provokasyonun yaratacağı çok önemli sonuçlar olacaktır kuşkusuz ancak Ortadoğu halklarını korkuyla teslim alma politikasının başarı şansı kalmamıştır. Geniş kitlelerin ABD saldırganlığına ilk yanıtı ve Irak’ta askeri çekilme üzerinde yoğunlaşan gündem, ABD’nin süreklileştirdiği tehditler sert hamlesinin sıkıntılı sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.  

Provokasyonun büyüklüğü ve yarattığı ortam ise büyük bir savaşa neden olacak bir kıvılcımın kolayca çakılabilmesi nedeniyle son derece hassas koşullar yaratıyor. Ne Ortadoğu halklarının ne de dünya halklarının, emekçilerin bu zehirli ortamdan ve bir savaştan çıkarı var. Tam tersine her zaman olduğu gibi emekçiler ve halklar savaş ve çatışmalardan en fazla zararı görecek olanlar. Ortadoğu halklarının birliğinin, kardeşliğinin ve dayanışmasının yegane yolu en üste halkların tam eşitliğini yazan anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-şovenist, anti-sömürgeci bayrak altında birleşmektir. Bunun dışındaki tüm yollar, daha fazla kan, gözyaşı ve emperyalizme kölece bağımlılıktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Amerikan emperyalizminin saldırganlığına karşı İran halkıyla dayanışma, İran’a emperyalist saldırıya hayır deme içinden geçtiğimiz günlerde büyük önem kazanıyor.

Paylaşın