Kriz anları kapitalizmin temel yapısal özelliklerinin en fazla görünür hale geldiği zamanlardır. Koronavirüs salgınının Avrupa’da ve Amerika’da hızla yayılmaya başlaması; İtalya’da vaka sayısının ve ölümlerdeki artışın ülkede yaşamı neredeyse durma noktasına getirmesi emperyalist metropollerin gözlerden gizlenen gerçeklerine güçlü bir ışık tutuyor.
Koronavirüs yayılıyor, ölüm vakaları artıyor ve ABD’nin itibarlı Harvard Küresel Sağlık Enstitüsü, diğer ülkelerdeki istatistiki verilerden yararlanarak, önümüzdeki haftalarda Amerika’da 10 milyon ile 34 milyon arasında insanın virüs etkisiyle hastaneleri ziyaret edebileceğini, bunların yaklaşık beşte birinin yoğun bakım ünitesinde yatmak zorunda kalabileceğini öngörüyor.
Harvard Küresel Sağlık Enstitüsü Başkanı Ashish K. Jha, New York Times gazetesine durumu değerlendirirken, “çok çok kaygılıyım” diyor. Onun çok kaygılı olmasının nedeni, Amerika’da hastanelerde her 1000 kişiye 2.8 yatak düşmesi ve Amerika’daki bu oranın İtalya’dakinden daha da düşük olması, İtalya’da her 1000 kişiye 3.2 yatak düşüyor. Bu oran Çin’de 4.3, Güney Kore’de 12.3’e çıkıyor. Harvard Küresel Sağlık Enstitüsü Başkanı çok kaygılı çünkü ABD’de yoğun bakım ünitelerinde toplam 45.000 yatak bulunuyor ve diğer ülkelerdeki verilerden hareket edildiğinde ABD’de yoğun bakıma yatırılması gereken hasta sayısının yaklaşık 200.000 olabileceği öngörülüyor.
Harvard Küresel Sağlık Enstitüsü Başkanı kaygılarını dile getirdikten kısa bir süre sonra kameraların karşısına geçen Ohia Valisi Mike DeWine ve Ohio Sağlık Departmanı Başkanı Amy Acton, bölgede nüfusun en az yüzde birine virüsün bulaştığını tahmin ettiklerini söylediler. Acton 11.7 milyonluk nüfus içinde en az 100.000 kişinin virüsü taşıdığına inandıklarını belirtti. Acton açıklamalarında, testlerde yaşanan gecikmenin, virüsün yayılma hızı ve kapsamı hakkındaki bilgilere erken ulaşmalarını engellediğini kabul etti.
Amerika’da sadece Koronavirüs testleri gecikmedi, Amerikan basınında yer alan sayısız haber ve söyleşide hastaların dile getirdiği gibi, ülkede çok sınırlı sayıda test gerçekleştirilebildi, hastalık semptomlarına sahip olanlar test için sağlık merkezlerine başvurduklarında çeşitli gerekçelerle reddedildiler. Bu konuda en kapsamlı haber ve söyleşiler New York Times gazetesinin “Sick People Across the U.S. Say They Are Being Denied the Coronavirus Test” başlıklı haberinde bulunuyor. Haber 12 Mart’ta yayınlandı.
Testlerin yavaşlığı ve dar kapsamı ilk ağızdan, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony S. Faluci tarafından da kabul edildi. Faluci, “bu bir başarısızlık, bunu kabul etmeliyiz” derken, testler hakkında “diğer ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de her ihtiyaç duyanın bunu kolayca yapması gerekiyordu, biz bunu kuramadık” sözleriyle yaşanan büyük başarısızlığı gözler önüne serdi.
Harvard Halk Sağlığı Okulu Başkanı Marx Lipstich’in konuya ilişkin sözleri de yaşanılanlara ışık tutuyordu, ona göre, hastalığın ülkedeki yayılma düzeyini gösterecek testler ancak “gülünç denecek sayılarda kalmıştı”. Demokrat Parti Başkan adaylarından Bernie Sanders Koronavirüsün yayılması karşısında ABD’de yaşanan büyük başarısızlığın nedeninin sağlık sisteminin yapısal sorunlarından kaynaklandığını vurguladığı bir açıklama yaptı ve “ülkemizde 87 milyon insan sağlık sigortasından mahrum, Korona bize sağlık sistemimizin saçmalığını gösterdi. Herkesin sağlık sigortası kapsamına alınması gerekiyor.” dedi.
Bernie Sanders ABD’de sağlık sisteminin “saçma” olduğu için başarısız olduğunu düşünüyor ve Amerikan basınını kaplayan haber ve yorumların ezici çoğunluğu, yaşanan “başarısızlığın” nedenini kötü yönetim, Trump’ın gerekli önlemleri almakta gecikmesiyle açıklıyor. Sanders ve diğer eleştiri sahipleri, meselenin sınıfsal temelini bütünüyle gözden uzak tutuyor, Koronavirüs salgını karşısında sınıf hatlarındaki bölünmeyi görünmez kılıyor.
Emekçiler salgın tehlikesi altında işe gitmeye zorlanır, işten çıkarılma ile hastalık tehlikesiyle yüz yüze çalışma seçenekleri arasında seçim yapmak zorunda kalırken, büyük patronlar lüks jetlere atlayıp tehlikesiz alanlara yerleştiler bile. Guardian gazetesinin haberine göre, “birçok zengin, yanlarına özel doktorlarını alarak enfekte olmamış ülkelerdeki ‘felaket sığınakları’na” kaçtı. Özel jet kiralamada bir patlama yaşanıyor. Milyonerlere seyahat hizmeti veren Quintessentially şirketi, müşterilerinden özel lounge ve terminal talepleri aldıklarını, bazı üyelerinin jetlerin uçuş öncesi dezenfekte edilmesini istediğini açıkladı. Silikon Vadisi milyarderlerinin adresi daha önceden satın aldıkları Yeni Zelanda’daki araziler içine yapılmış villalar oldu, “doğal olarak” özel doktorları ve sağlık personeli de onlara eşlik ediyor.
Avrupa’da şu ana dek en fazla ölümün yaşandığı İtalya’nın sağlık sistemi de bu gelişmeler vesilesiyle tartışılıyor. Avrupa Komisyonu 2011 ile 2018 arasında birlik üyesi ülkelerden 63 kez sağlık harcamalarında kesinti ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi yönünde taleplerde bulunmuş. 2008 krizi sonrası Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanan kemer sıkma paketlerinin öncelikli başlıklarından birisi eğitim, sağlık ve sosyal harcamalara yönelik bütçe kesintileriydi ve borç krizi kıskacındaki İtalya sert bütçe kesintilerinin yaşandığı ülkelerin en başta gelenlerindendi. Bu uygulamalar, hiç kuşkusuz İtalya’nın sağlık sisteminde yaşanan dejenerasyon üzerinde ciddi bir etki yarattı, öyle ki, 2009 ile 2017 arasında gerçekleşen 5.2 oranındaki kesintiler nedeniyle ülkede sağlık çalışanı sayısı 46.500 azaldı.
İtalya deneyiminde gözlenen bir diğer eğilim 30 yıllık neo-liberal saldırı sürecinin yarattığı dejenerasyonu açık biçimde gözler önüne seriyor; buna göre, İtalya’da 1980 yılında hastanelerde her yüz bin kişiye 922 yatak düşerken, bu oran günümüzde 262’ye inmiş durumda. Bu oranlar, sağlık personeli ve hastanelerdeki yatak sayısı yetersizliğinin neo-liberal saldırı sürecinin en belirleyici sonuçlarından biri olarak ortaya çıktığına işaret ediyor. Kapitalistlerin 30 yıldır emekçilere yönelttiği sınıfsal saldırının sonuçları en çıplak biçimde bugün yaşanan ölümlerde somutlaşıyor ve bu kesinlikle reformist sosyalist ve sosyal demokratların iddia ettiği gibi bir “saçmalık” değil, kapitalizmin çıplak bir sınıfsal gerçeği.
Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı uzmanlarından Dr Renee C Wurth ve Max Planck Enstitüsü uzmanlarından Nick Obradovich, Guardian gazetesi için kaleme aldıkları bir yazıda sordular: “Amerikan şehirleri Wuhan deneyimine sahip olacak mı?” Kendi sorularını yazılarında şöyle yanıtladılar: “Ancak şanslılarsa”. Amerikalı uzmanlara göre, Wuhan’ın yakın geçmişteki deneyiminden öğrenmek, kendi ülkeleri ABD’nin tarihsel bir felakete sürüklenmesini engellemenin tek yolu. Wuhan deneyimi ve Çin’de Koronavirüsle mücadele süreci hakkında çeşitli bilgiler veren uzmanlar, Çin yönetiminin de başlangıçta etkin bir müdahale gerçekleştirmekte geciktiğini ve hatalar yaptığını belirtiyorlar.
Uzmanlar, Çin yönetiminin tehlikenin boyutlarını gördükten sonra hızla harekete geçtiğini, özellikle katı sosyal mesafe ölçüleri geliştirerek, katı karantinalarla ve serbest test uygulamalarıyla durumu başarıyla kontrol altına aldığını vurguluyorlar. Onlara göre, bu kararlı uygulamalar sonucunda Çin yönetimi on binlerce insanın yaşamını kurtardı. Bu süreçte Çin’de elde edilen bilgilerin “paha biçilmez” değerde olduğunu dile getiren uzmanlar, ABD’nin de Çin’in uygulamalarıyla aynı yolu izlemesi gerektiğini öneriyorlar.
Ama bu mümkün mü?
Çin’de salgının başlamasından itibaren, durumu Çin’e karşı saldırının etkin bir silahına dönüştürenlerin, Asyalılara ve Çin’e karşı ırkçı önyargıları bilinçli olarak ahlaksızca kışkırtanların Wuhan deneyiminden öğrenmeleri gerçekçi mi?
Emperyalist kibir, ideolojik önyargı ve emperyalist saldırı iştahı uzmanların “paha biçilmez” olduğunu dile getirdikleri deneyimlerden öğrenmelerinin önündeki en büyük engel ve bu konuda elde oldukça zengin bir katalog var.
28 Ocak’ta yayınlanan bir söyleşide konuya ilişkin soruları yanıtlayan John Hopkins Üniversitesi Sağlık Güvenliği Profesörü Jennifer Nuzzo o dönem ABD’de hükümetin Koronavirüs karşısında tutum belirlemesi için gerekli verileri toplayan ve bu çerçevede hükümete öneriler geliştiren Salgın Gözlem kurumunu yönetiyordu. Söyleşide ondan Huwan’da uygulanmaya başlayan katı karantina kararı hakkındaki düşünceleri sorulmuştu. Nuzzo, bu uygulama nedeniyle “derinden kaygılı” olduğunu belirtmişti çünkü ona göre, bu tip “sert hükümet uygulamaları” çok tehlikeliydi ve geri tepebilirdi. Bu tip uygulamalar, “boyun eğmiş insanları yaralayabilirdi”.
Nuzzo’nun kullandığı ifadeler muğlak ve son derece örtüktü ancak bu ifadelerle neye işaret etmek istediği anlaşılabiliyordu. Şimdi Amerikalı diğer uzmanlar, Huwan’da on binlerce hayatın bu uygulamalarla kurtarıldığını ve ABD’nin de bu deneyimden yararlanması gerektiğini belirtiyorlar.
Nuzzo’nun muğlak ifadeleri o dönem New York Times gazetesinin konuyla ilgili bir haberinde çok daha açık ifade edilmişti. NYT Huwan’daki karantina uygulaması başladığında şunları yazmıştı: “Çin Koronavirüsle mücadele etmek için 60 milyon insanı tecrit etti ve katı bir karantina uygulaması başlattı ve yüz milyonlarca insana seyahat sınırlaması getirdi. Çin’in bu kampanyası insanların geçim yollarına ve kişisel özgürlüklerine çok ağır bedeller yüklüyor.”
Çin’de başlayan salgın, emperyalist Batı hükümetleri ve onların propaganda aygıtları aracılığıyla Çin’i aşağılama, Çin’e saldırma vesilesine dönüşmüştü. Çin uyguladığında “insanların geçim yollarına ve kişisel özgürlüklerine çok ağır bedeller yükleyen kampanya”, İtalya uygulamaya başladığında aynı gazete tarafından şu şekilde duyurulmuştu: “İtalya ekonomisini riske ederek Milano, Venedik ve kuzey İtalya’nın büyük bir kısmını Avrupa’nın en büyük Koronavirüs salgınını sınırlamak amacıyla tecrit ediyor.”
“Kahraman İtalya” ekonomisini riske etmek pahasına Avrupa’nın en büyük salgınını sınırlamak için savaşıyordu! Oysa NYT Çin hakkında bu haberi yapmazdan iki gün önce, Dünya Sağlık Örgütü ve Çin’in Covid-19’a karşı oluşturduğu ortak mücadele grubunun başında bulunan Bruce Aylward’ın sahadan gözlemlerini ve görüşlerini sayfalarına taşımıştı.
Aylward Huwan halkı için, “adeta bir savaştaymış gibi mobilize olmuşlar, kendilerini savaşın ön cephesinde yer alan ve savaşın Çin’in diğer bölgelerine ve dünyaya yayılmasını önlemek için savaşanlar olarak görüyorlar.” diyordu. Aylward bir Çin devlet görevlisi değil, Batılı bir bürokrat ve Çin devlet görevlileriyle değil geceleri trende, caddede, otellerde karşılaştığı sıradan Çinlilerle konuştuğunu vurguluyor ve konuştuğu şahısların herhangi bir devlet korkusu olmadan konuştuğunu özellikle dile getiriyordu.
Avrupa’nın neredeyse yarısında Koronavirüs nedeniyle küçük toplantı ve etkinlikler iptal ediliyor ve okullarda eğitime ara veriliyor ama Defender 2020 adını taşıyan NATO tatbikatı Avrupa’da devam ediyor. Tatbikat bir Rusya saldırısı durumunda Avrupa’nın nasıl korunacağını göstermeyi amaçlıyor ve tatbikata katılmak için ABD’den on binlerce asker Avrupa’ya geldi. Koronavirüsün ABD’de hıızla yayılmakta olduğu artık ABD hükümeti tarafından bile kabul edilmiş durumda. ABD Koronavirüs nedeniyle Avrupa ülkelerinden insanların ABD’ye girmesini yasaklayan bir karar aldı. Anlaşıldığına göre, “kahraman” ABD askerlerinin Koronavirüsten bağışık olduğuna dair bir inanç sadece ABD yöneticilerinde değil AB yöneticilerinde de mevcut.
Kendi ülkelerinde hayatı durduran Avrupa ülkeleri yöneticileri söz konusu NATO ve ABD askerleri olduğunda, kendi halklarının “güvenliği” konusunda dahi herhangi bir tasarrufta bulunma hakkına sahip değiller ve bu durum hiç şaşırtıcı değil.
İsviçre ve Zürih Kantonunda son iki günde Covid-19’a yakalananların sayısı ikiye katlandı ve okullar 4 Nisan’a değin tatil edildi. Herkes birbirine şu soruyu soruyor: “Neden geçen hafta tatil edilmedi, ne için beklendi?” Herhalde virüsün yayılması için beklemediler; ama beklediler çünkü hayata kapitalizm yön veriyordu. Kapitalizmin yön verdiği bir toplumsal hayatta her şey esas olarak kapitalistlerin kar dürtüsüne tabiydi ve İsviçre’deki gecikmenin kaynağında da bu yalın gerçek bulunmaktaydı.
Yukarıda konuşmalarını aktardığımız Jennifer Nuzzo söyleşiyi verdiğinde, ABD’de sadece 5 vaka saptanmıştı ve 110 kişinin test sonuçları üzerinde çalışmalar devam ediyordu. Bir kez daha belirtelim söyleşi 28 Ocak’ta yayınlanmıştı. 12 Mart’a gelindiğinde ABD basını yaşanan büyük başarısızlığın nedeninin hazırlıksızlık olduğunu ısrarla belirtiyor. Onlar “başarısızlığı” kabul etmek zorundalar çünkü başka türlüsü mümkün değil ama yine ısrarla “kapitalizme toz kondurmuyor”, durumu Trump’ın cahilliği, kendini beğenmişliği ile açıklamaya çalışıyorlar. Oysa son iki gündür Amerikan Senatosu’nda konuya ilişkin bir yasa teklifi üzerine tartışmalar meseleyi son derece açık biçimde ortaya koyuyor. Yasa teklifi, Koronavirüs vesilesiyle çalışanların hastalık durumunda ücretli izinli sayılma hakkına ilişkin. Cumhuriyetçi Senatörler bu yasa teklifine sert bir muhalefet geliştirdiler ve gerekçelerini bir senatör açıkladı; ona göre, bu yasa teklifi işverenlere “ağır yükler getirecek” ve bu nedenle ABD ekonomisi büyük zarar görecekti.
İşçilerin ölümü üzerine inşa edilmiş “zarar görmeyen” bir ekonomi tam da kapitalizm anlamına gelmiyor mu? Tam da kapitalizm anlamına geldiği için, Zürih’te okullar Koronavirüs nedeniyle tatil edildi ama pek çok sektörde çalışma süreci kesintisiz devam ediyor. Anlaşıldığı kadarıyla, İsviçre’nin en fazla insanla yüz yüze gelen işkollarında, fabrikalarında Koronavirüs tehlikesi bulunmuyor. İsviçre’nin en büyük şirketlerinden COOP gıda tekeline bağlı bir fabrikada çalışan bir emekçinin verdiği bilgiye göre, son birkaç günde market raflarının boşalması nedeniyle artan talebe bağlı olarak COOP için üretim yapan fabrikalarında üretim hacmi artmış, işçiler aynı koşullarda çalışmaya devam ediyor ve tek istisna fabrikadaki üretim sürecini kontrol eden şeflere ilişkin. Şeflere bilgisayarlarıyla evden çalışma ayrıcalığı tanınmış.
İsviçrelilerin çok övündüğü “doğrudan demokrasi” işte böyle işliyor. Yeni Zelanda uzak, patronlar muhtemelen Alp Dağlarında korunaklı sığınaklarında, şefler korunaklı evlerinde bilgisayarları üzerinden üretimi kontrolde ve işçiler etraflarında öksüren ya da ateşlenen bir arkadaşlarının olup olmadığını sürekli kontrol ederek makineler başında çalışmak zorunda. Ne de olsa İsviçre’de Koronavirüs krizi derinleşmiş, market rafları boşalmış, gıda maddelerine talep adeta patlamış…
Herhalde kapitalizmin bundan daha çarpıcı bir büyük resmini bulmak son derece zordur. Demiştik ya, kriz anları kapitalizmin temel yapısal özelliklerinin en fazla görünür hale geldiği zamanlardır. İşte öyle bir zamanın içindeyiz. Bu büyük resmin bir de henüz görünmeyen kısmı var. O kısımda, tüm bu alçakça eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri yani kapitalizmin en doğal eğilimlerinin mantıksal sonuçlarını gören ve harekete geçen kitleler var. Bir de, bu kitlelere başka bir dünya hedefi gösteren politik merkezler.
Trump’tan Macron’a, Johnson’dan Conti’ye kapitalistlerin hizmetkarları, Koronavirüs’e karşı “uluslarından” fedakarlık ve dayanışma isteyen nutuklar atıyorlar. Onların “uluslarının” ayrıcalıklı unsurları güvenli korunaklarında konumlanmış olan biteni izliyor. Fabrikalarının, hisse senetlerinin durumunu kontrol ediyor.
Salgının giderek daha fazla alanı ve nüfusu etkilemesi, özellikle de emperyalist metropoller üzerinde ciddi tahribat yaratmaya başlaması zaten derin bir ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmekte olan dünya ekonomisine yeni yükler getiriyor. Bu yüklerin kaçınılmaz sonuçları olacak ve emperyalist metropollerde yükseltilen bu “doğal afete karşı “ “ulusal birlik” söylemlerinin asıl amacı hedef şaşırtmak, yaşanan facianın gerçek faillerini gölgelemek. İşte bu nedenle, bu faciaya karşı sınıf mücadelesini yükseltmek, yaşananların sınıfsal nedenlerini açık ve yalın bir biçimde ortaya koymak, öldürenin virüs değil kapitalizm olduğunu en gür sesle dile getirmek yaşamsal bir önem taşıyor.
Resmin henüz görünür olmayan kısmına odaklanmak, emekçilere yaşamak için temel koşulun bile kapitalizme karşı mücadele etmek olduğunu göstermek içinden geçilen günlerin temel görevi olarak beliriyor. Öldüren Koronavirüs değil kapitalizm! Kurtuluş Koronavirüsü de engellemek için kapitalizmi öldürmek!