Ali Efe, Gündem, Umut Yazıları, YAZARLAR

Emperyalizmin kilitlenen bunalımı ve büyüyen birleşik devrim ihtiyacı – Ali Efe

-I-

Sosyalistlerin bir kısmı şiddetlenen emperyalist mali bunalımın virüs salgını nedeniyle olmadığını, virüsün sadece tetikleyici olduğunu ve mali krizin virüsten bağımsız bir şekilde 2008’den bu yana gelişmekte olduğunu açıklamakla meşguller. Tezleri doğrudur. Ancak bu tartışma çerçevesi tez sahiplerini sol iktisatçı mevzilerin ötesine taşımaz.

Sosyalistlerin bir diğer kısmı virüsün yol açtığı insanlık kıyımına karşı kapitalist sistemin sağlık politikalarını hedef alan bir eşitlik söylemi üzerinden mücadele arayışındalar. “Sınıfsal yaklaşım” adına “sağlık” meselesini aşmayan “işçi ve halk sağlığı” söylemiyle yürütülen muhalefet onları düzen solculuğundan öteye taşımaz.

Derinleşen küresel ve ülkesel kriz koşullarında sol iktisatçılarla düzen solcularının proletarya ve ezilen halkların devrim mücadelesine yol açacak perspektifleri yoktur. Bize önerdikleri kapitalizmin saldırısı karşısında “savunmacı” geri ve düşük mevzilenmelerdir.

Devrimci komünizm krizden virüse, virüsten petrol rekabetine bütün tezahürleriyle yaşananları Leninci “emperyalist bunalım ve savaş” bağlamı içinde görüp kendi devrimci savaşını bu temelde örgüt ve mücadele eksenine oturtmayı esas alır.

-II-

Soru şudur:

Krizin yapısal olduğu tespitini ve bunun bugün yarın patlak vermesinin zaten kaçınılmaz olduğu belirlemesini yapan “öngörü” yeteneği sadece sol-sosyalist “iktisatçı”larda mı vardır? Bütün küresel hesabı kitabı elinde tutan finans kapitalizmin çekirdek temsilcilerinde bu kaçınılmaz gidişi görecek sınıf bakışının olmadığını kim söyleyebilir? O zaman tarihsel politiğin bize öğrettiğince, emperyalist kapitalizmin kriz çözümü olarak evrensel pazara bir savaş müdahalesi yapmasının ve sonrasında yeni hegemonya düzeyine göre yeni bir birikim modeli geliştirme zorunluluğunun verili virüs kriziyle bağlantısı nedir?

Leninizm, finans kapitalizmin bunalımının kaçınılmaz savaşlar getireceğini proletaryanın görüş merkezine koymuştur. Bu emperyalist savaş gerçeğini görmezden gelenler ikinci enternasyonal takipçileridir.

-III-

Emperyalizmin uzun bunalım dalgalarının üçüncü periyodunun teorik olarak 2000’li yılların başından itibaren dipten çıkış yaşaması beklenir olandı. Bunun için keza teorik olarak ön varsayılan yeniden birikim süreçlerinin yeniden yapılandırılacağı bir yeniden paylaşım için bir “düzeltici savaş”(R. Luxemburg) konjonktürü idi.

Anglo Siyonist emperyalizm, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC)’ni, Hazar’ın ötesine geçmeyi hedefleyerek esas olarak 2003 Irak işgaliyle birlikte, Ukrayna’dan Basra’ya yayılan küresel/bölgesel bir savaş konjonktürü olarak yürürlüğe soktu. Bir konjonktür oluşturacak derinleşmeye gidilmediği için Körfez ve Balkan krizi alıştırmalarını bir kenara koyacak olursak, teorik olana göre gerçekleşen pratik gecikme anglo siyonist emperyalizmin Sovyet çöküşünün yarattığı balkon ferahlığı içinde rakiplerinin dağınık ve güçsüzlüğü üzerine yaptığı yanlış hesaplardan kaynaklandı. Neo-con’lar hala bu hesabı düzeltme saldırganlığı içindedirler.

Anglo siyonizmin hesapları küresel rakiplerinin, bölge devletlerinin ve bölge halklarının direnişiyle tutmadı. “Düzeltici” büyük bir savaşı göze alamayan emperyalizmin küçük savaşlarla da yol alamadığı, en son İdlib mızıldanmalarına ek olarak, İran’ın “resmi” yönlendiriciliğinde Irak’taki üslerine yağan roketler sonunda El Qaim gibi stratejik olanı da dahil olmak üzere bir dizi üslerini kapatıp kendini daraltmasıyla iyice açığa çıktı.

Özellikle Münih Güvenlik Konferanslarında, 2018’de Putin, 2019’da Merkel tarafından kendisine aleni deklere edilen hegemonyal denge değişimi taleplerini savaşla bertaraf edemeyen anglo siyonist emperyalizm, içinde bulunduğu ve her an patlaması beklenilen mali krizden kendisine bulabileceği çıkış yolunun keyfi para basma hakkı olduğunu en son 2008’de görmüştük. Amerikan maliyesi soğuk savaş dengeleri içinde 1971’de Bretton Woods’u iptal ederek uluslararası emperyalist pazara kendini taşıta gelmişti. Sovyet çöküşü sonrasında başta Avrupa finans kapitali olmak üzere genel dünya pazarı artık bu yükü sırtından atma gayreti içindedir. Amerika da başka türlü ayakta kalma şansının olamayacağı için bu hakkını kaybetmeme uğraşısı içindedir. Küresel hegemonya son tahlilde dünya pazarında genel eşdeğer olan “para”nın kimliği üzerinden kurulduğu için konu dolar hakimiyeti ve bu hakimiyetin en önemli araçlarından biri olarak petrol savaşları üzerinden izlenir durumdadır. 2008’den itibaren “niceliksel genişleme” (QE) politikalarıyla para musluklarını açarak 3,5 trilyona yakın parayı sisteme doldurarak ayakta kalmayı sürdüren Amerikan sermayesinin artık ayakta kalacak mecalinin kalmadığı 9 Mart’ta belli oldu. Borsalar çöktü. O günden bu yana üç kere piyasayı kapattılar. Uluslararası pazarın baskısıyla durdurduk dedikleri QE’yi faizleri kademeli olarak sıfıra kadar çekerek yeniden devreye soktular ve piyasayı 700 milyarla canlandırmayı denediler. Yetmezliği açıktı; bu yüzden Hazine ve Fed önce (12 Mart 2020) 1.5 trilyon olarak saptadıkları mali destek programını bir hafta sonra (22 Mart 2020 ) 4 trilyona yükselterek piyasayı güvence altına almaya çalıştılar. Senato bunu ancak 2,2 trilyona bağlayabildi (25 Mart 2020). Bu oynaklık bu tedbirlerin burada kalamayacağını ve yeterli olamayacağını açıkça gösteriyor.

O halde?

-IV-

Cevap, emperyalist bunalımın kendi yapısal doğrultusuna içkindir. Anglo siyonist emperyalizm bölgesel savaşlarla açamadığı yolu kaçınılmaz olarak küresel savaşlara taşıyarak açmaya yönelmiştir. Bu bugüne kadarki argümanlarımızda yer aldığı haliyle yeniden paylaşım gerilimlerinde bir başka aşamayı ifade etmektedir. “Suriye momentumu” üzerinden belirlemesini yaptığımız konjonktürel “yeni faz”ın bir başka boyutta kendini açığa vurmasıdır.

Virus bir taraftan ticaret savaşlarıyla pazar etkisi kırılmak istenen Çin’i bloke edecek, Avrupa gibi küresel rakipleri güçten düşürecek, epeydir “helikopter parası” olarak tanımlanan keyfi para basma hakkını normalleştirecek çelişkiler üzerinden devreye sokulduğu gibi, keza kapitalizmin azalan kar oranları eğilimin yeniden yukarı çekmek üzere işletme ve hatta ülke iflasları üzerinden güçlü bir sermaye değersizleşmesi yaratarak tıkanan birikim modeli olarak neo liberalizmin yerine yeni sermaye-devlet-toplum ilişkileri üzerinden yeni dönemin yeniden birikim modeli olarak post neoliberalizmin inşasına geçiş imkanı yaratacaktır.

Neoliberalizme geçiş nasıl periferi ülkelerde faşist askeri darbelerle ve küresel çapta sonu Sovyetlerin çöküşüne varan Yıldız Savaşları zorlamasıyla geliştiyse Amerikan finans kapitali, yüzyılı Amerikan yüzyılı kılabilmek için bir yandan başta periferi ülkeler olmak üzere geri kapitalizmleri hızla dolar borçlanmasına, böylece dünya pazarını yeniden güçlü dolara mahkum eden ve Türkiye gibi ülkelerde elbette iktidar değişikliklerine yansıması da olacak tarzda bir sermaye değersizleşmesine zorlarken küresel egemenliğin ancak Amerika’nın onayladığı yeni dengelerde kurulabileceğine dair bir hamle olarak virüs salgınını dünyanın başına ölçülü bir bela olarak getirmekten çekinmedi.

Virüsle birlikte eş zamanlı devreye giren ve doğrudan Rusya’yı hedefleyen petrol fiyatları savaşı Suudi krallığında bir iç darbeyi gerektirecek kadar anglo siyonist emperyalizmin artık bölgesel gerilimlerden nefes alamadığını ve sistemsel daralmasını ancak küresel ölçekte zorlanan egemenlik dayatmalarıyla aşmaya yöneleceğini tüm karşıtlarına göstermiş oldu.

Bu gelişmelerin emperyalist bunalımın dünya pazarındaki hakimiyetinin ancak büyük savaşlarla gerçekleştirebileceğine dair Leninist belirlemenin bir tezahürü olduğu açıktır. Burada açıklanması gereken, ihtiyaç duyulan büyük savaşın yerine gene küresel ölçekte ancak daha düşük yoğunluklu bir biçiminin ortaya çıkmış olmasıdır.

Tezahürün bu biçimine ilişkin yol gösterici veriler yeniden paylaşım konjonktürünün en az yirmi yıllık tarihinde mevcuttur. Bilindiği gibi Amerikan finans kapitalinin, Brzezinski’nin The Choise: Global Domination or Global Leadership (Seçenek: Küresel Hakimiyet mi, Küresel Liderlik mi-2004) yönelimiyle Kagan’ın Chosing Victory: A Plan for Success in Iraq (Zaferi Seçmek: Irak’ta Başarılı Olmak İçin Bir Plan-2006) ta açıkladığı neo-con yönelim arasındaki tartışmasında Obama’yı 2008’de başkan yapan konsensüsün topyekûn bir harbi göze alamayış gerekçeleri o zamandan bu yana Rusya’nın üstün silah teknolojisi, Almanya’nın transatlantik zemininden uzaklaşan politikasıyla güçlenerek bu “küresel savaş” düzeyini de “düşük yoğunluklu” olarak devreye sokmuş oldu.

Yani, bildiğimiz “dünya savaşı” halinin, yerel savaşların vesayet/hibrit tarzlarına uygun ve bu tarzları mecbur kılan dinamiklere göre biçimlenişi… Ama elbette, gelişmeleri Leninci teorik bakışın azami pratikleşebileceği gerçeğine bir an bile gözlerimizi kapatmadan, izleyerek…

-V-

Süreci izleyen Türkiye solu virüse ilişkin bütün değerlendirmelerini “Çin’de ortaya çıkan… Çin’den dünyaya yayılan..” türü besmelelerle açıyor. Oysa bu virüsün ilk olarak Çin’de ortaya çıkmadığı; bunun, Amerikan Salgın Önleme ve Koruma vakfı CDC CEOsu Robert Redfield tarafından virüsün Çin’de patladığı Ocak ayından önce, Kasım, Aralık aylarında Amerika’daki bir grip salgını sırasında görüldüğüne dair yaptığı açıklamalardan ve akabinde meclis soruşturmasında verdiği ifadelerden anlaşıldığı, Çin’den dünyaya yayılmadığı; bunun, Tayvan ve Japon televizyonlarından bilim insanları tarafından açıklandığı, virüsün ortak kökü daha önce Amerika’da görülmek üzere Çin’de, Tayvan’da ve İran’da farklı uzantılar üzerinden ortaya çıktığı, daha Covid19 ortada yokken Gates vakfı, Bloomberg, CIA, Pentagon, Johnson&Johnson vb. Amerikan devlet ve kimya sektörü temsilcileriyle dünyada 65 milyon insanı öldürecek aynı adlı bir virüs üzerine Event 201 (Ekim 2019) adında bir masa üstü tatbikatı yapıldığı, henüz pandemi ilan edilmemişken Gates vakfı kuruluşu CEPI tarafından Davos’ta aşısı üzerine açıklamalar yapıldığı anti küreselci medyada yaygın olarak yer alıyordu.

Bunlar için en derli toplu bildirimleri globalresearch.ca sitesinde Michel Chossudovsky ve Larry Romanoff’un bir dizi değerlendirme ve röportajlarında görmek mümkündür. Keza, akademik alanda yarasaların taşıdığı virüsle Çin’de rastlananın farklı virüsler olduğunu açıklayan bilim insanları da oldu. (Sputnik İnt. 18 Mart 2020)

Ve bütün bu gelişmeler sonucunda Çin HC Dışişleri sözcüsü Zhao Lijian Çin’deki salgından Amerika’nın sorumlu olduğunu ve Amerika’nın kendilerine bir açıklama borçlu olduğunu belirtti. Artık virüsün politik kimliği ve bir biyolojik savaş ögesi olduğu bir devlet politikası haline getirilmediyse de resmi platformlarda kayda geçilmiş oluyordu.

Bu belirlemenin yansıması olarak G7 zirvesinde Amerika Dışişleri Bakanı Pompeo’nun zorlamalarına karşın hiçbir ülke Çin virüsü deyiminin altına imza atmadı (25 Mart 2029, basın). Amerikan yönetiminin “Çin’i küresel bir pandemi yaratmakla suçlayacak” bir psikolojik savaş için federal ajanslara baskı yaptığı basında yer aldı. (Daily Beast, 21 Mart 2019) Ve Amerika’nın bir şekilde yönelme ihtimaline karşı hem İran (14 Mart 2020, Press tv) hem Rusya (26 Mart 2020, Sputnik Int.) biyolojik savaş gruplarını tatbikata soktular. Rusya İtalya’ya da bu konuda uzmanlaşmış CBRN gücünü yolladı vb…

Bütün bunlara karşın Türkiye solu virüs salgınının bir biyolojik savaş hamlesi olduğunu bilmezden gelmeyi tercih ediyor. Bir kesim sol, biyolojik savaş belirlemelerini ya doğrudan komplo teorisi olarak görüyor ya da bir diğer kesim, daha da tehlikeli bir şekilde, bilginin kesinlik taşımamasına sığınarak belirlemenin kendi politikasına yön verecek bir değerde olduğunu görmezden geliyor, sürecin karakterini önemsizleştiriyor.

Sürecin karakterini belirlemek için “resmi” kanıt arayışında olanlar sürece ilişkin tarih bakışı olmayanlardır. Verili evrensel dengelerin meşruiyeti içinde olmayan gelişmeler açısından kanıt aramak oldukça dar ve saf bir yaklaşımdır. Tarihsel politik süreçlerde kanıt aramak öncülük hattının önkoşulu olan öngörme gücünden uzaklık ifadesidir. Amerika’nın II. savaşa girmesine gerekçe kıldığı Pearl Harbour saldırısı, Vietnam savaşına girmek için ortaya attığı Tonkin Körfezi saldırısı, hala bölgeyi cehennemler içinde atan Ortadoğu işgalinin gerekçesi olarak ileri sürülen Saddam’ın kitle imha silahları meselesi… Bütün bu “komplo”larla ilgili gerçekler, yani Tonkin’de Amerikan donanmasına Vietnam tarafından bir saldırı yapılmadığı ya da Pearl Harbour’da Amerika’nın Japon saldırısından habersiz olduğu ya da Saddam’ın kitle imha silahları olmadığı ancak üzerinden geçen on yıllar sonrasında “resmi” olarak kanıtlanmıştır. Ama hayat elbette bu süre içinde bildiğiniz koşullarda akmıştır.

Politik insiyatif ön verileri kendi tarihsel politik bakışıyla bularak mücadele perspektifini geliştirir. Kendi tarihsel politik yaklaşımıyla mücadelenin hipotezlerinden mücadelenin tezlerine ulaşır. Bizim kendi biyolojik savaş tezimizin kanıtı da yukarıda sıraladığımız bir dizi olay ve olguda değil kendi tarihsel politik bakışımızda bulunmaktadır. Yukarıda sıraladığımız olay ve olgular bizim tarihsel bakışımız ve öngörülerimiz çerçevesinde bir bütünlük oluşturabildiği içindir ki bizim tezimizin kanıtı niteliğine haiz olmaktadırlar.

Öncesi bir kenara, tasfiyeciliğin tasfiyesi süreciyle birlikte derinleştirilen uluslararası konjonktür değerlendirmeleri Amerikan finans kapitalizminin gerilemekte ve çökmekte olduğuna dair belirlemeler üzerine inşa edilmektedir. Konjonktürün bölge ve ülke üzerinden ortaya çıkan her aşamasında bu belirlemenin sağlaması yapılmış ve verili ve gelecek uzanımlarının neler olduğuna dair tespitlerin ortaya çıkarılmasına çalışılmıştır.

Umut Gazetesi yazılarında, “Anglo siyonist emperyalizmin savaş arayışları”nın Ortadoğu’da tıkanmasının Amerika’yı “bütün dünyayı felakete sürükleyecek bir nükleer yıkıcılığa başvurulmadığı takdirde … nükleer savaş kıyısında sınırlandırılmış bir zorlayıcılıkla bölgesel dengeyi bir miktar daha kendi lehine çevirme” ye (abç) yöneltebileceği gerçeği Süleymani cinayetinde görünür olmuş ve en son aşamada Rusya’daki ani iktidar değişikliğinin zamanlaması “doğrudan küresel savaş süreçleri” ne bağlı olarak tanımlanarak ”anglo siyonist emperyalizmin Ortadoğu’dan giderek püskürtüldüğü bugünkü sürecin küresel savaşlara gebe bir gerilim dinamiğinde ilerlemekte olduğu” (abç) saptamasıyla momentum belirlemesine kadar ulaşılmıştır. Yani, doğal olarak biçimi belirlenememekle birlikte hem taktik bir küresel savaş düzeyi hem de böyle bir gelişim sürecinin iyice olgunlaşmakta olduğu bu yaklaşımlarda gösterildiği gibi öngörülmüştür.

Ardından hem Çin’de ve İran’da koronavirüs salgınları hem de Suudilerle petrol fiyatları savaşı gelince, anglosiyonist emperyalizmin bütün karşıtlarını; Çin’i, İran’ı, Rusya’yı ve elbette toplamı itibariyle Avrupa’yı olumsuz bir şekilde zorlayan bu olayların, verili öngörüler itibariyle anglo siyonist emperyalizmin tarihsel politik küresel saldırı zorunluğuna tekabül ettiği, bu saldırının tezahürleri olarak karşımıza çıktığı kolayca görülür olmuştur. Dünya muhalif entelijansiyasının somut verilerine ulaşıldığında ise gelişmelerin emperyalist kapitalist sistemin iradi, ideolojik ve siyasi olarak bir insanlık suçu işlediği, bu suçu hafifletecek tarzda virüs pandemisini bir doğal afet kıvamında ele almanın keza ideolojik ve politik bir hata olduğu iyice kesinleşmiştir.

-VI-

Korona virüs salgını, anglo siyonist emperyalizmin petrol ve pazar hakimiyeti açısından bütün hegemonik dayatma imkanlarının giderek körleştiği, kendi mali ve iktisadi yapısının büyük bir finansal köpük üzerinde artık yüzemez hale geldiği bir momentte kendi durumunu düzeltmek için işin niteliği gereği gizli kapaklı bir şekilde yapmaya yöneldiği bir biyolojik savaş halidir.

Biyolojik savaş, engellenmesi en zor, üretilmesi uygulaması görece kolay bir kitle imha silahı olması nedeniyle kullanana karşı da kolayca yönlendirilebilecek bir savaş tarzı olduğu için sadece uluslararası anlaşmalarla engellemiş değildir; ülkelerin savaş kurmayları da bu silahı kullanmayı askeri olarak riskli görürler. Bu dar çerçeveyi elbette burjuva devletler ve burjuva ordular için söylüyoruz. Sosyalist devletler ve devrimci ordular sosyalist ahlakları gereği zaten böyle bir tartışma içinde olamazlar. Buna karşıt olarak 244 yıllık tarihinin 227 yılı savaş içinde geçen ABD’nin saldırganlığında özellikle hiçbir ahlaki değer taşımadığı defalarca kanıtlanmıştır.

İttifakları kesinleştirilmemiş küresel bir savaş hattının biyolojik savaş gibi genel savaş konseptinin dışına düşmüş bir tarzı uygulamaya sokması elbette bunu perdeleyecek tarzlarla mümkün olabilir. Ve büyük bir savaştan kaçınmayı gerekli kılacak kertede savaş makinalarının müthiş şiddeti taktik mahiyetli bu tarz gayri nizami vuruşları keza diplomasi düzeyine çıkarmadan göğüslemeyi de gerektirmektedir. Rusya ve Çin Amerikan emperyalizmiyle belirli bir detant düzeyini oluşturmayı ve korumayı esas aldıkları için Çin’in BM sözcüsü Amerika’yı suçlarken Çin hükümeti Amerika’yla uzlaşı dili sürdürmeyi tercih etmektedir. Bununla birlikte konunun bir savaş hali olduğu hiç bir tarafın en ufak bir boşluk göstermeden yürüttüğü politikalardan belli olmaktadır. Xi Jimping daha en başta virüsle savaşı bir “halk savaşı” olarak ilan etmiş; İran, keza laf olsun diye yapılmış Amerikan yardım teklifini reddetme gerekçesini doğrudan biyolojik savaş suçlaması olarak ileri sürmüş; Almanya, bütün önlemlerini kendi mali gücünü koruma çerçevesinde alarak en yakınından gelen bütün basınca rağmen ne İtalya’ya, ne Sırbistan’a mali yardıma yönelmemiştir. Ve zaten artık virüsle savaş doğrudan orduların sahaya indiği bir mücadele kapsamı haline gelmiş durumdadır. Bu sadece gerekli teknik ve fizik donanımın ordu gücünde olması nedeniyle değildir aynı zamanda ittifaklardaki kaymaları da işaret eden siyasal dalgalanmayı göstermektedir. Örneğin: Avrupa’nın üçüncü, dünyanın sekizinci ekonomisi olan Nato üyesi ama Çin’in Kemer-Yol projesine doğrudan kayıtlı İtalya’ya Çin ve Küba’nın tıbbi yardımı yanısıra, gene tıbbi çerçevede ama Rus ordusundan 14 uçaklık kadro ve malzeme desteği yapıldı. Polonya, ertelenen tatbikat nedeniyle Amerikan ordusuna yataklık yaparken İtalya’ya yardım götüren Rus uçaklarına hava sahasını kapattı. Amerika Çin’in Küba’ya yardımının önünü kesti. Avrupa, Amerikan ambargosuna rağmen İran’a tıbbi yardımda bulundu. İngiltere İran’la olan 50 yıllık bir davasını sonuçlandırarak İran’a 400 milyon dolar ödeme yaptı, vb… Bu aktarım bile artık yeniden paylaşım konjonktürünün vekalet/hibrid tarzlarından aşarak doğrudan devletler arası ama daraltılmış düzeylerde ilerlemeye başladığını bize göstermektedir. Komplo teorilerinden kaçınmak gibi bir gerekçe uluslararası krizin bu niteliğini görmeyi ve göstermeyi engelleyemez. Aksine, bu yaklaşım devrimci mücadeleye karşı bir komplo halidir. Devrimci mücadelenin, devrim mücadelesinin anti emperyalist yönelimini perdelemektir. Savaştaki asıl düşmanı; emperyalist kapitalizmi proletarya ve halk güçlerinin görüş menzilinin dışına düşürmektir.

Korona virüsüne karşı mücadele, kapitalizmin halkı dışlayan karı önceleyen sağlık politikalarına muhalefet etmeyi aşkın bir şekilde, bunun emperyalist kapitalizmin insanlığa karşı topyekûn bir saldırısı, bir savaş hali olduğunu bilerek, bildirerek mevzilenmeyi gerektirmektedir. Bu belirleme, hem eldiven/maske üzerinden yürütülen gündelik faaliyeti doğru devrimci bir yola sokacaktır hem de kriz sonrası sürecin olası parkurlarına karşı hazırlanmamızın imkanını bize sağlayacaktır.

-VII-

Virüs salgını zemininde mücadeleyi emperyalist kapitalizme karşı mücadele çerçevesine taşımak mücadeleyi salt Amerikan emperyalizmine karşı olmak gibi verili aşamada kitlelerin dikkatini daha soyut ve dış bir hedefe yönelten ve haliyle başarısız kalmaya mahkum bir strateji önermesi değildir. Her şeyden önce, emperyalist kapitalizme karşı mücadele verili zeminde Amerikan emperyalizminin askeri ve siyasal varlığına karşı konum almak gibi dar bir çerçevede ele alınamaz. Burada, emperyalizmin Türkiye ve benzeri geri kapitalist ülkelerde bir “iç olgu” olduğu saptaması bir tekerleme olmaktan çıkarılmalıdır. “İç olgu” kavramı, emperyalizmin yeni sömürge ülkelere üsleri vb vasıtasıyla yerleşmiş olması ve kendi politikalarını sermaye bağlantıları üzerinden dikte ettirebilmesi gibi keza bir dış/askeri ya da görünmezlik halini ifade etmez. Emperyalizm, eğer yazarına karşı bir itirazınız yoksa içini okumaya bile gerek duymayacağınız kertede Lenin’in “Emperyalizm” kitabının kapağında, “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak, yani finans kapitalizm olarak tarif edilmiştir. Türkiye, banka ve sanayi sermayesi temerküzü ve birikimi üzerinden tekelci kapitalizmin egemenliğinde olan bir ülkedir. Bugün itibariyle, bir dolaşım sermayesi kategorisi olarak tüccar, rantçı, müteahhit sermayesinin AKP üzerinden süren 18 yıllık siyasal egemenliği de keza bölgesel emperyalist konjonktür itibariyle uluslararası ve yerel finans kapitalin onayı üzerinden sürdürülebilmektedir. Bugün ülkede öne çıkan sağlık krizi ötesinde, işsizlik, açlık düzeyinde yoksulluk bir bütün olarak bu sermaye blokunun egemenliği nedeniyledir. Sadece AKP iktidarının siyasal egemenliğine yönelen, tekelci burjuvazinin iktisadi ve siyasal egemenliğini karşısına almayan hiç bir toplumsal muhalefet oligarşinin ve verili aşamada tarihsel zeminde tıkanan neoliberalizmin yerine post neoliberal egemenlik tarzlarının geçirilme sürecinde uluslararası ve yerel finans kapitalizmin siyasal programlarına altlık olmaktan, destek konumuna düşmekten kurtulamaz.

Bu çerçevede ülkede sadece AKP iktidarına yönelen, emperyalist kapitalizmi ve onun kurumlarını hedef alan politik tutumu değil, sınıfsallık adına kapitalizmin günahlarına karşı sosyalizm propagandasını gündeme getiren muhalefet sürecin politik ve iktisadi karakteri itibariyle reformist programlara tabi olmaktan öteye geçemez. Oysa emperyalist kapitalizmin dünyada ve ülkede kilitlenen bunalımının karşına çıkarılacak proleter devrimci tutum, devrimin, devrimci savaşın inşasıdır. Devrim güçlerinin böyle bir programın hakkını verebilecek güçlerinin eksikliği gerekçesiyle bu tutumdan uzaklaşarak sadece “verilebilecek” bir mücadeleye yönelmek oportünizmdir.

Tekrarla belirtilmelidir ki, öncelikle bilinmesi ve kavramamız gereken virüs salgınıyla ortaya çıkan krizin bir sağlık krizi değil emperyalist kapitalizmin bunalımı olduğudur. Bu bunalımdan çıkış salt virüse karşı proletaryanın ya da insan sağlığının korunması üzerine alınabilecek tedbirlerle sağlanamaz. Gündemde olan, tıpkı neoliberalizme geçiş sürecinde yaşandığı gibi ülkeler ve dünya pazarı temelinde yeni birikim modelinin ve dünya pazarının egemenlik dengelerinin yeniden düzenlendiği bir geçiş sürecidir. Emperyalist kapitalizmin bundan önceki bunalım dönemlerinden elektrik, patlamalı motorlar, petrol teknolojisi vb. üzerinden yarattığı yeni sabit sermaye düzenlemeleriyle eski sermaye yapılarını değersizleştirerek evrensel pazardaki kar oranlarının azalma eğilimine karşı zorladığı çıkış süreci gibi bu bunalım döneminden de yapay zeka vb.. dijital teknoloji üzerinden yaşanacak yeni bir sermaye yoğunlaşması ve hakimiyetinin inşası sürecidir. Bu süreç, üretim sürecinde öne çıkacak yeni teknolojik düzey, teknik üretici güç ötesinde neo liberalizmin özelleştirme vb. politikalarıyla dağılışa uğrayan devlet yapısının keza neo liberal dönemde devlete karşı derin bir yabancılaşma sürecine girmiş toplumların devletle olabildiğince bütünleştirilerek tahkim edildiği bir üretim ilişkisi ve yeni bir birikim modeli temelinde gelişecektir.

Bu gelişmeler bugün itibariyle birdenbire ortaya çıkan gelişmeler değildir. Anglosiyonist emperyalizmin yeni birikim tarzı üzerinden egemenlik ilişkilerine dair arayışları, gözlemi oldukça önceden yapılabilecek verileriyle karşımıza çıkmıştır. Örneğin “bugünlerde Amerika’nın aradığı başkan tipolojisi Dwight Eisenhower’dır. II. Paylaşım savaşının müttefik kuvvetler komutanı ve soğuk savaşın kurucusu. Adıyla anılan doktriniyle Ortadoğu’da vekalet savaşlarını o zamandan gündeme getiren politikacı. ‘Gölge CIA’ adıyla bilinen yarı istihbarat yarı düşünce kuruluşu Stratfor, büyük bir savaşa yönelmeden Ukrayna ve Irak’taki küçük savaşları büyütmenin, ‘yapıcı kaos’ taktiğini Eisenhower çizgisinde bularak öneriyor. ‘Az risk, büyük kazanç’ denklemi kuruluyor.” (abç, Tahsin Yılmaz, Post neoliberal saha düzenlemeleri ve Bölgede ve Türkiye’de Denge Kaymaları, 4 Temmuz 2014) Virüs pandemi anglosiyonist emperyalizmin bir “yapıcı kaos” planlamasıdır ve Ukrayna ve Ortadoğu’daki küçük savaşları büyütme gücünden düşüş sonrasında küresel bir “küçük savaş” yönelimidir. Bu yönelim “80’le başlayıp, 2000’le yenilenen neo liberal küresel tasarımın ardına geçişe; küresel yeniden yapılandırmada post neoliberal döneme geçiş, post neoliberal bölge ve küresel ilişkilerin kurulmasına dairdir.” (keza). Burada “işin özü, neo liberalizmi, salt bir ekonomik yapılandırma manzumesi olarak değil, olması gerektiği gibi, bunları gerçekleştirebilecek bir politik süreç olarak tanımladığınızda, post neoliberalizm, neoliberalizmin yapı bozumuna uğrattığı yerel devletlerin geleneksel sahipleri eliyle yeniden yapılandırılarak güçlendirilmesidir.”(T. Yılmaz, RTE’nin Çöküşü ve Küresel/Bölgesel Post Neoliberal Döneme Geçiş, 1 Ocak 2014)

-VIII-

Bu nedenle iktidardaki sınıf hakimiyetini görmezden gelen ve şimdi bize “devrimci” gibi gözüken “kamulaştırma” talepleri, eğer mücadele proletaryanın ve ezilen halkların iktidarı temelinde işlenmezse birikmiş devrimci potansiyelin finans kapitalizmin post neoliberal rönesansı uğruna sisteme altlık edilmesine neden olacaktır. Virüs salgınına karşı örgütlenen ve yürütülen mücadelenin devrimci iktidar perspektifinden yoksun olma hali toplum muhalefetinin CHP, SİP, Sol Parti vb gibi düzen solu tarafından ve Duvar, Ahval gibi Soros organları eliyle liberal sol ideolojik ve politik şekillendirmeler eşliğinde uluslararası ve yerel finans kapitalizmin “kazanç” hanesine kaydedilmesine yol açacaktır.

Unutulmamalıdır ki, uluslararası emperyalizmin bir süredir artık aleni bir şekilde yürüttüğü RTE/AKP’den kurtulma politikası halen geçerliğini koruyan bir süreç olarak işlemektedir. Gerici faşist Türkiye rejimi, başka hiç bir veriye gerek kalmayacak şekilde artık altın rezervlerini satarak, bağış toplayarak ayakta kalmaya çalışan bir düşkünlük içindedir. Ve kredilendirme kuruluşu Fitch, içine girmek üzere olduğumuz ikinci çeyrekte ülke ekonomisinin sert bir şekilde daralacağını belirtmiştir. Böyle bir kriz içinde, RTE/AKP iktidarının, ne İtalya’ya bile bakmayan Almanya’dan, ne kendi derdine düşmüş Amerika’dan, ne de İdlib’i bir sorun olmaktan çıkarmak isteyen Rusya’dan destek görmesi pek düşünülemez.

Bütün bunlar, yani uluslararası emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz, bunun bölgeye Irak’taki gerilimler üzerinden yansıması, AKP/MHP iktidarının mali ve siyasal iflası Türkiye proletaryasına ve onun öncüsü olma iddiasındaki güçlere bir tek yol bırakmaktadır; Birleşik devrimci savaşı örgütlemek ve büyütmek… Buna tabi olmayan bütün mücadele perspektif ve yolları reformist, düzen içi ve burjuva temelde kalmaya mahkumdur.

-IX-

Ancak biliyoruz ki, birleşik devrimin örgüt ve mücadele gücü oldukça yetersiz bir durumdadır. Bundan da öte iyi bilinen bu gerçekliğine karşı kendisini yükseltecek hızlı ve aslında olgunlaşmış hamleleri yapma inisiyatifini geliştirememektedir. Bu inisiyatif eksikliği birleşik devrim örgütlenmelerindeki ideolojik ve siyasal karmaşıklıktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Kürt devrimi, TC ordu gücü bir taraftan Suriye/Libya ekseninde yoğunlaşmışken, diğer taraftan verili kriz itibariyle ülkenin metropol kesimlerindeki hakimiyeti korumak için seferber olmuşken ve özellikle bir başka taraftan, yani kriz Kürdistan’da kayyımlarla, işsizlikle yoğun bir sömürgeci tarza yönelmişken mücadeleyi hala AKP/MHP iktidarının alaşağı edilmesi cenderesine sıkıştırıp özgür alanlar yaratma hedefine yönelmemekte, askeri başarıların üzerine yükselen siyasal inisiyatifi hala “ulusal birlikçi, çözümcü ve barışçı” Kürt liberallerin eline bırakmaktadır. Oysa, özyönetim direnişlerinde olduğu gibi savunmacı bir tarza yönelmeyen, bunun yerine, 6-7 Ekim serhildanları gibi bir temele yerleştirilmiş askeri politik bir atılım Kürt devrimine özgür ve demokratik Kürdistan mücadelesinde çok stratejik kazanımlar getirebilecektir. Kürt devrimi, uluslararası burjuvazinin Berlin açılımlarını reddeden bağımsızlıkçı ve demokratik bir “iktidar” perspektifi geliştirmelidir. Türkiye Kürdistanı’ndaki bu tarz bir devrimci kalkışma metropoldeki devrimsel birikimin ateşleyicisi olacaktır.

-X-

Elbette proletarya ve emekçi halkın mevcut devrimsel potansiyelini devrime taşımak üzere Türkiye kentlerini esas alan “batı” cephesini örgüt ve mücadele zemininde yükseltecek bir birleşik devrimci kurmaylığın inşası olmazsa olmaz bir zorunluluk halidir. Ancak ne yazık ki bu konuda da gereken hamleleri geliştirmekte oldukça yetersiz ve yavaş kalınmaktadır. Bunun temel nedeni de keza Türkiye sosyalist hareketinin devrimci kanatlarının ideolojik ve siyasal kafa karışıklıklarıdır. Türkiye sosyalist hareketinin kuruluş dönemlerini belirleyen tarihsel ve sosyal yapılanma itibariyle TKP üzerine yükselen İstanbul sosyalizmiyle Halk İştirakiyün üzerine yükselen Anadolu sosyalizminin ideolojik ve siyasal mirasları bugünkü sosyalist çizgilerimizi de az çok belirleyici olmaktadır. İstanbul sosyalizmi, proletaryayı esas almak itibariyle proletaryanın düşük siyasal profiline tabi olarak oportunist ve revizyonist çizgilere kaynaklık ederken, Anadolu sosyalizmi köylü temeli üzerinden devrimci ama geri bir ideolojik ve siyasal çerçeve üzerine yükselmiştir. “Feodal sosyalizm” in Komünist Manifesto’da bir kategori olduğu hatırlanmalıdır. Yarı proleter serfliğin bu mirasçılarının peşine düşüldüğünde “modern tarihin seyrini kavrayamayan” bir isyancılığın onlara kendi tarlalarının sınırlarını aşmaya yetecek gücü vermediği görülüyor. Oysa kentli proletaryanın kolektif eylemini ateşleyecek çok önemli bir tarihsel potansiyel taşıyorlar. Birleşik devrim İstanbul sosyalizminin proleter karakteriyle Anadolu sosyalizminin devrimci karakterini birleştirecek, sentezcil bir platform olarak hızla inşa edilmelidir. Dönem gereği devrimde ve mücadelede ısrar, Türkiye devriminin öncü örgütlerini bütün yoldaşlık arayışlarına karşın birbirine yar etmeyen yapısal sorunların birleşik bir örgütlenmede aşılmasını şart koşuyor.

-XI-

Türkiye metropollerinde oportunist ve revizyonist düzen solunun, DİSK’in arkasını getirmekten bile imtina ettiği “genel grev” sloganına heyecanla yönelmesi ve kimi devrimci örgütlerce bu talebin sloganlaştırması mücadelenin, keza, burjuva reformist temelde ele alınmasıdır. Tıpkı kapitalizme karşıtlığın sağlık programı temelinde ajit-prop’a indirgenmesi gibi, genel grev sloganı da, her ne kadar proletarya ve mücadele ekseni öneriyor olsa da mücadeleyi düzeniçi kurgulayan bir içerik taşır. Lenin’in söylediği gibi grev bir “savaş okulu” dur ama “savaşın kendisi” değildir. Bu nedenle başka mücadele alanları ve tarzlarıyla ve bu kapsamda bir örgütlenmeyle beslenmediği, bunu içeren tarzda sloganlaştırılmadığı takdirde küçük burjuva bir nitelik taşır. Türkiye gibi proletaryanın siyasal hareketinin düşük olduğu bir ülkede bu tarz bir eylem düzeyi her durumda içimizi ısıtıcı olacaktır ancak tam da proleter eylemliliğin bu düşük düzeyi itibariyle hızla olgunlaşan bu imkanın çok özenle istihdamı stratejik bir değer taşımaktadır. “Eldiven ve maske” talebini “eldiven ve maske”de bırakmayacak tarzda proletaryanın eylem gücünün düşmanın iktidar karargahlarına yönlendirilebilmesi, bu koşullar geliştirilip örgütlenene kadar “genel grev” sloganından kaçınılması gereklidir.

Bununla birlikte, DİSK’ten de öte, Türk-İş, Hak-İş gibi sendika aristokratlarının ve sair düzen solu temsilcilerinin bu tarz talep ve yönelimleri dile getirmesi işçi sınıfında biriken öfkenin sistem egemenlerini ne kadar korkuttuğunu bize göstermektedir. Türkiye proletaryasının biriken bu eylemselliği, onun kendi eylemine koşut başka genişlikler ve derinliklerdeki mücadele ve örgüt düzeylerini yaratmayı Türkiye devrimci hareketinin önüne bir görev ve sorumluluk olarak koymaktadır. Birleşik devrimin kentli potansiyeli bu tarihsel yükümlülük altındadır.

-XII-

Elbette devrim ve mücadele asıl olarak bir sokak işidir. Yapılan bir çalışma İstanbul’da daha ziyade beyaz yakalı proletaryanın ve aydın küçük burjuvazinin oturma alanı olarak bilinen Kadıköy, Bakırköy, gibi yerlerde az hareketliliğin, Sultanbeyli, Safaköy gibi proleter kara yığınların oturduğu alanlarda gündelik hareketliliğin bütün canlılığıyla sürdüğünü gösteriyor. Bilindiği gibi Gezi Haziranı aydın küçük burjuva ve beyaz yakalı proletarya temelinde gelişti. Virüs krizine karşı tepki ise kendini en çok kara yığınların olduğu alanlarda açığa vuruyor. Gezi Haziranı’nda durağan kalan proletarya, fabrika ve işyeri direnişlerini en çok bu alanlarda gerçekleşiyor. Bu bağlamda, Türkiye devrimci hareketi Gezi Haziranı’nın pratik eylemci kitleleriyle, virüs krizinin potansiyel eylemci yığınlarını ortak toplumsal talepler etrafında birleştirmeyi başarmalıdır. Bunun için yapılması gereken ilk şey, Gezi Haziranı’nın insan malzemesini uygun ölçülerle de olsa sokağa çıkartmaktır. Burjuvazinin en korktuğu şey yığın hareketinin kendisidir. Bütün dikkatini reel üretimi devam ettirecek şekilde proletaryayı fabrikalarına taşımaya ama diğer taraftan daha bilinçli ve Türkiye özgülünde daha dinamik hareketliliği içinde aydın küçük burjuvaziyi ve bu kökenli beyaz yakalı çalışanları evinde tutmaya vermiş durumdadır. Tabi bu görev esas olarak düzenin burjuva muhalefeti CHP’ye ve oportunist düzen soluna verilmiş durumdadır. CHP bütün varlığıyla sokağa çıkma yasağı peşinde koştururken düzen solu yayınlarında evde oturmayı keyifli hale getirecek film önerileri sıralamaktadır. Gezi Haziranı’nda iktidar basınının penguen belgeselciliği şimdi muhalefetin penguenciliği halinde tezahür etmektedir.

Sokağa çıkılamaz değildir. Zapatistaların tarif ettiği haliyle yoldaşlık, kardeşlik ve arkadaşlığın ve elbette eylemciliğin kitle tarzlarının başka biçimler altında ama mutlaka sürdürülebilmesi gerekir. Avrupa ve Latin Amerika deneylerinde bu düzeyin gerçekleşebildiği görülmektedir. Meydanlarda yoğunlaşmayı değil belki ama yaygınlığı ve mutlaka koordinasyon ve organizasyon gücünü/düzeyini gösteren eylem biçimleri elbette bulunabilecektir. Burjuvaziyi meydanlarda birbirine katılan seslerin desibeli değil ortak düşünce ve davranışın somutlanması olarak ortaya çıkan tavır korkutur.

-XIII-

Emperyalist kapitalizmin krizi kilitlenmiş durumdadır. Bu krizin emperyalist finans köpüğü akıtılmadığı ve uluslararası eşdeğer yeni dengelerde oluşturulmadığı sürece çözülmesinin imkanı yoktur. Bunun verili aşamada en olası çözümü Amerikan emperyalizminin Trump’ın sloganlaştırdığı haliyle MAGA (Amerika’yı yeniden büyük yapmak) için geri çekilmeyi kabul etmesi ya da dünyayı küçüğünden büyüğüne kadar bir savaş konjonktüründe derinleştirerek sonuca ulaşması gerekmektedir.

G20 video konferansından sonraki gelişmeler itibariyle, yani Dow Jones hala düşmeye devam ederken Amerika’nın Rusya ve Çin’den sağlık yardımlarını kabul etmesi, Trump’ın petrol fiyatları için Putin’le görüşmesi vb. İtibariyle görülmektedir ki anglosiyonist emperyalizmin biyolojik savaş ve petrol fiyatları hamlesi geri tepmiş durumdadır. Ancak bu durum anglosiyonizmin beyaz bayrak çektiği anlamına gelmemelidir. Brzezinski’nin en son yaptığı değerlendirme (The American Interest, Toward Global Realignment, 17 Nisan 2016) önümüzdeki dönemin dengelerini tarif eder niteliktedir: “Amerika artık küresel emperyal bir güç değildir. Ama başka hiç bir büyük güç de değildir… Küresel egemenlik dönemi sona ererken Amerika yeni küresel güç mimarisine öncülük etmelidir.” Zaten geçtiğimiz günlerde İsrail’in, tekfirci çeteler bile virüs krizi nedeniyle ateşkes ilan ederken yeniden Suriye’ye saldırması önümüzdeki küresel iktisadi yıkıntı ve yeni birikim modelinin inşa sürecinde mücadelenin gene geride bıraktığımız tarzlarıyla birlikte süreceğini göstermektedir.

Geleceğe ait sorun, gündemdeki şiddetli küresel yıkıntı koşullarında emperyal güçlerin aralarındaki çelişkiler varlığını sadece şiddetlenerek koruyorken ve yükselen işsizlik, yoksulluk ve ağır sömürü Türkiye proletaryasını ve uluslararası proletaryayı devrime çağırıyorken devrimci öncülerin tarihin bu çağrısına ne kadar kulak verip vermeyeceğinde düğümleniyor.

Paylaşın