Umut Yazıları

İktidar Gücünün Korkusu Özgürlük Gücünün Cesareti Olmak Zorunda – M. Beşe

AKP-MHP iktidarının “yöneteme” krizini-durumunu ekonomik ve politik olmak üzere iki farklı boyutta ele almakta yarar var. Bu bağlamda -beceriksizlik ve liyakatsizliğin doğurduğu- (ya da en iyi becerdikleri bu mudur?) yönetememe durumu kendini daha çok ekonomi alanında gösteriyor. Tam bir kapkaç ekonomisi devam ediyor. Gerçekte bir yönetememe-kriz durumundan daha çok ne götürsek kardır mantığı yürüyor. Sömürüyü daha da derinleştiren ve yandaşları zenginleştirme konusunda her türlü olguyu bir “fırsata” dönüştüren eylemler bütünü… Egemenler -pandemi koşullarında- halka ücretsiz tek maske bile dağıtmayı beceremezken öte yandan -hastane lazım algısıyla- fırsatı kaçırmayarak Sancaktepe’de ve Yeşilköy Hava Alanı’nda (astarı yüzünden pahalıya gelecek biçimde) yandaş müteahhitleri zenginleştirmeye devam ediyor. Ağızlarına maske takmış şarlatanlar kanal İstanbul ihalesi yapmaya kalkıyor. Yandaş sermayedarlara ait milyonlarca lira tutarındaki vergi borçları siliniyor. Kamu arazileri ellişer yıllık sözleşmelerle tecavüzcü vakıfların kullanımına veriliyor. Bu bir yönetememe krizinden daha çok bir “yağma ekonomisi” durumunu gözler önüne seriyor.

Siyaseti yönetememe durumu ise kendini daha çok Mezopotamya coğrafyasındaki (Ortadoğu kavramı bilinçli olarak kullanılmamıştır) yayılmacı politikada gösteriyor. Abdülhamit’in “denge” politikasını “dengeli yayılma” biçiminde uygulamaya kalkınca, emperyalleşme çabası; diğer -küresel- emperyalistlerin çıkarlarıyla çakışınca ortaya çıkıyor. (Bu noktada bölge halklarının mücadele ve direnişini ayrı tutuyorum. Meseleye yalnızca Türkiyeli egemenlerin bakış açısıyla bile bakıldığında ki bunu CHP ve diğer taife olarak görebiliriz.) Bu durumu da milliyetçiliği kışkırtarak şovenizmi yükseltme anlamında bir fırsat olarak görüyor. Şoven bir taban ve kitle desteği yaratmak adına; savaştan, kandan beslenen bir kindar güruh oluşturmayı öncelikli vazifesi görüyor. Yandaş medya kanallarıyla, kamu kuruluşlarına hazırlattığı reklamlarla, her türlü bilgiyi maniple eden sosyal medya trolleriyle, okuma-yazma bilmez yazarlarıyla durmadan çalışıyor. İyi biliyor ki arkasında böyle bir güruh olmadıkça kapkaç ekonomisinin mantığını hiç kimseye açıklama şansına sahip değil. Kutsallara saldırmaktan bile geri durmuyor. Mezarları tahrip ediyor, cemevine saldırıyor, sokakta oyun oynayan beş yaşındaki çocukları kovalamak için havaya ateş açıyor… Kayyım atamaları vakayı adiye… Halkın iradesini yok sayma, gasp etme anlayışı temel politika olarak “şimdilik” HDP belediyeleri üzerinden yürüyor. Sıra diğerlerine de gelecek… Bütün bunları aynı el yapıyor. Aynı elin iplerini elinde tuttuğu türbanlı abla elli kişilik katliam listem hazır diye  yandaş TV’de program yapıyor. Konsolide olma çabasının hedefinde, ötekileştirmeyi adeta bir “iç savaş” halinde kışkırtmaya çalışan ve kaşıyan politikanın temelinde bu “korku” yatıyor. Nedir bu korku? Faşizmi ayakta tutan “kitle ruhunun” desteğini kaybetmek…

İktidar gücünün korkusu özgürlük gücünün cesareti olmak zorunda… Günümüz koşullarında devrimcilerin öncelikli görevlerinden biri bu korkuyu büyütmek olmalı… Bu korkuyu nasıl büyütebiliriz? Bu bizim sorumuzdur? Bu sorunun yanıtını devrimciler vermek zorundadır.

Esasen -böyle olmadığı iddia edilse bile- AKP-MHP iktidarının kaynağını kitlesel desteğe dayandırma çabasını hiçbir zaman gözardı etmeyen bir mücadele çizgisinin belirlenmesi temel şiarımız olmalı… Bu desteğin aşındırılması ve gerçeğin teşhir edilmesi güncel politik tutum açısından elzem… Bu bağlamda devrimciler, korkuyu yükselterek korkanı boğacak hale getirecek bir politik ortam oluşturmak göreviyle karşı karşıyadır. Öncelikle bu topraklarda yaşayan insanları iyi tanımak ve buna göre politikalar oluşturmak; varlığımızı, egemenlerin iktidarlarını devam ettirme aracı olmaktan çıkarmak zorundayız. Camiden kahvehaneye, fabrikadan tarlaya, stadyumdan okula vb. uzanan her platformda var olmak, söz söylemek, örgütlenmek, devrimcilerin varlığını göstermek ve iktidarın yalanlarını boşa çıkarmak zorundayız. Bu toprakların tarihi yol göstericimiz olacaktır. Celaliler’den Şeyh Bedrettin’e uzanan bir çizgiyi izleyerek Anadolu’daki halk ve işçi hareketleri ile buluşmak ve ekonomik-politik olguları bu topraklara özgün olarak yorumlamak zorundayız. Böylece devrimcilerin mücadele ve eylem gücünü toplumsal meşruiyete dayandıran militan bir eylem çizgisi oluşturmaları ve bu hat üzerinde (anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-cinsiyetçi, anti-şovenist ve ekolojik sistemi koruyan) devrime yürümeleri mümkün olacaktır.

Paylaşın