Umut Yazıları

Ali Tekin yazdı: Küçük burjuvazi ve ‘Asıl FETÖ’cü’

Eskişehir, ülkenin en güzel ve en yaşanılabilir kentlerinden biri. Osmangazi Üniversitesi de kalburüstü sayılabilecek akademik kurumlar arasında yer alıyor.

Dün ekranlara yansıyan katliam ise, şehrin ve akademinin kendisinden beklenen dinginliği ile uyuşmuyor. Bir araştırma görevlisi eline silahı alıyor ve üniversite binasının içinde 4 kişiyi öldürüyor. Belli ki zamanı veya fırsatı olsa hedefinde birkaç kişi daha yer alacak. İlk etapta kişilik bozukluğu veya başka aktif psikiyatrik hastalığı bulunan bir kişinin içine girdiği cinnet hali gibi gözükse de, olayın daha karmaşık bir örgüye sahip olduğu hemen anlaşıldı.

Doçent titreli bir hoca, Ayşe Aypay, şans eseri fakültede olmadığını, muhtemel kurbanlar arasında kendisinin de bulunduğunu kameralara haykırdı. Haykırdı mı dense, feryat etti mi dense, hangi kelimeyi kullanmak daha doğru bilinmez; çünkü yaşanan şey oldukça vahim ve dolayısıyla hocanın halet-i ruhiyesi de mecburen cinnet halini andırıyor.

Muhtemelen, FETÖ mensubu diye birçok kişiyi şikâyet eden alt rütbede bir akademik personelin, aktif psikiyatrik problemlerine rağmen; sırf itirafçı kimliği nedeniyle ve davalarda kullanılabilirliği olduğundan dolayı rektörlük ve YÖK tarafından korunduğu bir manzara ile karşı karşıyayız. Hocanın üzgün, sinirli ve hiddetli konuşmasında anlatmak istediği de bu. Fakülte ortamı öylesine kriminalize edilmiş ki; orasının birkaç senedir yaşanılmaz hale geldiği anlaşılıyor. Sanki darbe girişimi de, darbe karşıtı eylemler de Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde olup bitmiş! Herhalde Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen veya generaller dahi böylesine gergin bir ortamda faaliyet yürütmüyordur!

Akademinin sıradanlaşmaya aday hallerinden biriyle karşı karşıyayız. Akademik ortamı biraz bilenler, hemen bu gergin havanın nadir olmadığını söyleyeceklerdir. Türkiye’de akademik kurumlar; sığ, kısır ve kasvetli olduğu gibi  son yirmi yıldır sistematik olarak kavga, dedikodu ve itiraf çemberine girmiştir. Ülkenin faşizm atmosferi hem bu durumun sebebi ve tetikleyicisidir; hem de akademinin çürümesi faşizm atmosferinin belirginleşmesine neden olmaktadır. Elbette ki, her gün televizyon ekranlarından halkı mahalledeki komşuyu bile ihbar etmeye davet eden ‘reis düzeni’ birincil derecede sorumludur; ancak akademinin kendi içerisinde yıllardan beri oluşturduğu özgül ideolojik maddi pratik de bu kirli çembere oldukça yatkındır.

Herhalde o fakülteye öğretmen olmak amacıyla giren bir öğrenci gencin en büyük hayallerinden biridir orada öğretim üyesi olmak. En başarılı öğrencilerin kabul edilmesi gerektiği ve kendisinden bilimsel çalışmaların yapılmasının beklendiği bir kurumda, meğer iki yıldır akademisyenler birbirini FETÖ mensubu diye ihbar ediyorlarmış. Olaydan şikâyet eden hoca da en kuvvetli maktul adaylarından biri olmasına rağmen, iktidarın çizdiği sınırların ve kanunların doğru ve vazgeçilmez olduğunu kanıksamış. Bırakalım olağan şartlar altındaki muhalefeti, cinnet şeklindeki isyan bile o sınırlar içinden yapılıyor. Hoca, ölümden kıl payı kurtulmuş  “Ne FETÖ’sü ne itirafı, bırakın bu saçmalıkları.” demiyor da, “Asıl gerçek FETÖ’cü katil Volkan Bayar’dır.” diyor.

Yalnızca akademi değil; çoğu büyük meslek grubu da aynı sorundan nasibini almış durumda. Eğitim, sağlık ve hukuk alanında yer alan kurumlar da benzer senaryolara sahne oluyor. Ülkenin faşizm atmosferi bu kurumları kirletiyor ve içinde yaşanmaz hale getiriyor. Doktor, öğretmen veya avukat artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını; her şeyin çürüdüğünü iddia ediyor.

Proleter kesim, ülkenin sorunlarını kendi hayatına dışsal, makro sorunlar olarak görüyor. Kendisini olayları değerlendirmeye ve çözmeye aday görmezken; küçük burjuva kendini hemen özneleştiriyor. Ülkede darbe girişimi veya faşist baskı mı var, elbette ki onun hayatı ilk sırada etkilenecek. Onun hayatı etkilendiyse, muhakkak ki o da çevresini etkileyecek! Küçük burjuvazi, kendini sürekli olayların merkezinde görmektedir. Bu karakterdeki özgül bir maddi ideolojik zeminde, onun içinde bulunduğu kurumlar da itiraf, dedikodu, kavga ortamında yaşanmaz hale gelmektedir. İstanbul’un sıradan bir şantiyesinde olsa, ustabaşının hemen fark edip önlemini alacağı bir psikiyatrik vaka öyküsü Osmangazi Üniversitesi’nde 4 kişinin ölümüyle sonuçlanabiliyor.

Faşist rejimin şefinin “OHAL’de vatandaşların gündelik hayatı etkilenmeyecek.” sözünü sakince düşünelim. Ekonomik göstergeler anlamında OHAL, elbette proletaryayı etkiliyor; ama  en çok küçük burjuvazinin yaşam alanını daraltıyor. Hayat küçük burjuvazi için yaşanmaz hale geliyor; çünkü hayatı kendisi merkezli düzenliyor.

Sol muhalefet de varlığını bu alan üzerinden tanzim etmeye çalışıyor. Eşitsizlik, sömürü  ve güvencesizlik geri planda kalırken yaşam alanlarına saldırı öne çıkıyor. Küçük burjuvazi, hayatı dönüştürme potansiyelinden yoksundur. Küçük burjuvazinin kendi bedeni üzerinden başlattığı hikâye, kurulu nizamın kalıpları içinde kalacak ve nihayet kendisiyle son bulacaktır. Küçük burjuvazi, aksini çok fazla iddia etse bile, asla bir sistem değişimine yönelmeyecektir.

 

 

Paylaşın