“Bana bi daha provokasyon diyenin…”
Daha önce yazmışımdır mutlaka ama aklıma geldikçe de yazasım geliyor. Gezi’nin kaçıncı günüydü bilmiyorum, sabahın köründe gelip alanı boşaltmak istemişlerdi. “Parka dokunmayacağız, sadece alanı boşaltacağız” diye bir kibarlıkları var ama Gümüşsuyu tarafını ezip tam teşekküllü gelmişler, niyet belli. Ortalıkta kimse de yok doğru dürüst, park henüz mahmur, az sayıda kişi bir yandan el ele tutuşup zincir yaparak polisi oyalarken öte yandan telefonla arkadaşlarını defansa çağırıyor filan. Tam o sırada alanın Tarlabaşı’na açılan köşesindeki SDP tarafında bir ‘provokasyon’ (!) koptu, ışıklar içinde yatsın Ulaş vardı bildiğim, ortalık fena karıştı. Sonradan bir yığın salak saçma şey yazıldı o hadise üzerine ama sonuçta polis oyalanırken öğle oldu filan, insanlar toplandı, o günlüğüne alan boşaltılamadı.
Ama bütün bunlar olup biterken zincirdeki eylemcilerden birinin sunturlu küfürle biten sesi hiç kulağımdan gitmedi: “Bana bi daha provokasyon diyenin…”
***
Ne çare! Bitmiyorlar ki hiç! Bitmezler de… Ben beni bildim bileli, on beş yaşında devrimci olmak isteyen bir çocukken varlardı, hâlâ da mevcutlar. En son Boğaziçi bildirisinden sonra da, önce de, yine her yerden mantar gibi fışkırdılar. Daha Selahattin’in S’sini duyar duymaz “Ama bizi kaybediyorsunuz” diye mızıldananlar, “Eylem yapıcekseniz okulunuzda yapın” diyenler, anne-babalara “Evladınıza sahip çıkın” çağrısı yapan ‘uykudan önce’ masalcıları… Ne ararsan var!
‘Yatıştırıcı ajanlar’dan söz ediyorum. Biraz tuhaf bir deyim, evet, farkındayım. Çünkü biz hep bunun tersine, ‘kışkırtıcı ajan’ kavramına alışmışızdır. Öyle karanlık bir grup vardır ya hani, millet masum masum yürürken ortaya çıkıp “Yakalım yıkalım” filan derler; biz onları biliriz, annemizin ‘Kötü çocuklarla oynama’ öğütleriyle büyümüşüzdür.
Oysa yatıştırıcılar her zaman kışkırtıcılardan çok daha kalabalıktır. Üstelik ‘sağduyu’, ‘aklıselim’ gibi yerleşik ortalamaların arkasında durdukları ve toplumdaki korku ikliminin temel kodlarını temsil ettikleri için daha etkindirler. Tarih de öyle kaydeder olayları, ateş yakanlar söndürenlerden daha çok görünür her zaman.
Ajan da değildirler aslında, lafın gelişi kullanıyorum bu kavramı. Yani bildiğimiz anlamda, profesyonel memur anlamında ajan değildirler, en azından yüzde doksanı değildir (Yüzde onu da küçümsemeyin bu arada). Durdukları yer öyledir, sınıfsal/toplumsal pozisyonları, refleksleri öyledir. Muhaliftirler evet, işler değişsin, sokaklar canlansın isterler; hatta başka -ve mümkün olduğunca uzak- ülkelerde alanlar dolduğunda, “Ah bizde herkes uyuyor” diye hayıflanırlar; herkes uyanınca da ellerinde Zanax kutusuyla olay yerine ilk onlar koştururlar. Koşuşturmaları bile rastgele değildir ama. Çok dengelidirler, çok! Herkesin, ufka doğru baktığı yerde onlar geriye de bakarlar, zor durumlar için belleklerine ara sokaklar yerleştirirler; herkes şu tepeyi nasıl aşarız diye kafa patlatırken, onlar gerideki patikalara ekmek kırıntıları bırakırlar, dönerken yollarını şaşırmamak için.
İşleri budur: Yangın söndürmek! İşleri değil daha doğrusu, refleksleri budur. Birazcık çoban ateşine itirazları yoktur, ellerinizi uzatıp ısınırsınız, iyidir tabii. Ama garipler dünyayı yakmak isterse, ovv!
İster 15 yaşında olsun isterse 70, eylemciler onlar için hep çocuktur; asla ‘yetişkin’ olarak görmezler onları. ‘Evlat’tır onlar, ‘çocuk’tur ve öyle oldukları için de tedbirsiz/pervasızdırlar; aldıkları kararların, söyledikleri sözlerin sonuçlarını kestiremezler; öyleyse ‘daha önce bu yollardan geçmiş”, ‘acı tecrübeler yaşamış’ olanlar tarafından korunup kollanmaları gerekir. O yüzden göz hizasından değildir kurdukları ilişki. Bir tık üsttedirler hep. Susmak fiiline yabancıdırlar. Susup dinlemek, dinleyip öğrenmek yerine -çoğunlukla başarısızlıklardan oluşan- ‘tecrübelerini’ püskürtmeyi, akıllar fikirler vermeyi severler.
Ve en önemlisi, sınır bekçisidir onlar. Ooo, en sevdikleri! Eylemlerin ve sözlerin sınırını belirlemek çok mühimdir, çok! Atanamamış sosyolog ve psikologlar olarak toplumun neye tepki göstereceğini, ‘haklıyken haksız duruma düşmemenin’ sırlarını, ‘kamuoyunun desteğini yitirmemek için dikkat edilmesi gereken hususları’ yalnızca onlar bilir. Kürtler ve Kürtçe işin içine girerse şöyle şöyle olur derler mesela; milyonlarca Kürdün yaşadığı bir kentte söylerler bunu. Sonra da Kürtlere dönüp, ‘Siz de iktidarla mı anlaştınız ne? Hiç katılmıyorsunuz’ diye sorarlar büyük bir pişkinlikle. Örümcek ağı gibi, bir yerden kurtulsan öte yandan takılıyorsun. Hepsinden kurtulsan, Fırat’ın öte yakasında buradakilerin ruh ikizleri devreye girer: Kürt çocuklarının Türklerin kavgasında ne işi var?
***
Off, neyse işte ya. Sıkıldım. Uzadıkça uzuyor. İşinize bakın arkadaşlar. İlle de tecrübe istiyorsanız, işte size tecrübe: İşinize bakın ve nasıl doğru biliyorsanız öyle yapın!
Kaynak: Yeni Yaşam Gazetesi
