Umut Yazıları

Alın anayasanızı, başınıza çalın! -XWE Metin Ayçiçek

Talan sisteminin giderek iktidarını sürdürmekte zorlanması ve son bir yıldır gelir dağılımındaki farklılığın toplumun çok büyük bir kesimini yoksulluğa ve açlığa doğru itelenirken bir avuç azınlık elinde toplanmasının yarattığı ciddi gerilim, Koronalı günlerin kullanımıyla başlangıçta bir süre frenlenebilir olsa da, bir biçimiyle patlak vereceği açıktı. Elbette bu “açıktı” ama neden sonuç ilişkisini yanlış kurgulayarak toplumsal devrimlerin sadece istemekle gerçekleşebileceği “inancına” kendimizi kaptırınca, bunun yaratacağı halüsinasyonlardan kurtulup mevcut burjuva politik iktidarlar karşısında eylemli dik duruşu sağlayabilmek de bir hayalden öte bir anlama sahip değildir. 12 Eylül’den sonrası içine düşülen kısır döngü, her bir turunda gücünü biraz daha kaybederek kendini toplumdan koparak küçücük kendimizin içine kapanıp kaldı. Ve geldik bugüne. AKP yeni bir atakta, arkamızda bıraktık güzü ve kışa giriyoruz belli ki.


Son birkaç yıldır iyiden iyiye gözlemci gibi davrandık. Söz söyledik, yorum yaptık ve beklemeye yattık. Sokaklarda artık Abidin’in umutlarından fışkırmış mutluluğunun ışıklı betimlemeleri yerine Edvard Munch’un korkuyu sergileyen ‘Çığlık’ adlı tablosu belirginleşiyor sanki. Ve o tablonun her bir kopyasının renkleri arasına bir kurşun kaleminin giderek içimizi karartan bunaltıcı koyu gri çizgileriyle ressamı tarafından sıkıştırılmış o sırlı cümle, ülkemizi, karanlık bir geleceğe doğru çekilişinin öngörüsüydü: “Bu tablo ancak bir deli tarafından çizilir!” Daha da önemlisi, bu cümlenin, tam da bu tablonun sol üst köşesine yazılmış olması, sanki günümüz solu için hazırlanmış eleştirel bir mesaj gibi.


Biliyorum, cesaretimizi ya da ödenen bedelleri küçümsemek aşağılık bir tavırdır ve bunu yapmayı da yapanları da asla kendime yakın bulmadım. Ama sırf ajitasyon için kullanılan, günümüz koşullarına yönelik içerik taşımayan boş böbürlenmelerin de yakınında olmak istemiyorum. Gelecek umutlarımı hep yüksek sesle haykırdım ama bu, bir umudu yaşatmanın ötesine bir anlama geçmedi.
Ve işte, geldik bu güne!

54 senatör, Başkan Joe Biden’e gönderdikleri mektupta, insan hakları sicilini iyileştirmesi için Türkiye’ye baskı yapmasını istedi. Söz konusu metinde Trump’ın kankası “Erdoğan ve hükümetine ülkede ve yurtdışında bulunan muhalefete yapılan baskıya son verme, siyasi tutukluları serbest bırakma ve otoriter çizgisinden dönme vurgusunda bulunmanız çağrısı yapıyoruz” denildi. Türkiye’de muhalefet hemen “yerli ve milli” saflarda dozu yükseltilmiş bir formatta yerini aldı. Bu uyarı mektubuna karşı AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti ortak metin hazırlayarak savunmaya geçti. Ortak metinde Türkiye’nin “insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü konusunda her zaman olduğu gibi titizlikle hareket ettiği” yalanı, “devletin bekası” sahteciliği adına, dünyanın gözünün içine baka baka söylendi. İğrenç. Gerçekten onursuzluğun en çıplak görünümü. Kadın milletvekillerinin bile çıplak aramaya tabi tutulduğu ve resmi işkencenin kol gezdiği bölgede askeri hegemonyasını kurmak için birçok ülkeye savaş açan; Suriye provokasyonu ile milyondan fazla insanın savaşta ölmesine neden olan bir devletin demokrasi saflarına çekilmesi yerine, zulmüne ortak olma girişimi! Zulmünüzde boğulun!

Deşifre olan “stratejik derinlik ve değerli yalnızlık” saldırganlığından “Mavi Vatan” saldırganlığına geçişin hezeyanlarıyla iyice çıldırmış olan bir AKP iktidarı. Üstelik sürekli kan kaybettiği telaşıyla panik içine girmiş tehlikeli bir mikrop. Ve bu güruh içinde sahne almaya çalışan bir iktidar partisi ve bu partiye her alanda koltuk değnekliği yapan hayalet bir muhalefet. Kanun Hükmünde Kararname’lerle ya da yasada yer almayan sözlü komutlarla haramilerin başı Ali Baba ve Kırk Haramisi’nin mağarasından yönetilen bir ülke. Ve şimdi, ülke sathında yaratılan bu saray hukuku ortamında bir “anayasa” girişimi başlatılmak isteniyor. Cumhuriyetin 100. Yılına yetişmesi beklenen bir diktatörün güç istemleriyle donatılmış bir “darbe” anayasası! AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın tanımıyla “Yeniden Kuruluş Anayasası.”


Bu hırsız çetesinin lideri Erdoğan da kırk haramiler arasından sesini yükselterek “küresel siyasi ve ekonomik güç dengelerindeki değişimde hak ettiğimiz yeri alma fırsatını kamil manada değerlendirebilmek için de daha sağlam bir çatıya ihti¬yacımız bulunuyor” diyerek “bölgesel güç olma” iddiasının gerçekleşmesi için devlet politikasında diğer partilerin de tam biata hazırlanması isteği. Elbette bunun için HDP’in ortadan kaldırılması gerekmektedir.


Ülkede ekonomik ve politik krizle birlikte giderek daha da gerilen siyasal dinamikler AKP’nin hızla taban kaybetmesine de yol açtı. Ama böyle bile olsa, yüzde 40-45’lerde görülen AKP oylarının, devletin bekası ve vekil ailelerinin kalkınması amaçlı olarak satın alınabilecek vekillerle birlikte AKP’nin iktidar olma olasılığı hâlâ büyüktür. AKP’nin bugünkü gücüyle yapabileceği seçim düzenlemesi, seçim ittifakları için getirilebilecek yasal sınırlar ya da kurallar, seçim barajının içeriğiyle oynama, YSK’nın ve savcı ve yargıçların AKP kadrosu olarak görevlendirilmelerini gerçekleştirerek yasal baskıyı artırmak gibi projelerle iktidarın yeniden ele geçirilmesi de zayıf bir olasılık değildir.


AKP ne olursa olsun yaklaşan seçimlerde iktidarı almak için savaşacaktır. Bu hırsız çetesinin yargılanmadan iktidarda kalabilmesi için 12 Eylül anayasasından da sert hükümleri olan yeni bir anayasa gerekmektedir. Bu nedenle yeni anayasaya mecburlar. Bunun için en düşük düzeyde dolaşan ahlak kuralları bile AKP tarafından kullanılmayacak, tek ahlak kuralı “aile ve yandaşlarından oluşan soygun çetesinin” korunması olacaktır.


Haramiler Sultanı Cumhuriyet’in 100. Yılına sivil bir anayasa ile girmek istiyor. Sanki “sivil” olunca insan diktatör olmazmış gibi. Hitler de, Mussolini de sivildi. Tansu Çiller, Mehmet Ağar da 17500 faili meçhuller ile ünlü siviller içerisinde yer aldılar. Sadece onlar değil, örneğin Anayasa Hukuku Profesörü, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de (kendi itirafıyla) muhalifleri için anayasayı bilerek yanlış yorumlamıştı. Cezaevlerinde gerçekleştirilen kanlı Aralık katliamı da sivil Adalet Bakanı’nın kararıyla gerçekleştirildi. Ve en büyük katliamların sadece zaman olarak değil önder olarak da başında sarayın sahibi Sultan Şeddâd vardı. Saray, yargıdan yasamaya, hazineden ekonomiye her şeyi kontrol eden tek güç. Sıradan demokrasilerin olmazsa olmazı olan Kuvvetler ayrılığı ilkesi bütünüyle ortadan kaldırılmış. Yani Tayyip’in “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözüyle vurguladığı gibi, bu OHAL’li dönemde 125 binden fazla kamu çalışanının ihraç edildiği, 446 bin kişinin hakkında adli işlem yapıldığı, 1431 dernek ve pek çok yayın kuruluşunun kapatıldığı; HDP’li avına çıkılarak Demirtaş dahil HDP’li vekillerin tutuklandığı, HDP’li belediyelere kayyum atandığı bir sivil dönem yaşandı. Ve ceza ve tutukevleri artık sınır limitlerini çoktan geçti.


Demokrasinin zerresinin bile olmadığı bugünün diktatörlük koşullarında aynen 82 Anayasası’nda olduğu gibi, bugün de dünün kışla diktatörünün yaptığı gibi bugün de sarayın diktatörünün dikte edeceği bir anayasa, bugünden farklı bir yönetim tarzını inşa edemez. Demokratik bir anayasanın hazırlanabilmesi için öncelikle bütün halk tabakalarının hiçbir sınırlamaya tabii tutulmadan her konuyu özgürce tartışabileceği özgür bir ortam inşası şarttır. Böyle bir ortamın olmadığı koşullarda yürütülen bir anayasal süreç, sultan otoritesinin pekiştirilmesinden başka bir amaca hizmet edemez. Böylesi bir kazanım, güdük de olsa, var olan bütün demokratik kazanımların yok edilmesine yol açacaktır.

Bu türden vekil çok bu Mecliste. Örneğin, hakaret anlamlı “alçak” sözcüğünün bile onun üstünde onur madalyası gibi durduğu bir şerefsiz vekil; belli ki çetenin reisinden kolonlanmış bir üretim hatası. Hık demiş partisinin genel başkanının bir yerinden düşmüş, onur yoksunu, edep yoksunu içi boş bir teneke kafa, HDP’ye saldırıyor güya: “Seçimlerde 4 tane oy alabilmek için olmadık kalıba giriyorsunuz. Lanet olsun oylarına. Onların oylarının Allah belasını versin” deyivermiş HDP’ye oy verenler için. Sıkça tekrar ettikleri “yaratılanı, yaratandan dolayı sevmek” sözünü en fazla kullanan, ama en az 6 milyon onurlu insana bela okuyan bu üretim hatasını koruyacak bir tanrıya inanmak da utanç verici bir davranış değil mi?


Bir başka AKP’li, kadın milletvekili de sözü tam da meclisin ortasına bırakıyor öteki AKP’liler içinde boncuk arasınlar diye. Arıyorlar da: Tecavüze tacize uğramış kadınlar için bu kadın, “Onurlu kadın bir sene beklemez, ertesi gün şikâyet eder” diyor. Dilimi tutmaya çalışıyorum ama artık mümkün değil. Politik çalışmanın dili çoktan akli ölçülerin önüne geçti. Ben, henüz Ermeni soykırımını, Kürt halkına yönelik 27 devlet katliamını, Dersim-38’i, Maraş’ı, Çorum’u, Tokat’ı, Sivas’ı henüz unutmamışken, Cizre’de, Sur’da devletin çocuk bedenleriyle harladığı soykırım tarihinin yeni sayfasını okuduktan sonra öfkeyle çıldırırken, 21. Yüzyılın onuru olan Kobane Direnişi’ni suç sayan akıllardan sonra kaçırdım aklımı.

CHP Genel başkanı her zamanki gibi trene bakmakla meşgul olma yeteneğini sürdürürken, özgürlük yanlısı 6 milyon kişiye yönelik olarak bir faşistin yaptığı bu bedduayı, üstelik Meclis’te meşru olarak yer alabilmiş, eşbaşkanları, onlarca milletvekili ve yaklaşık 7500 aktif çalışanı cezaevine atılmış; zaman gelmiş “bağrına taş basarak” da olsa kendisine oy verilmiş o partinin genel başkanı barış ve özgürlükler için konuşmaya gelmiş olan yasal milletvekilleriyle protokol icabı olarak bile basın önünde birlikte ortak açıklama yapmaya cesaret edememiş, “kuruluş genetiğini içinde taşıyan” o partinin onursuz lideri, görevi gereği, AKP genel başkanının zayıf düştüğü her an, baston sırığı olmak üzere hazır bekliyor. Ve büyük kitlelerden oluşan saptırılmış bir beyin, kendi mekanında misafiriyle görüştükten sonra teamüle uyarak birlikte basın açıklaması yapamayan bir sahte muhalefet liderini ayıplamak hatta yuhalamak yerine, bu terbiyesizliği, bu ırkçı-milliyetçi tutumu sergilemek amacıyla o binada “tek başına” basın toplantısı yapan HDP’yi eleştirmeye öncelik veren anlayışlar, iktidarla ittifak halindeki bu muhalefetin ayıbını sergileyebilir mi? Ana muhalefet adıyla ortalıkta şaşkın ördek türü dolaşan CHP, iktidarın sıradan bir demokrasiye bile aykırı olan taleplerine destek olmaya devam etmesine rağmen, toplumsal muhalefetin patlayabileceğine yönelik bir olasılık, AKP iktidarının karabasanı olmuştur.

Bu yazının çok gergin olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sorun da bu! Eğer bu ortamda siz sakin kalabiliyorsanız, asıl sizde bir problem yok mudur?


Hatırlatalım: TC Merkez Bankası’ndan yaklaşık 150 milyar civarında kaynak ruh olup uçuyor. Damadının başkan olduğu bu kurumdaki bu hırsızlıktan diplomasız cumhurbaşkanının haberi bile yok. Belki? Öğrenince (birikmiş olan başka konuları da gerekçe yaparak) hazine bekçisi damadını görevden alıyor. Bir süre sonra ise akla hitap eden tek söz söylemeden, “düşmana” lanet okuyup kızının efendisini aklamaya çalışıyor.


Ne var ki, kamuoyunun geriliminde iç gerginliği azaltmak amacıyla ve çok yönlü olarak kullanılan Suriye gazının, toplumsal sorunların üstünü örtmekteki etkisinin giderek azalması, Yunanistan’la ilişkilerde sorunları kaşıyarak gerginliği tırmandırmak gibi bazı girişimlerle canlandırılmak istense de artık bu yapı çivi tutmaz bir hale gelmiştir. Artık “vaatlerin” bile inandırıcılık düzeyi öylesine düştü ki, o tarihlerde var mıydı bilmem ama, yüz yıl öncesine ait bilim kurgu filmlerine ancak konu olabilirler saçmalıklar Sarayın kifayetsiz sultanı tarafından düşünülmeden üflenip duruyor. Aya yolculuklar, narkotik büronun ele geçirdiği (belki de Mehmet Ağar ve Alaatn Çakıcı için saklanan) eroin paketleriyle kutlanan büyük “uzay atılımı”, havai fişeği modelinde füze yapımı…

Aklımızla dalga geçilen bir çağı yaşıyoruz. Kendi tankını tamir edemeyip, Marmara gemisiyle İsrail’e karşı yapılan “muhteşem” çıkarma sonrasında, verilen insan kaybı yetmezmiş gibi, Türk silahlı kuvvetlerinin elindeki bozuk tankların tamir için İsrail’e gönderilmiş olması bile bu sahtekârlar çetesinin fiyakasını bozamıyorsa, bu toplumda da açıklanması gereken bir şeyler yok mudur?


Sözün kısası: “Bu tabloyu ancak bir deli çizebilir.”

Ne var ki, iktidarın bugünkü dibe vurmuş hali bile, “tamam, gidiyorlar” gibi söylemlerin alt yapısını oluşturabilecek bir zayıflıkta değil. Yeni oyunlara gebe bir sürece giriyoruz. 6 yıldır Gare’de tutsak olan Türk askerini (sömürgeci devletin özgürlük savaşçılarını yok etmeleri emriyle gönderdiği erleri) ne hikmetse PKK öldürüyor. Eğer bu doğru ise, bugüne kadar üç yüzden fazla tutsak askeri Türk devletine canlı teslim eden PKK bu kez yanlış yapmış denilebilir. Ama neden PKK bu askerleri 6 yıldır öldürmeden besledi ki diye sormazlar mı insana? Neden bu askerler Gare, Türk uçakları tarafından bombalanırken ölmüşler ki? Hem de Türk savaş uçaklarının Gare’yi bombalarken Gare tutsakları çığırtkanlığı, o müthiş yalan söyleme yeteneğinin bile tüketildiği bir halin ürünüdür. Neden asker cesetleri otopsi raporları araştırma kurumlarına sunulmamıştır? Esirlerin öldürülmesi eylemini kim yaparsa yapsın elbette yanlış bir davranıştır. Peki, Türk devletinin cezaevlerinde tutsak PKK’lilerin ölümü terkedilmesi de suç değil midir?


20 yıl öncesinde bir Kürt çocuğunun eline bir sivil polis tarafından tutuşturulan Türk bayrağının yere attırılması sonrasında Kürt politikacılara yönelik başlatılan kelle avcılığı örneğini unuttuk mu acaba? Kadıköy’de deri pantolonlu üstü çıplak erkeklerin “başörtülü bacımıza” saldırması yalanı da devlet yalanı olduğu için mi inanılmıştı hemen? Şimdi, LGBT+lara yönelik bir soysuzun başlattığı cadı avında, bir öğrenci yurdunda yapılan aramada, hem de kameralar o yöne odaklanmışken polisin şıp diye bulduğu tıkış tıkış bir sırt çantası içinden çıkarılan Arapça yazılı karton bir pankartın ne hikmetse en ufak bir kırışıklığa uğramadan polisin eline geçmesi…

Böylesine bir sahtekârlık klasiği üzerine Soysuz’u ayakta alkışlamak gerekmiyor mu? Her cinayetleri ardından tekerleme gibi söyledikleri “bir insanı öldürmek insanlığı öldürmek demektir” sözü üzerine oturan devlet sahtekarlığı, henüz Cizre’de bina bodrumlarında devlet eliyle yakılan Kürt çocuklarının çığlıkları kulaklarımızdan silinmemişken; daha öncesine giderek, Meclis araştırma raporlarında bile 17 bin 500 olarak saptanan “faili meçhul” devlet katliamlarının Tayyip’le yatıp kalkan suçluları devletçe korunurken, Kobane gibi insanlığın özgürlük düşmanlarına karşı gerçekleştirilmiş bir onur direnişini suç sayan bir anlayış…..… Aklınıza gelen “iğrençten” öte bir söz koyun bu boşluğa. O söz bu ülkede iktidarın ve muhalefetin bütün sorumlularını bularak ömür boyu üzerlerinde kalacaktır.


Öfkeliyim, biliyorum. Ve artık hep öfkeli kalacağım. Çünkü bir devletle değil bir cinayet örgütüyle, bir hırsızlık çetesiyle karşı karşıya kaldığımızın bilincindeyim. Ve yazmaya yeniden başlayacağım. Ve bu zulüm bitmeden, bu zalimler ittifakı gitmeden bu öfkeyi dindirebilecek bir engel tanımayacağım.


Eski JİTEM görevlisi Ayhan Çarkın yıllar sonra itiraf etmişti, hani Apo’nun üzerine atılan şu “bebek katili” sözünün gerçeğini: “Çocuğu biz öldürdük. Ve bugün bile o bebekten koluma sıçrayan kanı hiçbir an unutamıyorum”. “Döktüğünüz kanda boğulacaksınız” sözünün gerçeği de budur sanırım. Bir gün bütün kanlı sultanlar ve onların soysuz haramileri yaşayacaktır o çarkın içinde halklara yaşattıklarının!

Paylaşın