İsrail Gizli Servisi Mossad’ın eski başkanlarından Amos Yadlin, geçen hafta Çin ve İran arasında imzalanan kapsamlı anlaşma hakkında yaptığı değerlendirmede, “Çin bölgede kendini bugüne dek almadığı yeni bir pozisyona yerleştiriyor, anlaşmanın özellikle istihbarat paylaşımını içeren bölümü büyük önem taşıyor” diyor.
Çin ve İran arasında imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması hakkında İsrail basınındaki yorumlar genel olarak, anlaşmanın ABD’nin İran’a karşı uyguladığı “maksimum baskı” politikasının beklenen sonuçları yaratamaması üzerinde odaklanıyor. Ağır ekonomik yaptırımlar ve baskı karşısında İran’ın çökmeyip tersine Çin gibi güçlü ittifaklar bulması vurgulanan başka bir nokta.
Yeni anlaşma 25 yıllık bir süreyi kapsıyor ve 400 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip. Anlaşma karşılıklı ticareti geliştirmeden, güvenlik ve istihbarat paylaşımına uzanıyor. Geçen 10 yılda, Çin’in İran’a doğrudan yatırımlarının Suudi Arabistan’a ve BAE’ye doğrudan yatırımlarından geride kaldığı dikkate alındığında anlaşmanın stratejik önemi ortaya çıkıyor.
Anlaşmanın Alaska’da Çin ve ABD heyetlerinin yaptığı görüşmelerden sonra gelmesi, yeni ABD yönetiminin Çin’e karşı yükselttiği saldırganlığa bir yanıt niteliği taşıdığına dair algıyı güçlendiriyor. Bu algıyı güçlendiren önemli faktörlerden biri, Çin İran ticaretinin son 5 yılda 51 milyar dolardan 16 milyar dolara gerilemiş olmasıydı. Çin ABD’nin İran’a baskı politikaları karşısında geri adım atmış, yaptırımlardan zarar görmemek için İran’la olan ekonomik ilişkilerini zayıflatmıştı. İran’la ekonomik ilişkiler zayıflarken İsrail, Suudi Arabistan ve BAE ile olan ekonomik ilişkiler gelişiyordu.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Tahran’da Hamaney’in danışmanı Ali Laricani’yle görüşmesinde yaptığı açıklama bu bağlam içinde değer kazandı, Yi açıklamasında, “İran diğer ülkelerle olan ilişkilerinde kendisi bağımsız olarak karar veriyor, başka bazı ülkeler gibi gelen bir telefon üzerine kararlarını değiştirmiyor” demişti. Yi İran’la anlaşmayı imzalamadan önce Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE’yi ziyaret etmişti.
İsrail basını ağırlıklı olarak anlaşmanın “İran’a çok kritik bir dönemde nefes alma imkanı sağlayacağını” yazıyor. Bu gelişmeden duydukları memnuniyetsizliği dile getiriyorlar. Bu anlaşmaya giden yolun, Trump-Netanyahu’nun İran’a maksimum baskı politikasıyla açıldığını, Biden ve ekibinin hemen ilan ettiği Çin karşıtı politikanın anlaşmayı hızlandırdığını vurguluyorlar.
İran’ın ekonomik yaptırımların baskısı altında ciddi sıkıntılarla karşılaştığı bir dönemde, Çin’in Ocak ayından beri İran’dan petrol ithalatını önemli ölçüde arttırdığı, Mart ayında İran’dan ithal ettiği petrolü günlük 918 bin varile çıkaracağı belirtiliyor. Bu yaklaşık üç kat artış anlamına gelecek.
İran salgın sürecinde Rusya ve Çin’den 2 milyon doz aşı temin etti, ABD’nin uyguladığı yaptırımlar nedeniyle aşı ve ilaç ithalatında ülke büyük sıkıntılar yaşıyor. Bir Fransız Diplomat Michel Duclos, geçtiğimiz günlerde ABD’ye İran’a uyguladığı yaptırımları yaşanan insani yıkımı dikkate alarak ilaç ve aşı konusunda yumuşatma çağrısında bulundu. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, bunun ancak İran nükleer anlaşma masasına koşulsuz oturduğunda gerçekleşebileceğini söyledi.
Amerikan basınının anlaşmaya yaklaşımında yeni bir şey yoktu. Amerikan basınının en etkili mecralarına göre, Biden’ın dünyada “yasanın üstünlüğünü ve insan haklarına saygıyı esas alan yeni bir demokrasi koalisyonu kurmaya çalıştığı bir dönemde” Çin, “buna karşı kendi koalisyonunu” kuruyordu. Alaska’da ABD ve Çin heyetleri arasındaki görüşmede yaşanan sert tartışmaların ardından, Çin Dışişleri Bakanı’nın Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’la buluşması ve ikilinin basın toplantısında “ABD’nin tek taraflı yaptırım ve müdahalelerini kınamasına” dikkat çekiliyor, “demokrasilerle otokrasiler arasındaki çatışmanın şiddetlendiği” belirtiliyordu.
Bir başka dikkat çekilen nokta ise şaka gibiydi, Çin Dışişleri Bakanı’nın İran’dan önce “bölgedeki ABD müttefikleri Türkiye, Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeleri” ziyaret etmesinden duyulan rahatsızlık belirtilmişti. Suudiler’den AKP-MHP’ye, BAE’den Sisi’ye, Netanyahu’ya bu mümtaz bileşenler, herhalde bunun ne tür bir demokrasi ittifakı olacağının en iyi göstergesidir.
Amerikan basını, Alaska görüşmesinde ABD’deki ırkçılık ve polis şiddeti hakkında sert açıklamalar yapan ve ABD heyetine “siz dünyayla uğraşmayı bırakın önce kendi evinizi temizleyin, covid’den ölümleri durdurmaya çalışın” diyen Çin yetkilisi Yang Jiechi’ye çok kızgındı. ABD basını, Çin devlet başkanı Xi’nin Kuzey Kore’ye destek açıklamasının İran anlaşmasıyla aynı döneme denk gelmesini “kampların giderek daha fazla belirginleşmesi” olarak yorumlamıştı. Bu tespit doğruydu. Yaşananlar “kampların giderek daha fazla belirginleşmesine” işaret ediyor. Avrupa Birliğinin uzun zaman sonra Çin’e yönelik ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması ve 30 Mart’ta İran’a yönelik yeni ekonomik yaptırımları bir hafta sonra ilan edeceğini açıklaması kampların giderek belirginleşmesi kapsamı içindedir.
Bolivya’da halkçı-demokratik yönetimi askeri darbeyle deviren Amerikancı politik aktörler, seçimleri kaybetmiş, halkçı-demokratik güçler yeniden iktidara gelmişti. Yeni yönetim darbecileri tutuklayarak önemli bir adım attı. Bolivya’daki uşaklarının tutuklanmasına tepki gösteren ABD Dışişleri Bakanı, Bolivya’daki eski yetkililerin yargılanma koşulları ve insan haklarına uygun olmayan muameleye maruz kalma konusundaki kuşkularını belirtti. Bolivya ve Venezüela’ya yönelik baskıların artması kuvvetle muhtemel.
30 Mart’ta hem Rusya hem de Ukrayna, Donbas’ta çatışmaların arttığına ilişkin resmi açıklamalar yayınladı. Ukrayna yaşanan çatışmalarda askerlerinin öldüğünü, bundan Rusya askeri güçlerinin sorumlu olduğunu iddia etti. Çatışmaların artması açıklamalarından beş gün önce, ABD’nin Ocean Glory adlı kargo gemisinin Ukrayna’ya 350 ton silah ve askeri araç getirdiği haberi basına yansımıştı. Pentagon mart ayı başında Ukrayna’ya askeri desteğini arttıracağını açıklamıştı, bu kapsamda 10 Mart’ta NATO’ya ait savaş gemileri Ukrayna’ya gelmişti.
Ukrayna devlet başkanı Zelensky, yaptığı açıklamada, Başkan Biden’a seslenmiş, Ukrayna’nın NATO ittifakına dahil edilmek için daha ne kadar bekleyeceğini sormuştu. Biden yönetiminin Rusya’ya yönelik maksimum baskı politikasının temel ayaklarından birinin Ukrayna olması muhtemeldi ve öyle görünüyor ki, bu politika yeniden ısıtılmaya başladı. Donbas’tan Basra Körfezine uzanan bir hat içinde sıcak çatışmaların yükselmesi olasılığı giderek güçleniyor.
AKP-MHP faşist blokunun tüm baskı ve zorbalığına karşın kitlesel Newroz eylemleri, devrimcilerin ev hapsini tanımama ve alanlara çıkma iradesi coğrafyamızda devrimci halk hareketinin temellerinin canlı bir biçimde yaşamakta olduğunu gösterdi. Halk sınıflarının yaşamında giderek daha şiddetli hissedilen yoksulluk ve işsizlik dalgasının faşist blokun tabanını zayıflattığı, onu şiddet ve zor ile ayakta kalmaya mahkum ettiği artık daha net görünüyor.
Bu durum o kadar belirginleşmiş durumda ki, Finans-kapitalin en üst düzey temsilcilerinden TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simon Kaslowski “işsizliğin korkutucu boyutta” olması tehlikesine dikkat çekiyor. Türkiye’nin en büyük oligarklarından Tuncay Özilhan TÜSİAD toplantısında, sadece hükümetin ekonomi politikalarını eleştirmiyor, “Ekonomik reformlar gibi yargı reformları da iyi ama şimdiye kadar ilan edilen yargı reformları bizi arzu edilen hukuk devleti ve demokrasi standartlarına yaklaştıramadı” diyor.
Hiç kuşku yok ki, bu oligarkların ne halkın yoksulluğu ve işsizliği, ne de ülkedeki demokrasinin standartlarıyla bir alış verişleri olabilir, fakat kendi soygun ve yağma düzenlerinin geleceğinden kaygılı oldukları anlaşılıyor. Düzen içi muhalefetin son günlerde sıkça erken seçimden söz etmeye başlamasıyla, TÜSİAD şeflerinin hükümete yönelik eleştirileri bir makyaj değişikliği gereksiniminin arttığına işaret ediyor.
Halk sınıflarında AKP-MHP faşist blokuna karşı biriken öfke ve enerjinin düzen içi muhalefetin kanallarına akıtılarak etkisizleştirilmesi tehlikesine bu bağlamda dikkat çekmek gerekiyor. AKP-MHP faşist blokunun gericilikte ve zorbalıkta sürekli olarak el yükseltmesinin nedeni gücünün artması değil azalmasıdır. AKP Kongresi açıkça gösterdi ki, artık sahte vaatlere bile yer yoktur. Elde kalan zam, zulüm, işkencedir.
HDP’ye yöneltilen saldırılar, esas olarak hükümetin beka kaygısının ürünüdür. Şovenizmi ve milliyetçiliği yükseltmediği takdirde, geleceğinin olmadığını görüyor ve halklar arasına nefret ve düşmanlık tohumlarını en aşağılık biçimlerde ekmeye çalışıyorlar. Düzen içi muhalefetin seçim hesaplarında HDP’nin stratejik bir konuma yerleşmiş olması, bu saldırıların bir başka boyutunu oluşturuyor. HDP’yi kapatma girişimi ancak sokakta yürütülecek bir mücadeleyle boşa çıkarılabilir. HDP’yi ortaya çıkaran dinamik gücünü salonlardan değil, kırda ve şehirde yürütülen zorlu mücadelelerden almıştır.
Birleşik Devrim iradesini geliştirmek için bir araya gelen devrimci odak bu süreçte, Newroz eylemlerinin, kadınların gelişen eylem süreçlerinin, Boğaziçi eylemcilerinin estirdiği rüzgarları arkasına alarak devrimci 1 Mayıs için seferber olmalıdır. Uluslararası ve yerel Finans-kapitalin siyasi seçeneklerinin dışında bağımsız ve devrimci bir seçenek vardır, bu seçenek ancak birleşik devrim güçlerinin halk sınıflarıyla buluşup, devrimci eylemi yükselttiğinde realize olacaktır. Devrimci 1 Mayıs, halk sınıflarıyla buluşmanın ve devrimci eylemi yükseltmenin bir manivelasına dönüşme potansiyeline sahiptir.
Yaşasın Devrimci 1 Mayıs