Ülkemizin tarihsel ve güncel gerçekliği ile bizim ideolojik formasyonumuzu özgür olarak ele almamız gerekmektedir. Burada ele almamız gereken asıl konu, ödediğimiz bedellere ve tarihsel bir mirasa sahip olmamıza rağmen pozitivist bakış açısıyla ülkemizin toplumsal gerçekliğine yabancı kalma halimizdir.
Devrimci bir çıkış için her zaman önemli bir zemin olan ülkemizde, içerisine girmiş olduğumuz etkisizlik halini, devamlı tekrarlanan dogmatik kalıplar ile giderebileceğimizi zannediyoruz. Oysa pozitivist ideolojik anlayışımızı değiştirmediğimiz sürece politik ve pratik aynı şekilde devam edecektir.
Halen ülkemizde var olan toplumsal gerçekliğe neden yabancı olduğumuza dair anlamlı bir tartışma yapmaktan çok uzak bir noktadayız. Miadını doldurmuş Ortaçağ ideolojisi dincilik dahi bir geleceği olmadığı halde ülkemizde bu denli etkili olurken, bizim etkisizlik halimizin baş nedeni kendimizi hiçbir zaman ideolojik bir özeleştiriye tabi tutmamamızdır. Ülkemizin sosyolojik ve tarihsel gerçekliği üzerine yoğunlaşacağımız yerde, tüm enerjimizi iç çatışmalar ile tüketmekteyiz.
Bizlerin içerisinde bulunduğumuz ideolojik şekilleniş ülkemizin tarihsel ve toplumsal gerçekliğine yabancıdır. Batıcı dogmatik bir Marksist anlayışı ülkemize uydurmaya çalıştığımız için bir adım öteye gidemiyoruz. Bir türlü ”Avrupai” dogmatik Marksist anlayışın ülkemizin toplumsal gerçekliği karşısında nasıl yabancı kaldığını kabullenmek istemiyoruz.
Ülkemizde büyük bir kaos yaşanmaktadır. Kaos her zaman devrimcidir, köklü değişimlere evrilme potansiyelini taşır. Fakat devrim için tek başına kaosun varlığı yetmez. Bizim de ideolojik ve pratik kapasitemizin kaosu halklar lehine değiştirecek düzeyde olması gerekir. Bu süreçte belirleyici olacak olan bizlerin ideolojik ve pratik kapasitemizdir.
Bizim bu kaos sürecinde belirleyici özne olmamız için, ülkemizin tarihsel ve toplumsal gerçekliğine göre ideolojik olarak yerelleşip yeni bir şekillenişle toplumun karşısına çıkmamız gerekmektedir. Bunun için de pozitivist ve dogmatik kalıplardan kurtulmak gerekmektedir.
Ülkemizde devrimci hareketin beslendiği Marksist paradigma ve teorik kaynaklar pozitivisttir. Pozitivizm modern kapitalist güçlerin beslendiği en büyük ideolojik silahtır, tüm toplumsal değerlere ve niteliklere karşı yok edici bir konumlanışa sahiptir. Ülkemizde devrimci hareketler toplumumuzun nitelikselliğini görüp anlamak yerine, toplumumuzun değer yargılarına karşı dogmatik, inkarcı ve negatif kalıplar ile yaklaşmıştır. Toplumsallaşamamamızın arkasında bu negatif inkârcı bakış açısı vardır. Ülkemiz devrimci hareketleri, ülkemizin gelenek ve toplumsal gerçekliği ile doğru bir bağ kuramamıştır. Ülkemizde doğru bir devrimci zeminde yürümek istiyorsak, ülkemizin toplumsal gerçekliği ile doğru ilişkilenmek oldukça önemlidir. Eğer bunu yapmazsak geçmişte olduğu gibi yenilmekten kurtulamayız.
Ülkemizde devrimcilik yapılırken hem toplumsal bir dinamik olarak hem de ezilen bir özne olarak kadın gerçekliğini dikkate almak durumundayız. Şimdiye dek ne kadın gerçekliğini toplumsal dinamik bir güç olarak gördük ne de kadın sorununu ve özgürlüğünü özgün olarak ele alabildik.
Köylülük tarihte ilk yerleşik yaşam alanı olarak oluşmuş toplumsal bir gerçekliktir. Köy, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile birlikte en eski yaşam alanı olarak kurulmuştur. En belirgin özelliği komünal ve kolektif olmasıdır. Ülkemizde devrimci hareketler bu gerçekliği görüp kapitalizme karşı köylülüğün komünal ve kolektif niteliklerine duyarlı kırsala özgü politika geliştireceği yerde ücretli işçinin yaratılmasını modernizm göstergesi olarak gördüğü için köylülüğü gericilik kategorisinde görmüştür.
İnanç dendiğinde ilk akla gelen dinciliktir. Ülkemizde devrimci hareketler pozitivist din sosyolojisinin ölçüleriyle inanç ve din gerçekliğini ele aldığı için, bu gerçekleri reddederek yol alabileceği yanılgısını yaşamaktadır. Oyna inanç ve din olgusu ülkemizde kültürel bir gerçeklik haline gelmiştir. Dinci hareketler dinin tarihi rolünü ve toplumdaki ağırlığını istismar etmektedir. Devrimci hareketlerin ise pozitivist inkârcı yaklaşımı, toplumu dincilerin insafına bırakmaktadır. Çünkü devrimci hareketler din gerçekliğine doğru yaklaşmamaktadır. Böyle olunca toplumsallaşmanın önüne en büyük engel devrimci hareket kendi koymaktadır. Egemenler ve dinci hareketler, devrimci hareketlerin bu karşıtlığını kullanıp, toplumu devrimci hareketlerden uzaklaştırmaktadır.
Eğer ülkemizde iddia sahibi olacaksak, dine pozitivist yaklaşmaktan vazgeçmek zorundayız. Dine devrimci bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Dine tarihsel ve toplumsal gerçekliği dikkate alarak yaklaşmak devrimci değerlerden vazgeçmek değildir. Açık ki devrimci hareketin en temel sorunların biri ideolojik yerelleşmeyi sağlayamamaktır. Dünyada gelişen devrimler özgünlüğünü yaratmış hareketler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ideolojinin yaşam ve toplumsal gerçekliğe uyarlanmasıyla olmuştur.
Bugün biz komünarların önündeki en büyük görev; Avrupai, dogmatik, aydınlanmacı Marksist paradigmadan kopuş gerçekleştirip, Marksizmi kendi toplumsal gerçekliğimizde yorumlayıp yerel ideolojik bir paradigma oluşturup buna uygun bir pratik hat oraya koymaktır. Ancak bu şekilde hareket ve toplum diyalektiğini kurabiliriz. Unutmamak gerek ki; zafer toplumsallaşma sonucu gerçekleşecektir. Zaferin yolu belli: ideolojik yerelleşme!
Okan Duman
1 No’lu F Tipi Hapishanesi
Tekirdağ