Seçtiklerimiz

Bir Adım Daha Öne – Aynur Ada

Fikirlerin birliği her zaman bir eylem birliğine yol açmaz. Tersinden eylemde birlik sağlayanların uzun vadeli, bütünlüklü, bütün detaylarıyla kapsanmış bir fikir birliğinde olduklarından da söz edilemez. Dünyanın bütün örgütlenmeleri, siyasal örgütlenmelerden, ekonomik olanlara, toplumsal biçimlerden, aile yapılarına, ilişkilere, arkadaşlıklara, eğlencelere, okullara, çocukların kurdukları oyunlara kadar bir amaç birliği taşımaktadır. (Her ne kadar saymak istemesek de mafyalardan, fuhuş çetelerine, uyuşturucu satıcılarından, her türlü insana, doğaya, yaşama karşı olanlar da ne yazık ki böyledir.) İnsan türünün farklı ihtiyaç ve düşüncelerinden doğan “organizasyon”ların bütünün tek şartı bu organizasyonlara dahil olan insanların yahut onların ortaklaşa oluşturduğu fikir ve amaçlarının yaşamının sürekliliğidir. Burada elbette ki amaçlara bağlı organizasyonlar arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Girişimizin devamında, takımlardan biri yenince biten maçlardan yahut üreme amacıyla bir araya gelmiş aile yapılarından değil insanlığın sınıflı ve sınıfsız yaşamasına karar verecek kudrette olan örgütlenmelerden -ki daha çok “sınıfsızı” tercih edeceğiz- bahsedeceğiz.

Soralım: bir örgütlenmeyi insan ömründen uzun yaşatabilmenin olanağı var mıdır? Amacımız toplu bir intihar olsa dahi eğer yalnızca bu örgütlenme bu amacı savunan insanlar için değilse bile vardır. Ancak bu absürd örnekte de gördüğümüz gibi fikirle amacı birleştiren bir “şeye” ihtiyacımız var. Örgütlenme yöntemini gerektiren hiçbir fikir için bu şey “durum” olamaz. Bu ancak olsa olsa “eylem”dir. Durum örgütlenmesine ne yazık ki verebileceğimiz bir örnek yok. Fikir üretimi amacı taşıyan bir örgütlenme dahi tartışma yaparak üretim eylemini gerçekleştiriyorsa, eylemsiz bir örgütlenmeden söz etmemiz mümkün değildir. Eylem, yani fikir ve amacı birleştiren, fikri amaca taşıyan, amacı gerçekleştiren şey; örgütlülüğün yöntemi, örgüt aracının hareket biçimi olarak tanımlanabilir. Hareket maddenin varoluş biçimidir, diyor Engels. Hareketsizlik, devinimsizlik yok oluştur. Eylemsizlik, eylemekten uzaklaşma, üretim ve yeniden-üretimin kopuşa uğraması yolun araçla ilişkisinin anlamsızlaşmasıdır. Duran bir araba için yolun güzelliğinin, açıklığının, uzunluğunun önemi yoktur. Daha da acısı, yol giden arabalar için vardır.

Ama arabalar kendiliğinden hareket etmezler. Mükemmel bir motor sistemine, mekanik işleyişe, elektronik bir beyne ve tabii ki dolu bir depoya dahi sahip olsalar hareket edemezler. Örgütler de böyledir, insanlar gibidir, fakat insanlarla, onların toplamıyla sınırlı değildir. Hele ki konumuz devrimci örgütlerse, yolun yapımından örgütün her türlü biçim ve hareketine ve içindekilerin seçimine kadar insanların inisiyatifinde ve yönetimindedir. Devrim ve devrimcilik bu noktada iki ayrılmaz kavramdır. Devrim amacına sahip olmayan insanlar devrimcilik yapamazlar. Devrimcilik yapmak isteyen insanlar içinse bir sınır tanımlamamız zor. İnsanlar tarihin kendilerine denk gelen çağında yaşar ve ölürler. Geçmiş onlara bir hayat verir, onlar da geleceğe kendi hayatlarını taşırlar. Fakat devrimciler bütün insanlığın tarih yaptığı anda yaşamak ve ölmek denkleminin dışına çıkarak tarih yaptıklarının bilincinde olan insanlardır. Dünyada bunu yapabilen yalnızca iki örgütlülük vardır: biri kapitalist sistem, diğeri devrimci örgüt. İkisini birbirinden ayıran temel farklardan biri, ilki sonsuza kadar yaşamak için çalışır ikincisi kendinden başka bir yaşam doğurmak için yaşar. Biri savunmak için saldırmak zorundadır, diğeri saldırmak için saldırmak mecburiyetinde. Eğer her ikisi de sürekliliğini sağlayamazsa birinin diğerini yok etmesi kaçınılmazdır. Hiçbiri kendilerini yaratanların ömrüyle yetinebilecek örgütlenmeler değildir.

Özneler örgütlenme içerisinde oldukları kadar vardır. Bireylerin varlıklarının etkisi devrimcilik eylemini gerçekleştirme süresine değil, sürekliliğine bağlıdır. Sürekliliği olmayanın etkisi yoktur. Burada Ulaş Bayraktaroğlu’nun “Ölüm, emek-gücünün bütününün harcandığı bir andır” sözünü hatırlatarak, bahsin hayatta kalanların devrimcilik yapmaktaki sürekliliği üzerine olduğunu bildirmek isteriz. Maharet bu sürekliliği bireyin kendisinin sağlamasında olduğu kadar örgütün de sağlayabilmesindedir. Üzgünüz ki bizim yolumuzda ilk ve son olmak üzere iki durak dışında başka inilebilecek bir yer yok. Yol tarihe bağlı olarak, bize bağlı olmadan da değişiyor, altımızdan kayıyor. İnsana ait sonsuz, sınırsız yetenekler, devrimciliğin en zor olduğu zamanlarda daha bir anlam kazanıyor. Kimse geçmişin ve geleceğin yükünü taşıyan tarihin öncüleri olduğunu iddia etmenin kolay olduğunu söylemedi.

Kaptan fırtınalı havada belli olur”

Gemiyle yolcuları birbirinden ayırmak mümkündür fakat okyanusla gemiyi ayırmak mümkün değildir. Dolayısıyla dışarıdaki fırtınanın etkisiyle gemiyi delmeye çalışanlara değil kaptanlık, aynı gemide yolculuk etme fırsatı vermek büyük bir hata olacaktır. Devrimciler hayatı düşman ve kendi arasındaki diyalektikle kurarlar. Biz okyanusu istiyoruz. Su alan bir gemiden, öldüresiye vuran dalgalardan korkumuz yok. Fakat fırtınanın saldırısıyla dümen ve yolcular arasındaki kavgayı da bir tutmamız mümkün değildir. Devrimci mücadelede öncelik ve hedefler arasında eşitsizlik olacaktır, olmalıdır. Yüce ideallerle bir araya geldiğini iddia eden insanların küçük dünyalarla kurduğu ilişkilerin sahteliği fırtınayla açıklanamıyorsa, eğer düşman, temellendirmelerimizde ve çözümlerimizde bir yere oturmuyorsa biz bu diyalektikten kopmuşuz demektir. Sistem insanları hayata kendi pencerelerinden bakarlar. En fazla karşı apartmanı görürler. Devrimler tarihi yalnızca devrimcilerin iç mücadeleleri tarihinden oluşmaz. İç mücadeleleri objektif koşullar önümüze çıkarır, devrimciler çözer. Çözemedikleri yerde yenilgiye uğrarlar. Çözümü düşmanın kendi iç çelişkilerinde bulan ve bundan medet umanlar ise, onlarla bir asır önce yollarımız ayrıldı. Bir asırdır “emperyalistler saldırıyor, dünya kaynıyor, çok ciddi süreçlerden geçiyoruz, fırsatlar hiç olmadığı kadar geniş”. Sonuç: Berlin Duvarı. En doğrular, en haklılardan geçilmiyor coğrafyamız. Fakat ne yazık ki hepimiz zafere eşit mesafedeyiz. Hiç kuşku yok, zaman da yok, kendimizi sokağımızın ortasında bomba patladığında “aman arabam, aman evim!” diye bağıranlardan ayıracağız.

Bizim gemimiz bir geminin değil okyanusun sahipleri ile doludur. Hedefe giden yolda herkes eşittir. Fakat ne lafla ne de kaosla yürüyebilir. Komünist parti bu açıdan işçi sınıfı, ezilenler ve kadınların öncülerinin ilerleyen toplamı olmalıdır. Marksist-Leninist örgüt modeli, ilerlemeyi yerine getirebilecek bir yapının teşkil edilmesini zorunlu kılar. Hedef ile fikri birleştirebilecek bir eylemi ortaya koyan örgüt ancak “kendine, örgüte, halka güven” diyalektiğini ortaya koyan kadrolarla başarılabilir. Bu zincir neresinden bakılırsa bakılsın “kendine güven” aşamasında kırılır. Örgüt ve halkın uğradığı saldırı düşmanın objektif, doğal reaksiyonudur. Hiçbir örgütlü birey, örgütün gücü dışında düşman tarafından yargılanmaz, bağımsız ele alınmaz. Düşmanı örgütünden daha çok korkutacağını iddia eden var ise, düşmanın, kapitalist sistemin gücüyle bireysel gücünü eşit gördüğünü iddia ediyor demektir. Şüphesiz ki bireysel “öz güveninin”, aslında örgütüne ve halkına duymadığı güvenin, kendine güvensizlikten geldiğini (başına gelmeden biz söyleyelim) devlet kendisine 2 saatlik “mesai” ile gösterecektir. Halkın gücünden daha büyük bir güç varsa o da örgütlü halkın gücüdür. Biz o gücü yaratmaya talibiz. Görevimiz, bize düşen iş budur.

Fakat değil örgütün, halkın güvenini hak eden ve devrime götürebilecek olan nice fırtınalı havaların kaptanlarını tarih hep aramızdan erken almıştır. Düşmanın karşısında, şahıslarında örgütün ve halkın yargılandığı, bitirilmeye çalışıldığı insanlar onlardır. Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin devrim esnasında da öncüsü olabilecek bir çok yiğit devrimci, kavgamızın önderleri olarak gittiklerinde arkalarında bir son değil, tıpkı bir patlama gibi kendi varlıklarını binlerce, milyonlarca kat büyüterek “sona erdirdiler”.

Şimdi bize bu öncüleri takip edecek öncüler gerekiyor. Bütünleşmiş bir kadronun, uzlaşmış bir yapıyla gücü kıyaslanamaz. Bize uzlaşmalar, mutabakatlar, oybirlikleri değil; fikir ve eylem birliği gerekiyor. Başarı hedefiyle eylemeyen bir örgütün uzlaşmaları ve buna bağlı olarak çelişkileri artacaktır. Çelişkileri yönetmek maharet değildir. Düşmanın böylesine oynayabileceği alanları ortadan kaldırmak yetenektir. Öncü kadroların birbirine olan güveni, ilerlemeyi sağlayabilecek komünist parti yapısının teşkil edilmesi, her düzeyinde görev alınması ve bir parti kültürünün oluşturularak çelikleştirilmesi: Asıl olan görev böyle bir parti bilinciyle düşmana saldırmaktır. Kalın bir çeliği delmek zordur. Delinmeyecek bir hücre yapısına sahip olmayanların, maddesel bağları, kimyasal bağları güçlü olmayanların darbeleri de zayıf olacaktır. Bunun için her türlü zeminde, alanda, görevde öncülüğe soyunmak gerekiyor. Parti, düşman tahlili olmayan keyfi kavramlarla değil, sahip olduğu ideolojinin derinleştirilmesi ve eyleminin ilerletilmesi ile ayakları üzerine oturacak.

Son olarak, hiçbir yoldaşımızın aklından çıkarmaması gerekir ki, “Burjuvazi insanları değerle ölçer, biz yaşayanlara değer biçmeyiz, karşılaştırmayız”, derdi Mehmet yoldaş. Düşmanla uzlaşma yoksa, dostla hiç olmayacağını da belirtir Komutan. Dostla uzlaşma olmaz. Dosta doğru gösterilir, doğruya çekilir.

Önden gidenlerimizin kaybedecekleri bir şey yok. Ardlarında kalanların sırtlarında, atma lüksü olmayan yükleri var.

Ya onlar gibi taşırız ya onlar gibi taşırız.

Devrim için, Parti için, Özgürlük Güçleri için,

Bir adım daha öne!

*Kaynak: https://www.komungucu1.com

Paylaşın