İçinde bulunduğumuz tarihsel dönem Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadele tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Faşizm bütün olanaklarını kullanarak ülke ve bölge siyasetini belirleyen bir konumlanma içerisine girmiş bulunuyor. Konumlanmanın temeli içeride ve dışarıda savaş pratiğidir.
Ülke adeta bir halklar hapishanesine dönüşmüş bulunuyor. Her türlü demokratik siyaset hakkı yasaklanıyor. Sokakta hakkını aramak isteyen herkes faşizmin saldırılarından nasibini alıyor. Bu tablo içerisinde artık yaşanan rejimin faşizm olduğunu kabul etmeyen kimse kalmamış durumdadır.
Bütün bu olumsuz tablo içerisinde geçtiğimiz seçim döneminde bütün engellemelere rağmen HDP % 12′ ye yakın oy aldı. Dolayısıyla, faşizm bütün saldırılarına rağmen HDP’nin etrafında birleşmiş olan ezilenler cephesini geriletememiş bulunuyor. Bu tablo gösteriyor ki faşizm ne yaparsa yapsın Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkların bir kısmı üzerinde tam hakimiyetini kuramıyor. Birbirinden bağımsız direniş ve mücadele dinamikleri varlığını devam ettirmektedir.
Devrimci siyaset içinse durum bir dizi açmazı ve çıkış olanağını bir arada taşımaktadır. Yaşanan 3 yıllık pratik sonucunda bir çok değer yaratılmış bulunmaktadır. Bu süreçte 16 yoldaşımız devrimci savaş pratiği içerisinde ölümsüzleşmiştir. Onlarca yoldaşımız yaralanmış yüzlerce yoldaşımız faşizm tarafından bir şekilde devrimci siyasetle ilişkili olduğu için tutuklanmıştır. Elbette bu süreçte mücadelenin içerisinde büyük bedeller ödeyerek değerler yaratılmış aynı zamanda zayıflıklar ve ihanetlerde kendini göstermiştir.
Ancak bugün devrimci siyaset kulvarının daha güçlü tahkim edilmesi ve var edilmesi gereği ortadadır. Gelinen noktada Ulaş Bayraktaroğlu önderliğinde Türkiye devrimci hareketi içerisinde ciddi bir odak yaratılmış bulunuyor. Ödenen ağır bedeller ve verilen mücadele pahasına artık partileşme ve birleşik devrimci savaş pratiği azımsanamayacak bir mücadele değeri yaratmış bulunuyor.
Şimdi yapılması gereken bu çizgiyi daha da netleştirmek, faşizme karşı savaşı büyütmek görevidir. Elbette devrimci siyasetin içerisinden de tasfiyeci eğilimler ve mücadelenin gereklerini yerine getirmekten imtina eden unsurlar çıkacaktır. Burada karşılaştığımız orta sınıf tavrıdır, aslında. Mücadelenin geldiği dönemeçlerde mücadelenin gereği olan bedeli ödemekten ve devrimci saflarda durmaktan kaçma eğilimidir. Tasfiyecilik devrimci siyaseti yok etme pratiğidir. Burada en çok kullandığı yöntem yalan yanlış bilgilerle devrimci safları muğlaklaştırma pratiğidir. Aslında mantık olarak devrimci siyasetin iç sorunlarını kamuoyu önüne açarak buradan devrimci siyasetin işçi sınıfı ve ezilenler nezlindeki itibarını ayaklar altına alma eğilimidir. Bu yönüyle yalan yanlış bilgilerle şehit ailelerini, gerilla ailelerini, tutsakları ve ülke içerisindeki kadroları içeren bir karalama politikası izlenmektedir. Burada yapılmaya çalışan mücadeleden düşürme ve devrimci siyasete olan güveni sarsma pratiğidir. Ancak bunların karşısında çizgide ısrar ve devrimci pratikte süreklilik verilecek en doğru yanıt olacaktır. Sonuç olarak hiç bir mücadele kaçkınlığı ve tasfiyecilik pratiği yalan yanlış bilgilerle devrimci siyasetin itibarını sarsamaz. Devrimci çizgiye dönük yapılan her türlü kirli propoganda ve sistem içi yöntem dönüp gelip bizzat bu propogandayı yapanları vuracaktır.
Bugün devrimci siyaset açısından yaşanan, devrimci önder Ulaş Bayraktaroğlu’nun şehit olması sonrası ortaya çıkan bir karmaşa durumudur. Aynı durum geçmişte Mahir Çayan şehit olunca THKP-C saflarında da yaşanmıştır. Farklı iki dönem içerisinde olsada aslında 1971 direnişi sonrasında THKP-C’nin yaşadığı sorunlarla 9 Mayıs 2017 sonrasında partimizin yaşadığı sorunlar benzerdir. Şimdi önderimizin çizgisinde yürümeye kararlı bir irade açısından çizgi sorunu çözülmüştür. Afrin savaşına katılım pratiği, Nurhak ve Bayram Ali yoldaşların şehadeti çizgi sorununa verilmiş bir cevaptır. Son olarak Dersim dağlarında ölümsüzleşen Mehmet Ali yoldaş devrimci siyaset açısından bir çizgi sorunu olmadığının kanıtıdır. Artık görevimiz çizgiyi tartışmak değil, şehitlerin değerlerine bağlı kalarak çizgiyi hayata geçirmektir. Düşmanla çatışmada Mehmet Ali yoldaşın Atakan Mahir yoldaşla yan yana şehit olması 1990’lı yıllardan bu yana dillendirilen Kürt halkıyla stratejik ittifak pratiği açısından gelinmiş en ileri noktadır. Halkların Birleşik Devrim Hareketi içerisinde stratejik ittifak meselesi savaş içerisinde omuz omuza mücadele ile ete kemiğe bürünmektedir. Mesele artık bu yoldaşların açtığı yoldan yürüme ve onlara layik olma meselesidir. Mehmet Ali yoldaşın şehitliği bizlere Kürt halkıyla ittifakın mücadelenin bütün alanlarında ittifak anlamına geldiğini göstermiştir.
Şimdi yapılması gereken çizginin net bir şekilde hayata geçirilmesidir. İşçi sınıfı ve ezilenler içerisinde örgütlenme birleşik devrimci savaşın hayata geçirilmesi meselesidir. Aslında yapılması gereken çok nettir. Tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Hiç bir yerdeyken her yerde olma mücadelesini derinleştirmek işçi sınıfının ve ezilenlerin umudu olmak zorundayız. Bu amaçla şehitlerin açtığı yolda yürüleceğiz. Artık günlük değil stratejik düşünmek zorundayız. Devrimci savaşı mücadelenin bütün alanlarına taşıma, bu temelde yaşamı örgütleme göreviyle karşı karşıyayız.Artık gelinen noktada düşman bellidir, bizlerin yapacağı görevler de bellidir.
Devrimci siyaset kendi meşruiyetini tarihsel ve politik haklılığından almaktadır. Bu uğurda mücadeleyi derinleştirmek zorundayız. Faşizmin bütün baskılarına rağmen direniş koşulları mevcuttur. Bizlere düşen bu mücadeleye öncülük edecek olan devrimci siyasetin işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde kök salması meselesidir.
Şimdilerde sabırla ve ısrarla devrimci siyaseti büyütme göreviyle sorumluyuz. Bu uğurda mücadeleden kaçanlar, ihanetler ve tasfiyecilikler olabilir. Bunlara verilecek en iyi cevap faşizme karşı mücadeleyi büyütmek olacaktır. Devrimci savaş alanlarında bulunan gerillamız ve ülkedeki yoldaşlarımızın temel görevi devrimci siyaset açısından faşizme karşı savaşı, zafer getirecek son savaşı büyütmektir.
*Bu yazı Komün Gücü’nden alınmıştır