Devrimci siyaset olarak yine zorlu ve fırtınalı günlerden geçiyoruz. Ülke bir bütün olarak faşist rejimin baskısı altında demokratik hakların her geçen gün daha da kısıtlandığı bir dönemi yaşıyor. Dün rejimi faşizm olarak tanımlamayan birçok kesim artık faşizm demek zorunda kalıyor zira yaşananın faşizm olduğunu görmemek için özel bir takıntı içinde olmak dışında bir açıklama yoktur. Bu özel takıntı teorik izahla ilgili bir mesele ise bir açıdan gerekli teorik tartışmalar yapılarak giderilebilir. Ancak mesele faşizm denildiğinde sonrasında yapılması gerekenle ilgili bir mesele ise bu konuda diyecek bir şey yoktur. Zira faşizme karşı mücadelenin en temelinde devrimci zorun örgütlenmesi meselesidir.
Bugün Türkiye kapitalizmi kapsamlı bir dönüşüm yaşamış bulunuyor. Artık işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamının her alanına hakim olmuş bir faşizm gerçekliği var. Kürdistan’da tarihinin en üst düzeyinde yürütülen özel savaş pratiği var. Türkiye’de gerçekleşen her türlü anti faşist direniş ve demokratik hak arama eylemi faşizm tarafından hedef alınıyor. Daha geçtiğimiz günlerde işçi direnişlerine dönük devletin gözaltı ve tutuklama terörü bunun kanıtıdır.
Şimdi tablo böyle iken devrimci siyaset açısından durum daha net ifade edilmek zorundadır. Faşizm karşısında direnen,mücadele eden ve savaşan ayakta kalacaktır. Şimdi faşizmin baskıları ve saldırıları karşısında eski dönemin siyasi argümanlarıyla ve örgüt anlayışıyla mücadele edilemez.
Sonuç olarak faşizmin bütün engellemelerine rağmen bir birinden bağımsız direnişler mevcuttur. Mesele bunlara öncülük edecek olan iradenin devrimci siyasetin anlattığını yapabilmesi meselesidir. Elbette son 3 yıllık siyasi süreç düşünüldüğünde ülke adım adım faşizmin kurumsallaştığı bir süreci yaşadı. Bunun karşısında devrimci örgütlerin cevabı yeterli düzeyde olmadı. Özel olarak devrimci siyasette birçok bedel ödemesine rağmen üzerine düşen görevleri tam anlamıyla yerine getiremedi.
Burada mesele devrimci siyaset açısından anlattığının olamazlığı değil anlattığımızın hayata geçirilmemesi meselesidir. Bu yönüyle aslında 3 yıllık pratiğimiz 2015 öncesinin siyasi demokrasi mücadelesiyle sınırlı ufkundan kopuş meselesidir. Yani gordion düğümünün çözümsüzlüğe geldiği yer devrimci siyaset açısından 2015 öncesinin mücadele pratiği ve bu pratiğin yetiştirdiği kadro anlayışıyla köklü hesaplaşma doğru tarzı oturtma meselesidir.
Burada meselenin etrafından dolanmaya gerek yok. Bizler açısından Kasım Atılımı sonrası hayat asla eskisi gibi olmayacaktır. Bir kere cin şişeden çıkmıştır. Ulaş Bayraktaroğlu şahsında 30 yıllık siyasi demokrasi mücadelesi içerisinde şekillenmiş sol anlayış aşılmıştır. Onun mücadele hayatı ve devrimci pratiği bunun ispatıdır. Artık 30 yıllık cam fanus içerisindeki cam çatlamış bulunuyor. Şimdilerde yaşadığımız birçok mesele kadrolar açısından aslında bu değişimle uyumlu olma ve kendini yeniden üretme sorunudur. Yaşamımızda yaşadığımız birçok sorunun arka planında bu gerçeklik vardır.
Şimdi devrimci siyaset açısından devrimci zorun rolünü daha ayrıntılı tanımlamak zorundayız. Ülkemiz koşullarında herşeyden önce siyasi demokrasi mücadelesi içerisinde var olabilmek için bile devletin çizdiği sınırların ötesinde bir mücadele pratiği ve örgütlenme anlayışına sahip olmak gerekiyor. Ancak mesele Türkiye devrimini gerçekleştirmek olunca mesele daha keskin bir hal alacaktır. Ülkemiz koşullarında faşizmin karşısında izleyeceğimiz mücadele tarzı Birleşik Devrimci Savaş pratiğidir. Bu işçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı, gençler, kadınlar ve bütün ezilen kesimleri bu mücadeleye katan bir pratik içerisinde olmak zorundadır. Gelinen noktada işçi sınıfının kendiliğinden yürüttüğü ekonomik mücadele Birleşik Devrimci Savaş pratiği ile birleşmediği sürece sistem içi bir arayış olmaktan öteye geçmeyecektir. Buna önderlik edecek olan proletaryanın devrimci partisi ve onun askeri örgütüdür.
Bu açıdan faşizmin acımasız saldırıları ve baskıları karşısında devrimci şiddet işçi sınıfının örgütlülüğünü güçlendirecek ve onu faşizme karşı daha cesur adımlar atmaya sevk edecek bir pratik olacaktır. Işçilerin tutuklandığı,sendikal faaliyetin yasaklandığı,Cumartesi annelerinin gözaltına alındığı bir ülkeden bahsediyoruz. Kürdistan’da hergün daha da şiddetlenen bir savaş yaşanıyor. Bu koşullar altında ülkede devrimciyim diyen devrimci olmakta ısrar eden herkes mutlaka gündemine devrimci zorun örgütlenmesi meselesini almak zorundadır. Bunun bir tarafı genelleşmiş zordur bir diğer kesimi özelleşmiş zordur. Genelleşmiş zor en genel anlamıyla kitle şiddeti ve militan demokrasi mücadelesidir devrimci siyaset bu alanda olmak ve bu alanı mümkün olan en ileri noktadan örgütlemek zorundadır. Diğeri ise özelleşmiş zordur. Esas olan bunun örgütlenmesi sorunudur. Belkide 3 yıllık mücadele pratiği içerisinde birçok kez denediğimiz ama başarılı olamadığımız kısmı bu noktadır. Elbette birçok deneyim ve önemli tecrübe biriktirmiş durumdayız. En genel anlamıyla neyin nasıl yapılmayacağını iyi öğrenmiş durumdayız. Ama özelleşmiş zor uzmanlık gerektiren Birleşik Devrimci Savaşın en sofistike bir şekilde yürütüleceği alandır. Bu yönüyle kırlarda ve şehirlerde gerilla mücadelesi içerisinde örgütlenerek işçi sınıfı ve ezilenlerin muhalefetiyle buluşacak zemindir. Bu zeminde ısrarcı olmak ne olursa olsun bunu hayata geçirmek zorundayız. 3 yıllık süreçte yaşamımızda en temel olan mesele bunun örgütlenmesi ve yaşama geçirilmesi sorunsalıdır.
Burada olmazı anlatmak lüksümüz yoktur. Oldurmazları oldurmak zorundayız. 3 yıllık mücadele pratiği içerisinde ödediğimiz bedeller verdiğimiz şehitler ve bugün yine ödemekte olduğumuz bedeller bunu zorunlu kılmaktadır. Ulaş Bayraktaroğlu’nun anlattığı ve uygulamak için yaşamını verdiği partiyi ve savaş örgütünü kurmak görevimizdir.
Bunun için stratejiyi iyi kavramalı yaşamda doğru uygulamak zorundayız. 3 yıllık tarihsel dönemde yaşadığımız en önemli sorunsallardan biri budur. Devrimci siyasetin anlattığı bütün değerlendirmeler ve ön görüler yaşam içerisinde doğrulanırken buna uygun bir örgütlenme inşa edememek büyük bir eksiklik olarak kendisini her gün bize daha yakıcı olarak göstermektedir.
Öncelikle 30 yıllık siyasi demokrasi mücadelesi içerisinde şekillenmiş anlayışla köklü bir hesaplaşma içerisinde olmak zorundayız. Bunu yapmadığımız sürece bir şekilde devrimci siyaset içerisinde yer alan kadrolarda yeterli netleşme ve taşların yerli yerine oturması sağlanmayacaktır. Öncelikle devrimci siyasetin ana gövdesi Kurtuluş geleneğinden geldiği bilinen birgerçektir. Bu yönüyle meseleyi öncelikle 1990’lı yılların başında gerçekleşen 5.Konferans görüşleriyle hesaplaşarak başlamak gerekmektedir. Bu yönüyle 5.Konferans esasen Kurtuluş tarihinde örgüt-hareket-birlik şeklinde formüle edilen yasalcı görüşlerin kristalize olduğu zemindir. Bu toplantı zemini ile aslında bugüne taşınan yasalcı ve düzenden kopmayan sol anlayışı gelişmiştir. Bu yönüyle devrimci siyasetin zemini aslında bu anlayışın reddi üzerine şekillenmiştir. 5.Konferans görüşleri yaşam içerisinde var olan Kurtuluş örgütlenmesini tasfiye ederken adım adım legal alanla sınırlı bir solculuk anlayışı gelişmiştir. Özellikle 12 Eylül yenilgisi süreci ve Sovyetlerin yıkılması süreci 5. Konferans zeminini oluşturan zemindir. Elbette daha öncesine dairde söylenecek çok şey var ama bu yazımızın konusu değildir. Dolaysıyla 5. konferans görüşleri yenilgi mantığının damgasını taşıyan görüşlerdir. Örgüt-hareket-birlik anlayışı esasen yasalcı bir anlayışla yapılmış ve partileşme iradesini red eden görüşlerdir. Kendisini bütün olarak BSA-BSP-ÖDP olarak eviren süreç böyle gelişmiştir. SDP’nin ilk dönemleri de bu çizgide değerlendirilebilir. Esasen kendi öz gücüne dayanan bir devrimcilikten kopuk,sistem içi kadro anlayışına sahip olan bu anlayış kendi ufkunu siyasi demokrasi mücadelesi ile sınırlı tutmuştur. Dolaysıyla 5. Konferans görüşlerinin bu gün için aritmetik devamı siyasi olarak SYKP çizgisidir. Bu açıdan Devrimci siyaset Ulaş Bayraktaroğlu şahsında adım adım devrimci mücadele içerisinde bu çizgiyle hesaplaşmış bugün itibarıyla çok farklı kulvarlara ulaşmıştır.
2012 yılında kurulan Sosyalist Yeniden Kuruluş tartışmaları içerisinde devrimci siyasetin bu zeminle buluşmamasını ve bu zeminin devrimci siyaseti kabul etmemesinin esbabı mucizesi budur. Devrimci siyaset 5. Konferans çizgisiyle adım adım hesaplaşarak 2015 Kasım atılımı ve sonrasında partileşme sürecine kendisini taşımıştır. Burada önder yoldaşımız Ulaş Bayraktaroğlu’nun rolü büyüktür.
Şimdi saflarımızda bulunan bir dizi yoldaşlardaki bir dizi kafa karışıklığı ve netleşememe durumunun nedenini bu yönüyle 5.konferans çizgisinin artçı etkileri olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Şimdi geldiğimiz noktada 30 yıllık siyasi demokrasi mücadelesi geleneğinin yarattığı kadro anlayışı ve örgütlenme tarzıyla köklü bir hesaplaşma yapmış bulunuyoruz. Bulunduğumuz yerler ve mücadele pratiğimiz açısından çok farklı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Açıkçası bu gerçekliği doğru kavramak zorundayız.
5.Konferans çizgisi esasen sağ bir akılla kurulmuş var olan örgütsel zemini tasfiye ederek kendisini tamamen legal alanla sınırlandıran bir mücadele rotası çizmiştir. Devrimci siyasetin son 3 yıllık pratiği ve öncesinde örgütlediği militan mücadele hattı adım adım bu mücadele hattından kopmuştur. Şimdi bunu iyi kavramak ve içselleştirme göreviyle karşıyayız.
Devrimci zor esasen en genel anlamıyla genelleşmiş şiddetin özel olarakta özelleşmiş şiddetin örgütlenmesi meselesidir. Özelleşmiş şiddet aslında mücadelenin dışında değil mücadelenin kendi mecrası içerisinde bir parçasıdır. Bu yönüyle faşizme karşı mücadelenin ideolojik, ekonomik ve politik ayakları olmazsa olmazdır. Bu yönüyle ülkemiz koşullarında politik mücadele askeri mücadeleyide içermek zorundadır. Politikleşmiş mücadele aslında askeri-politik bir mücadeledir dolaysıyla genelleşmiş ve özelleşmiş şiddet bu mücadeleye içkindir. Birleşik devrimci savaşta özelleşmiş şiddetin Kürt Özgürlük Hareketi ve diğer devrimci güçlerle birlikte örgütlenmesidir aslında.
Dolaysıyla bu gün yürütülen demokrasi mücadelesi genelleşmiş zoru içermeli ve özelleşmiş zorla buluşmak zorundadır. Tek başına genelleşmiş zor yani militan kitle mücadelesi yetmez. Faşizm bu şekilde sınırlı olan bir mücadeleyi mutlaka ezer aynı zamanda özelleşmiş şiddet yani politik-askeri pratik devrimci siyasetin olmazsa olmazı olmak zorundadır.
Yani direnen, iş yerlerini işgal eden işçiler genelleşmiş zorun yanında özelleşmiş bir zorla desteklenerek sınıf mücadelesine daha güçlü dahil edilip proletarya partisi önderliği etrafında buluşmaları kolaylaşacaktır. Bu yönüyle geçmiş dönemin alışkanlıklarını kırarak o anlayışla köklü bir hesaplaşma içinde olmak zorundayız.
Bu aslında devrimci siyaset açısından bir çizgi meselesidir. Bu gün devrimci savaş pratiği içerisinde özellikle ülke gerçekliğinde çizgiyi savunan arkadaşların yaşamını buna göre örgütlemesi yeterince kavramayan arkadaşların kavramak için çaba sarf etmesi bizler için olmazsa olmaz olmak zorundadır. Özellikle 30 yıllık siyasi demokrasi mücadelesi pratiği içinde akıldan kopmayı anlatırken aynı zamanda bu akılla şekillenmiş kadroların aslında ezberini bozarak yeniyi yaratma ufkunun şekillenmesinin zorunluluğuna vurgu yapmak gerekiyor. Bu açıdan çizgiyi savunduğunu söyleyenler yüzünü daha fazla devrimci siyasetin merkezine dönmesi gerekmektedir. Buna dönmek yetmek bu merkezle buluşmalı aslında netleşmeyi bu şekilde parti çizgisiyle buluşma şeklinde hayata geçirmesi zorunluluktur. Mesele sadece lafta çizgiyi savunmak değil çizgiyi yaşamın içinde örgütleme meselesidir.
Öte yandan bir şekilde devrimci siyasetin yanında etrafında bulunan onun mücadele zeminlerinde bulunan, şehitleri sahiplenen Birleşik Devrimci Savaş içerisinde yer alan arkadaşlara düşen görev esasında bu çizgiyi kavramaya çalışmak anlamak için daha fazla çaba sarf etmektir. Yoksa 30 yıllık mücadele alışkanlıklarıyla bildiğin ezberleri yapmak bunları tekrarlamak değildir.
Yeniyi yaratmak esasında eskiden kopma konusunda ısarcı olan ve devrimci siyasete ait olan bir gövdeyi dönüştürme meselesidir. Bu gövde dönüşme konusunda bir irade beyanında ve mücadele pratiği içinde bulunmuştur. Şimdi bu değişimi ve yeninin yaratılmasını en doğru zeminde örgütleme pratiği içerisinde olma zamanıdır.
Ülkemiz gerçekliğinde işçi sınıfı ve ezilenlerle faşizm arasındaki çelişki her geçen gün daha keskinleşmektedir. Faşizmin saldırıları ve baskıları karşısında en geniş emekçi kesimlerin devrimci siyasete yaklaşma zemini daha olgunlaşmış bulunuyor. Yaşanan son gelişmelerle birlikte karamsar gibi görünsede devrimci siyaset zemininde bulunan ikili durumda ortadan kalkmış bulunuyor. Devrimci siyaset kendi içerisinde var olan sorunlara karşı artık daha net ve ikirciksiz bir şekilde yaklaşacaktır. Örgütsel açıdan daha homojen ve içinde var olan geriye çeken unsurlardan kurtulmuş bir örgütsel parti hayatı bizler açısından daha başarılı olacağı aşikardır.
Faşizm karşısında mücadele eden, bedel ödeyen ve yeni bedeller ödemeyi göze alan bir devrimci siyaset zeminiyiz. Bu açıdan eskiden kopuşumuz derinleşmiş bulunuyor. Şimdi yeni bedeller ve mücadele pratikleri pahasına bu kopuşu derinleştirme göreviyle karşı karşıyayız.
Bu açıdan ülkemiz pratiğinde devrimci siyasetin bileşenleri bu çizgiyi derinleştirmeli yaşadığımız devrimci kopuşu daha derinleştirici adımlar atmalıdır. Tamda bu noktada devrimci zorun örgütlenmesi meselesi kritik bir noktada durmaktadır. Devrimci zoru örgütlenmesi ve yaşama geçirilmesi aslında eskiden kopuşu sağlama ve yeniyi yaratma konusunda dönüştürücü bir rol oynayacaktır.
Yani birçok defa tekrarlandığı gibi teorinin gri girdabındansa devrimci eylemin yeşil ve yaşamdan güç alan gerçekliği bizlere yardımcı olmaya devam edecektir.