Geçtiğimiz günlerde DİSK’e bağlı Nakliyat-İş (Türkiye Devrimci Kara, Hava ve Demiryolu Taşımacılığı İşçileri Sendikası), mülteci düşmanı bir açıklama yayımladı. Açıklamada “Sendikamız konu ile ilgili olarak, ABD-AB Emperyalistlerinin çıkarları için yapılan ülkemizdeki göçmen mülteci istilasına hayır demek için, ABD İstanbul Başkonsolosluğu önünde bir basın açıklaması ile protesto eylemi gerçekleştirecektir.” denildi. Hiç şüphesiz ki bu dil, patronların ve sermayenin dilidir.
Şovenist pratiklerin patron dili olduğunu söylerken elbette işçi sınıfı içindeki şovenizmi görmezden geliyor değiliz. Bugün, işçi sınıfı içerisinde yoğun bir şoven pratikle karşı karşıyayız. Bir dönem çeşitli iş kollarında Kürt ve Alevi işçilere saldırılırken bugün mülteci işçiler de sınıf içerisinde saldırı altında. Sınıf içerisinde ayrımcı tutumların, egemenlerin politikalarına göre hedefini belirlemesi patronların asıl amacıdır. Sömürgeci pratiklere yaslanan patronlar, işçi sınıfına şoven duyguları üstten taşırken sermaye da işçi sınıfına şovenizmin ve göçmen düşmanlığının propagandasını yapıyor. Şovenizm ve mülteci karşıtlığını sınıf içerisinde örgütleyen bir sendikal anlayışa topyekûn karşı olmak gerekir. İşçi sınıfının milliyetçilik ekseninde bölünmesi ancak sermayenin işine yarayacaktır. Aksi, aynı “kaderi” paylaştığı sınıf kardeşine düşmanlıktır.
Ortadoğu’daki vekalet savaşı sonucu birçok insan mültecileştirildi. Nakliyat-İş’in açıklamasında geçtiği üzere “ABD’nin zaferi”, Türkiye’ye gelen mültecilerin sayısının artması değil tersine Ortadoğu’da savaşlar çıkartıp oradaki yoksul halkı sömürmek ve işçi sınıfının geldikleri yerde mültecilerle kavgalı olması. ABD’nin asıl çıkarına olan sınıf içi çatışmalardır. Sınıf içi çatışmalar, patronların çıkarınadır. Aynı şekilde AB de bu sınıf içi çatışmaları körüklemektedir. AB emperyalistleri besledikleri İslamcı çetelerden kaçıp kıta Avrupası’na sığınan mültecileri geri göndermek ile tehdit ediyor. Son zamanlarda da TC devleti de politika değiştirerek Yunanistan’la benzer bir tutumu süreğenleştirmeye çalışıyor. TC devleti Rojava’yı işgal edip, işgal ettiği topraklardan gelen mülteci halklara nefret politikaları izliyor. Taliban’ın yeniden sahneye çıkmasının ilk günlerinde Erdoğan, aleni bir şekilde Taliban’a yakınlığını dile getirdi. Akabinde de Taliban işgalinden gelen mülteci halklara nefreti körükledi. Halk nezdinde çok kısa çaplı da olsa “Biz de mi Talibanlaşacağız?” düşüncesi gündeme geldi. Taliban’la yaşamak istemeyen hiç kimse, Taliban’la yaşamak istemeyen bir başka birinin hayatı üzerinden söz söyleyemez.
Mültecilere yönelik sistematik bir şekilde nefretin arttırılmasından kaynaklı yaşananları unutmuyoruz. Ankara’da Suriyelilerin evlerinin, arabalarının yakılmasını unutmuyoruz. Ucuz işgücü olarak görülen mültecilerin yoğun çalıştığı tekstil sektöründe çalışan birçok işçi geri gönderildi. Tekstil sektöründeki iş gücünün azalmasının sorumlusu mülteciler değildir. Hakeza depremin katliama çevrildiği 6 Şubat’ta da gene birçok mülteci, iktidar eliyle hedef gösterildi. Mültecilerin ihtiyaç fazlası koli aldığı, yağma yaptığı yalanları piyasaya sürüldü. Akabinde Maraş’ta bir cem evinin iktidar tarafından işgal edildiği ve kolilerin aleni bir şekilde gasp edilip bebek mamalarının yerlere saçıldığı görüntüler ortaya çıktı. Ve bunun gibi daha birçok haber gündeme geldi. Asıl yağma yapan da asıl gasp yapan da mülteciler değil; bizzat AKP’dir. Hırsız bizzat AKP’dir. Bizleri yoksullaştıranlar, cebimizdeki parayı çalanlar mülteciler değil bizzat AKP’dir.
Mültecileri bir “oy havuzu” olarak gören AKP iktidarı, son kez yeniden irade gaspıyla RTE’nin iktidara gelmesiyle de birlikte, artık “oy havuzu” olarak gördüğü mültecilere “ihtiyacımız yok” diyerek geri gönderme tehditleriyle karşı karşıya bırakıyor. Savaşın ve işgalin ilk yıllarında açık sınır politikası izleyen AKP, bugün geldiğimiz noktada mültecilere karşı yeni bir politika hattı oluşturup o hattı oturtmak istiyor.
Savaştan ve işgalden kaçan halklar, sanıldığının aksine, Türkiyeli işçilerden daha fazla kazanmıyor. Aksine, ucuz iş gücü olarak görülüp daha kötü evlerde daha fazla fiyata kirayla yaşamak mecburiyetinde bırakılıyorlar. Bizimle aynı “kaderi” yaşayan, hatta yer yer bizden daha çok sömürülen mülteci işçilerle değil sermayedarların düzeni ile kavga etmemiz gerekir. İhtiyacımız olan sınıf kinidir. Sınıf kini, şovenizmin panzehridir. Bu kini birbirimize değil patronlara yönelteceğiz. Sınıf içerisinde şovenizme ve onun körüklenmesine izin vermeyeceğiz.
İspanya’da devrimciler bir duvar yazısı yazmışlardı: “El que nos roba es de aqui y rico, no inmigrante y pobre.” yani, “bizi soyanlar göçmen ve yoksul değil, buralı ve zengin”.
