Filme geçmeden önce, tarihi biraz hatırlamakta fayda var.
Ne olmuştu?
22 Haziran 1941’de faşist Almanya savaş ilanı yapmaksızın Sovyetler Birliği’ne saldırı başlatmış ve üstelik bunu 1939’da imzalanan Saldırmazlık Paktı’na rağmen yapmıştı. Nazi Almanya’sına karşı politikaları “Hitler’i yatıştırmak” olan emperyalist/kapitalist batı devletleri için Nazilerin doğuya yönelmesi memnuniyet verici bir şey, onlar için tam bir “kazan kazan”dı. Hem ideolojik olarak en büyük hasımları olan Sovyetler Birliği savaşa girecek hem de kontrol altında tutamadıkları Hitler Almanya’sı bu savaşta yıpranacak, güç kaybedecekti. Nazilerin, adına Barbarossa Harekâtı dedikleri bu saldırıya Sovyetler ilk önce hazırlıksız yakalandıkları için geri çekilmek zorunda kalmış ve Almanlar kısa sürede Ukrayna’lı katoliklerin ve eski toprak aristokratı ailelerin desteğini de alarak Moskova ve Leningrad önlerine kadar gelmişlerdi. Bu geri çekiliş asla bir kaçış değil, yerinde bir karardı. Zira Stalin yoldaş doğru bir taktikle Almanların sanayi kuruluşlarını yağma etmesine karşı, bu tesislerden taşınabilir olanının Ural Dağları’nın doğusuna taşınması emrini vermişti. 80’den fazla askeri sanayi tesisi, çok sayıda işçi, teknisyen ve mühendis Leningrad’dan daha güçlü geri dönmek üzere tahliye edilmişti.
Ekim Devrimi’nin 24. yıl dönümünde yani 7 Kasım 1941’de Stalin yoldaş, Kızıl Meydan’da cepheye gidecek Kızıl Ordu askerlerine “anavatan savunması” için mücadele çağrısı yapıyordu. Devrimin şehri, Leningrad, Naziler tarafından çevrilmişti ve Hitler kışa kadar Moskova’yı teslim alma hayalleri kuruyordu.
İşte filmimiz böyle bir tarihi kesitte gerçekleşen harbiyelilerin Ilyinsky sınırındaki direnişini konu alıyor. Gerçek olaylara dayanan “Son Sınır” filmi, yüksek ihtimalle çoğunun öleceğini bile bile Ilyinsky’ye, sınırı savunmaya gönderilen harbiyelilerin ve onların Nazilere karşı mücadelesini işliyor. Çoğunun öleceğini bile bile mi? Evet, bile bile. Ne ben yanlış yazdım ne de siz yanlış okudunuz. Kulağa garip bu cümle bir savaş suçunu anlatmıyor. Çok zor ama gerekli olan bir kararı, bir talimatı anlatıyor. Liberal birinin bu kararı alan kişileri vicdansızlıkla suçlayacağı kesin. Fakat düşman o sınırı geçerse, değil 20 yaş altı harbiyeliler, 10 yaş altı çocuklar savaşmak durumunda kalacak, ki savaştılar da. Zaten liberaller olayların hep bir tarafını görüp ardına bakmaktan korktukları için liberaldirler. O sözde “herkes için” istedikleri şeylere aslında insanlığın çoğunun sahip olmadığını bilirler, ama bu gerçekle yüzleşmekten kaçtıkları güvenli ortamlarında kalmayı sürdürürler. Kaldı ki o yaşlar en güzel yaşlardır birçok şeyi yaşamak için, savaşmak dahil.
Tarih: Ekim 1941
Yer: Son Sınır
Film sürpriz bir girişle başlar. Eğitimlerinin bitmesine daha 6 hafta olan harbiyeliler bir yandan kendilerini savaşa hazırlar bir yandan da doğrusuyla yanlışıyla gençliklerini yaşar vaziyettedir. Nazi kuvvetleri Moskova’nın 200 km kadar yakınına ulaşmış, Sovyet kuvvetleri ise henüz hazır değildirler. Moskova’dan önceki son sınır olan Ilyinsky sınırına rezervler gelene kadar bir kuvveti konuşlandırmak gerecektir. Rezervlerin gelmesine ise daha en az 5-6 gün vardır. Kızıl Ordu’nun bölgede sahip olduğu tek kuvvet olan askeri okulların harekete geçirilmesi emri gelir. Topçu ve piyade birlikleri o güne kadar eğitimini aldıkları şeyleri gerçekleştirmeye, faşizme karşı direnmeye ve Nazilere Moskova’dan önceki son sınırı çekmeye giderler. Nazilerin 300 kadar tankına karşı harbiyelilerin elinde kullanabilecekleri 30 adet topçu bataryası kalmış, gerisini cephelere göndermişlerdir. Bu 30 silahın da sadece 12’si güvenilir durumdadır. Diğerleri 5 ila 6 atış anca yapıyordur. “O da şanslıysak!” diyor Albay yoldaş Strelbitsyk. Fakat ne olursa olsun Nazileri durdurmaktır görevleri. Ne pahasına olursa olsun geçit vermemektir düşmana.
Film boyunca müthiş bir direnişe tanık oluyoruz. Askeri açıdan üstün bir düşmanın ilerleyişi nasıl durdurulur iyi anlatılmış. Mekanı değerlendirmeden savunma hattının örülmesine, savunmada mevzinin değerinden saldırıda cesarete ve fedaya kadar birçok olgu işlenmiş. Yine istihbaratın savaşlarda önemi ve belirleyiciliği üzerinde durulmuş. Genç savaşçıların deneyimsizlikleri ve hataları nedeniyle yüzleştikleri ağır sonuçlar hepimize ders olacak nitelikte. Örneğin; saldırı altındaysan ve o anda oradan uzaklaşıp mevzilenmen gerekiyorsa hiçbir şekilde oyalanamazsın, düşmana “bir dakika sayın düşman defterimi de alayım” diyemezsin. Açıkçası filmde beni en çok etkileyen sahnelerden biri bu idi. Bu hatayı yapan yoldaşın ölmeden önce söylediği son şey “ön cepheye bile yetişemedim!” oldu. O yoldaş savaşma cüretini göstermiş olmasıyla yine bizler için bir kahramandır, bu değişmez. Ve lakin düşmana vurmadan ölmek savaşçı için kahredici bir şeydir. Filmin baş karakterlerinden biri olan Alex’in baştan sona süren fevriliğinin yer yer kötü sonuçlara neden olduğuna tanık oluyoruz. Yer yer ise alınması gereken inisiyatifler olduğunu düşündürüyor bizlere. Alex’in tam zıt karakterinde tüzüğe sadık olan Dimitry ile çatışmaları ise hem çok sekter hem de gevşek olmanın iyi sonuçları olmadığını, gerektiğinde esnek olmanın lüzumlu olduğunu gösteriyor. Filmde savaşın yanı sıra hep akmakta olan bir diğer şey (tahmin edilmesi zor olmasa gerek) tabi ki aşk. Üzerine yazması kolay olan bir şey değil aşk; savaş ve aşk tehlikeli bir mesele. Ancak bazı şeyler söylenebilir sanırım. Savaş ve aşk çoğu zaman bize beyin ve kalbin çatışması gibi gelir. Çünkü aşk toplumsal ilişkilerin en bencil olanı(mı)dır. Öyle mi olmak zorunda? Kalbin ve beynin büyük ittifakı: yaşatmak ve sevmek olamaz mı? Film bunları da sorgulatıyor. Filmde kadınlara biçilen rol ise toplumsal cinsiyet rolleriyle çok uyumlu olması nedeniyle eleştirilebilir. Zira o cephede yalnızca sıhhıyeci olarak yer almış olabilecekleri bir gerçeklik olsa dahi Masha ve diğer kadın karakterler üzerinden aşk, bağlılık, annelik, şefkat gibi temaların işlenmiş olduğu göze batıyor.
En kanlı sahnelerden komik sahnelere başarılı geçişleriyle insanı duygudan duyguya sürüklüyor film. Son Sınır filmi, genç Kızıl Ordu savaşçılarının ve onların komutanlarının savaşın seyrini değiştiren direnişlerini ve kahramanca savaşarak Moskova için can verişlerini anlatıyor.
Peki filmin dışında, tarihsel olarak bu süreç nasıl devam etti?
Moskova’da güçlü bir savunma hattı oluşturuldu ve Georgi Jukov’un komutasındaki direnişle Nazilerin şehre girmesi engellendi. Stalingrad’da ise Nazilerin şehre girmesinin ardından partizan savaşları başladı. Cephede, üst tank kuvvetiyle ilerleyebilen faşistler, partizan direnişi karşısında hezimete uğradı. Naziler gittikçe güç kaybediyordu, subayları bir bir teslim oluyordu. Geri çekilmeye başladılar. Kızıl Ordu ise 1943’te karşı harekatı başlattı. Önce Leningrad kuşatması yarıldı, ardından Naziler tüm Sovyet topraklarından kovuldu. Kızıl Ordu durmadan ilerleyerek Doğu Avrupa’yı da Nazi işgalinden kurtardı. Geçtiği her yerde Nazilerin toplama kamplarını kapattı ve esirleri serbest bıraktı. Berlin’e yani Nazizmin karargahına kadar ilerleyen Kızıl Ordu, 9 Mayıs 1945’de faşizmin kalbine Kızıl Bayrağı sapladı ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı başladığı yerde bitirdi.
Dünyanın başına gelen en büyük kötülüklerden biri olan faşizm illetini, Sovyet halkları ve askerleri önce görkemli direnişleriyle kendi topraklarında yendi, ardından da Kızıl Ordu kesintisiz bir hücumla ilerleyerek faşizmi kendi evinde bitirdi. Her ne kadar bugün bunu çok az insan anlasa dahi, dünya halklarına yapılan gelmiş geçmiş en büyük iyiliktir bu.
Faşizme karşı savaşta ölümsüzleşenler yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Film hakkında not: [Film, İngilizce olarak, “The Last Frontier” ya da diğer bilinen adıyla “The Final Stand” olarak da yayınlandı]
