Umut Yazıları

Türkiye’de devrim ve karşı devrim kapışmasında zafer ve yenilgi – Gamze Taşçı

Bu yazı, Alınteri gazetesinde Ufuk Turu’nun “Devrimci bir Odak İhtiyacı”, ETHA’da İbrahim Çiçek’in “Devrimci Harekete Kötümser Bir Bakış” yazılarındaki tartışmalara katkı yapmayı amaçlıyor.

Türkiye devrimci hareketinin bir bütün halinde gerileyişi bütün iradi çabalarla beraber tartışılmaya mahkûm. Neo-liberalizmin ekonomik ve siyasal sınırlarına ulaşması sermaye sınıfı açısından her ne kadar kriz yaratsa da onu çöküşe götürmedi. Egemen sınıfın yeni bir birikim ve yayılma modeli geliştiremediği bu dönem yarattığı bütün sınıf çelişkileri ve toplumsal kırılmalarla orta yerde duruyor. Vekâlet savaşlarından beklenen 3. emperyalist savaşa değin birçok başlık egemen sınıfların kendi yapıları gereği yaşadıkları krizin ürünleri. Fakat daha önce de belirtildiği gibi bunun emperyalist kapitalizm açısından bir çöküşe denk gelip gelmeyeceği karşısında bir alternatif güç olup olmadığına bağlı. Devrimci hareketin bugünkü ahvali eğer maddeci bir okumaya tabi tutulacaksa ne dönemsel eylem yoğunluğuna ne göstermek zorunda olduğu devrimci irade ısrarına ne de tekil tekil bir diğer yapı ile olan niceliksel kıyasına bakarak anlaşılabilir. Yani özcesi, Marksist-Leninistlerin somut durumu tahlil çabası hiçbir örgütün güncel pozisyonunu olumlaması adına bükülemez keza gerçek daha çarpıcı sonuçlara götürür.

Sovyetler sonrası dönem açısından Marksizm-Leninizm’in ideolojik-politik hegemonya kaybı, neo-liberalizmin yaygınlaşmasıyla da beraber sınıf hareketi açısından temel bir gerilemenin zemini oldu. Marks’ın sınıf çelişkisi üzerine oturttuğu tarih okuması materyalist yaklaşımla dünya komünist hareketine yol gösterirken Marks’ın bahsettiği sınıf ilişkilerinin tarihin gerisinde kaldığına ilişkin liberal savlar, yeni bir egemenlik ilişkileri tarifini dayatarak Marksizmi tahrif etti. Bununla beraber Lenin’in parti anlayışı ve emperyalizm tanımında ortaya çıkardığı yöntem ve yönelim aynı liberal ideologların hedefi oldu. Leninist parti anlayışının yerini yatay- otonom örgütler alırken emperyalizm tanımının alternatifi “küreselleşmecilik”, sanılanın aksine ülkelerdeki sınıf hareketlerinin devrim iddialarından uzaklaşmasına neden oldu. Bu anlamda hedef-örgüt-özne diyalektiğinde yabancılaşma ve parçalanmanın zemini açılmış oldu. Hedef bulanıklaşırken örgütsel deformasyon ortaya çıktı. Nihayetinde de özne iradi varlığını “yitirdi”. Türkiye özgülünde ise 80 darbesinin yarattığı etki eklendiğinde Türkiye sınıf mücadelesi kangrenleşme tehlikesi taşıyan bir gerilemenin içine girmiş oldu.

Komünist hareketin başarı olanağını yaratan, sınıfla kurduğu organik-politik ilişkinin düzeyi ve sistematikliğidir. Bugün için düşünecek olursak sendikaların toplam üye sayılarından tutalım tek tek sosyalist örgütlerin sınıf içindeki örgütlülük düzeyine baktığımızda, bu konuda başarısız olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Aynı zamanda devrimci gençlik hareketinden mahalli örgütlenmelerimize değin hegemonya alanlarımızı büyük ölçüde kaybettiğimiz çok açık bir gerçek. Çoğalan faşist hegemonya hem devletin zor aygıtları açısından bizleri kuşatırken hem de kitlesel tavır alışlar bakımından sınıf mücadelesinin potansiyelini yok etmeye çalışıyor. Bunu, çok açık bir şekilde artan Kürt düşmanlığı, mülteci düşmanlığı vb açısından görebiliriz. Devletin güvenlik konseptinin sınıf mücadelesi açısından egemen sınıfın işçi sınıfına karşı örgütlenişi olarak görülememesi siyasal iktidarın ve düzen muhalefetinin türlü başlıklarla işçi sınıfını kendine yedeklemesiyle sonuçlanıyor.

Diğer bir olumsuz etken, Türkiye sol-sosyalist hareketinin artan faşist saldırı dalgasının ideolojik etkileriyle, sınıf mücadelesinden kopuk bir anti-faşizm tanımı ve demokrasi mücadelesini örgütlemeye çalışması. Faşizmin yoğun kuşatması altında hedefine sistematik yönelemeyen birçok hareket bakımından hâkim olan “muhalefet” tarzı aşılamıyor ve devrimci programlarının stratejik hedeflerini yıpratan dönemsel taktikler ortaya çıkıyor. Bu anlamda Türkiye’de demokrasi mücadelesi kimlik mücadelesiyle malul bir zeminde kazanım arayışına giriyor. Bütün taktik süreçlerden yenilgi ile çıkıyor ve hatta faşizmin güçlenerek devam ettiği gerçeğiyle yüzleşiyor. Bu tartışmayı birçok başlık ve örnek üzerinden sürdürebiliriz. Ama gözle görünüyor her şey zaten.

Peki, Türkiye devrimci hareketinin buradan çıkışını nasıl sağlayacağız? Bu konuda tek seferde nokta atışı neredeyse imkânsız ama ilk akla gelen ihtiyaçlardan başlayabiliriz belki de.

Neo-liberal krizin karşında sınıfın devrimci temelde örgütlenmesi

Türkiye’de özellikle OHAL ve pandemi süreci burjuvazinin sınıf hareketini sokaktan süpürmesi için en elverişli dönemlerdi. Keza büyük oranda öyle de oldu. Her şeye rağmen bugün, lokal süren ve ekonomik-demokratik taleplerle sürdürülen işçi grevleri var. Diğer toplumsal mücadelelerin direngenliğini bir kenara bırakıyoruz şimdilik. Çünkü esas gündemimiz sınıf hareketi, bu hareketin sosyalist hareketle olan bağı, büyük oranda sosyalist örgütlerin grevlerle kurduğu “dayanışmacı” çizgiyle sınırlı. En temelde sınıfın siyasal iktidar ihtiyacını temel alan bir birleşiklik, hem sosyalistlerin tek tek sınıfın içinde örgütlü olması ile hem de kendiliğinden sınıf bilincinin ve elbette sol-sosyalist yapıların bağımsız sendika deneyimleriyle oluşturduğu grevler-eylemlerle, dayanışmacı çizgiyi aşan bir ilişkilenmeyle mümkün. Bugün biz eğer işçi sınıfının mülteci düşmanlığı karşısında mülteci işçilerle kader birliği yapmasını sağlayamıyorsak oralarda örgütlü değiliz diyedir.

Tüm bunlar elbette ki birçoğumuzun gündemi ve yoğun çabalar harcıyoruz. Fakat sol hareketin sağa direksiyon kırdığı bu konjonktürde programatik görüşlerimizin dışında sınıf mücadelesinin bunca zayıflığında bir problem görmemek ya da bunlar biliniyor deyip geçmek mümkün mü? Bir de birleşik mücadeleye ya da bir başka ifadeyle fiili meşru devrimci cephe tartışmalarına gelecek olursak…

Türkiye devrimi için birleşik merkezi kurmaylık ihtiyacı

Terminolojik farklarımıza karşın her birimiz yan yana gelme ihtiyacında ortağız. Fakat Umut Gazetesi’nde yayınlanan “Kimle Neden Nasıl – Birlik ve İttifaklar” (https://umutgazetesi44.org/arsivler/18533) başlıklı yazıda ortaya konulduğu gibi “Devrimci siyaset meseleye programatik hedefler bütünlüğü ile yaklaşır. Bu hedeflere yakınlık / uzaklık dizilimi ile tarif edilen güçler; devrimci siyasetin stratejik birlik ve taktik ittifaklar politikalarını belirler… Stratejik olan doğrudan kapitalist devlet aygıtını hedefleyenlerle sömürünün kalbine taarruzu esas alan birleşik merkezin inşasıdır.” Türkiye’de her yapının kendini en başarılı birlik olarak tanımlamasına karşın sol-sosyalist mücadelenin tarihten bu yana var olan hastalıkları (iktidarcılık, küçük dükkancılık) bütün birliklerin kısa zamanda bölünmesine, parçalanmasına neden oldu. Kabul edelim, etmeyelim tek tek örgütlerimizin devrim yürüyüşü hepimiz için mutlak çizgi. Tüm bunları görürken devrim hedefini sol reformizm gibi bilinmeyen bir geleceğe ertelemek söz konusu değil. Farklı yürüyüş hatlarına rağmen devrim hedefinde netleşmiş, sınıf mücadelesini esas alan devrimci örgütler olarak ülke devrimi açısından farklı komünist öznelerin varlığından hareketle birleşik devrimci merkezi için adımlar atmalıyız. Tabi eğer esas muhatabın tek başına kendimiz olduğunu ve kendimiz etrafında “tüm devrimci niyetlilerin” toplanacağını düşünmüyorsak.

Birleşik devrimci merkez noktasında en yakın deneyimimiz BMG. Birleşik mücadele güçleri açısından Rojava devrimi deneyiminin zemini ile yan yana gelen devrimci örgütler olarak Türkiye sınıf mücadelesinin koşul ve yöntemlerini ön gören bir siyasal mücadele ortaya koyamadık. Tek tek örgütlerimizin niteliklerini aşan, egemen sınıf ve devlet karşısında devrimci önderlik iddiasıyla kendisini muhataplaştıran, aynı şekilde sol liberal ve reformist sola karşı devrim iddiasını kitlelerle buluşturan bir durum yaratamadık. Tek tek bütün örgütlerimizin yaşadığı daralmalar ve zayıflıklar etkili olsa da asıl etken birleşik bir öncülük zemini içinde “tekil öncülük varsayımı” ve her ne kadar Türkiye ve Kürdistan’ın birleşik devrimini örgütlemekle sorumlu olsa da tek tek Türkiye devriminin öznelerinin Kürdistan devriminin öznesi ile buluşma zemini olmayı aşamaması oldu. Geçmiş deneyimlerimizin gösterdiği tek tek Türkiyeli yapıların Kürt devrimci dinamikleriyle ilişki kurması olarak ifade bulan birleşik zeminlere karşın yeni kurulacak yapı Türkiye devrimi için Türkiye devrimci öznelerinin birleşik yapısıydı. Bu KÖH açısından ise Türkiye sosyalistleriyle kurulan tekil ortaklığı da aşan bir düzlemin zemini olacaktı. Bu anlamda bugünkü hali ile Türkiyeli sosyalistlerin sosyal şovenizm ile mesafelenmesini sağlayan bu ilişki tarzı, iki ülke devriminin örgütlenmesi için Kürt devrimiyle kader birliğine sıçrayacaktı. Hem Türkiye devrimi için hem Kürdistan devrimi için devrimci bir sıçrama bu temelde gerçekleşebilir.

Bu tartışmanın açıldığı dönem açısından henüz BMG kurulmamıştı. Kürt devrimi açısından bu yönlü bir merkez “Kürtsüz” olması dolayısıyla eksik veya hatalı, Türkiye devriminin kimi özneleri açısından ise Türkiye devriminin muhatabı yalnızca kendileri olması dolayısıyla gereksizdi. Fakat bugün görünen tablo da gösteriyor ki bunu yeniden ele almaya ihtiyacımız var. Bu stratejik merkezin neo-liberal kriz karşısında işçi sınıfının devrimci iktidarını örgütlemek bu vesileyle sol liberalizm ve sol reformizmin hegemonyasını kırarak sol içinde hegemonyayı ele almak gibi görevleri var. Bu aynı zamanda faşizmin kuşatması karşısında işçi-emekçilerin ve toplumsal dinamiklerin, demokrasi mücadelesinin fiili meşru mücadelesinin de önünü açma süreciyle iç içe.

Sayılan onlarca süreçle beraber Türkiye devrimci hareketinin savunma pozisyonunda kaldığı; Gezi, Kobane serhıldanları, Rojava devrimiyle beraber Sovyet sonrası dönemin ve 80 darbesinin etkilerini üzerinden atmaya başlayan, Kürt halkıyla mücadele birliğini güçlendiren Türkiye Devrim hareketine karşı başlatılan karşı devrimci taarruzun dağıtılamadığı bir süreci aşmayı ele almalı. Ülke içindeki bu irade dünya komünist hareketinin önündeki en önemli eksikliklerinden birini de ele almayı amaçlamalı.

Sonuç yerine

Yapılan son NATO zirvesiyle beraber gözler yine ABD-Avrupa emperyalizminin neler yapacağına dikildi. Bir önceki NATO zirvesinden bu yana beklendiği gibi Rusya yine temel tehdit sayılırken Çin de bu hanede kalıcı yerini almış oldu. Neo-liberalizmin tıkanmasıyla beraber yaşanan krize dünyaya egemen olmaya aday Doğu Bloğu (Rusya-Çin hattı ve tabii bölge gücü İran) eklenince küresel paylaşım savaşının ön adımları daha hızlı atılır oldu. Egemenler artık bunun resmi kanallardan dahi sinyallerini verir vaziyette. Bu açıdan egemenlerin en önemli gündemlerinden biri gelişebilecek sınıf mücadelelerini ve anti-sömürgeci hareketleri engellemek. Bunu 2. emperyalist paylaşım savaşından da hatırlayacağımız üzere işçi emekçileri politikalarına, kendi sınıf çıkarlarını “milli çıkarlar” olarak sunarak, yedekleyerek yapmaya çalışıyorlar. Bu aynı zamanda 2. Enternasyonal tartışmalarında olduğu gibi solu burjuvazinin çıkarları etrafında dizayn ederek gerçekleşebilir. Bu bağlamda bir yandan tarihimiz İspanya iç savaşı dönemi gibi enternasyonal savunmanın örnekleriyle bir yandan da Lenin ve Rosa Luxemburgun “anavatan savunması” anlatan Kautskyci çizgiye karşı tüm dünya işçilerinin kendi sınıf çıkarları için birleşmeleri ve kendi egemenlerine karşı savaşmaları çağrılarıyla dolu. Bugün ise Rojava devrim deneyiminde kurulan Enternasyonal Özgürlük Taburu’nu ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede Rojava-Filistin ile dayanışma eylemlerini görüyoruz. Aynı şekilde bir ülkedeki sermayedara karşı başlayan işçi grevinin başka bir ülkeden selamlandığını, varsa o sermayedara ait iş yerlerinin hedef alındığını görüyoruz.

Eğer Türkiye devrimi bugünkü parçalılığını aşabilir ve kendi devrimine yön çizebilirse enternasyonal bir mücadelenin örgütlenmesine de öncülük edebilir. Bu da yine örgütlü bir işçi sınıfı ile mümkündür.

Mücadelemize biraz olsun katkısı olması amacıyla yazılan bu yazıyı sabırla okuyan herkese teşekkürler.

(https://alinteri9.org/2024/02/24/devrimci-bir-odak-ihtiyaci/)

https://etha15.com/haberdetay/ibrahim-cicek-yazdi-devrimci-harekete-kotumser-bir-bakis-194064

Paylaşın