Kürt sorunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren toplumunun temel sorunlarından birini oluşturmaya devam etmektedir. Bu yönüyle ilk günden bugüne Cumhuriyet tarihinin her aşamasında Kürt isyanları devlet tarafından en sert biçimde bastırıldı.
Son Kürt isyanı, 27 Şubat’ta Kürt önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile yeni bir sürece girmiş bulunuyor. Burada özellikle PKK’nin, Öcalan’ın çağrısını esas alarak kongresini toplayıp aldığı kararlarla süreç yeni bir aşamaya ilerledi.
Şimdi DEM Parti, AKP ve MHP, İmralı adasını Meclis’te kurulan komisyon adına ziyaret ettiler. Öncelikle Kürt sorununun bir çözüm sürecine girmiş olması, Türkiye’de yaşayan her sosyalist için memnuniyet verici bir durumdur.
AKP-MHP iktidarı, on yıllık yürüttüğü savaşta sonuç alamamış ve Kürt özgürlük hareketiyle masaya oturmak zorunda kalmıştır. Bu yönüyle yıllarca kirli savaş propagandasıyla hedef haline getirilen Abdullah Öcalan’ın doğrudan muhatap alınması, yine Kürt siyasi hareketinin ve başta ana müzakereci olan Abdullah Öcalan’ın başarısıdır.
Kürt sorununun girdiği çözüm süreci, esasen Kürt özgürlük hareketinin taleplerinin karşılanması ve Kürtlerin eşit yurttaş olarak Türkiye toplumuyla bütünleşmesi anlamına gelmektedir.
Proletarya sosyalizminin bakış açısı, esasen Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı perspektifine dayanmaktadır. Bugün Kürt sorununun çözümü, Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin önünü açacaktır. Kürt halkıyla yürütülen kirli savaşın yarattığı şovenizm zehrinin iksiri, Kürt halkının özgürlüğünü kazanması ve işçi sınıfı hareketinin sosyal şoven olmayan bir politik zeminde gelişmesinden geçmektedir.
Bu açıdan değerlendirirsek, çözüm sürecine prensip olarak karşı çıkmak anlamsız olacaktır. Temelinde safımız, masanın ezilenler cephesinde olan Kürt halkının temsilcilerinin kolektif haklarını kazanması temelindedir.
Elbette bu sürecin birçok tartışmalı tarafı olacaktır. O an için çok önemli ama bir süre sonra anlamsızlaşacak bir dizi gelişme yaşanıyor. Ama devrimci siyaset açısından meseleye, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kazanımla sonuçlanması ve Türkiye cephesinde işçi sınıfı mücadelesinin meşruiyet alanının genişlemesi olarak bakmak doğru olacaktır.
Şimdi iktidar cephesinden daha fazla taviz koparmak için çeşitli adımlar atılıyor. Aynı zamanda meseleyi kapalı kapılar ardında, Türk devletinin şovenist kodlarını aşındırmadan çözme eğilimi içerisindedirler.
Ancak gelişmeler açıktır ki; Ortadoğu’da ve dünyada yaşanan bir dizi gelişme, Kürt özgürlük mücadelesinde kritik öneme sahip olan İmralı zindanının kapılarını açtı. Egemenler bu adımları atmak zorunda kaldılar. Bu yönüyle mücadelenin bu kısmı, Kürt halkının ve dostlarının verdiği anti-faşist mücadelenin bir sonucudur.
Elbette İmralı üzerindeki tecridin kaldırılması önemli bir gelişmedir. Ancak olması gereken, Abdullah Öcalan’ın tamamen özgür olması ve siyaset yapar halde olmasıdır. Sürecin gelişimi açısından bu adım atılmak zorundadır. Belki de sürecin tıkanacağı nokta burası olacaktır.
Yıllardır Kürt halkına karşı şovenizm ve kirli savaş propagandası yapan siyasi iktidar, bugün bunun tersi adımlar atma konusunda ayağını sürümektedir. Zira çözüm sürecinin içerisinde Kürtlerin kolektif haklarını kazanması, egemen devletin kuruluş mantığı ve temel kolonlarına aykırı bir zeminde durmaktadır.
Bütün bu gelişmeler olurken, proletarya sosyalistlerinin görevi, Kürt sorununun çözüm ve müzakere süreci içerisinde bulunmasını değerlendirerek işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde daha güçlü bir şekilde kök salmak olacaktır.
Toplumsal örgütlülüğü geliştirmek, faşist iktidarın on yıllık savaş sürecinde devrimci siyaset etrafında yarattığı korku duvarını aşarak işçi sınıfı ve emekçilere ulaşmak, temel politikamız olmalıdır.
Sonuç olarak Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla başlayan süreç, Kürt özgürlük hareketi ve dostlarını birçok açıdan doğrudan etkilemektedir. Elbette çağrı, esasen PKK’ye yapılmış bir çağrıdır.
Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerin örgütlenmesini önüne koymuş olan devrimci siyasetin, politik örgütlenme ve kendisini işçi sınıfı içerisinde kök salma sorumluluğu, tarihsel yakıcılığını korumaktadır. Bu yönüyle görevimiz, işçi sınıfı ve emekçilerin talepleriyle sokaklara çıkmak, geniş halk kitleleriyle daha güçlü politik ilişkiler kurma üzerinden gelişmelidir.
Kürt sorununun girdiği çözüm süreci, sınıf mücadelesinin önünü açtıkça, Kürt hareketinin kazandığı her özgürlük mevzisi, Türkiye cephesinden sosyalizm bayrağının daha güçlü yükselmesine olanak yaratacaktır.
Güncel devrimci görev, proletarya sosyalizmi bayrağını daha da yükseltmek ve Türkiye cephesinde devrimci siyasetin örgütlülüğünü büyütmek olmalıdır.
Kürt halkının mücadelesinin ihtiyacı olan da, bir yönüyle Batı cephesinde Kürtlerle enternasyonalist temelde ilişki kuran bir proletarya sosyalizmi zeminin güçlenmesinden geçmektedir.
Sonuç olarak, iktidarın pragmatizm temelinde yürüttüğü müzakere süreci tıkandığında, sürecin asli muhatabı olan Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt halkıyla enternasyonalist bir temelde kurdukları ilişki, her zaman karşılıklı güçlendirici ve meşruiyet alanı artırıcı olacaktır
