”(…) Halil Gündoğan’ın saptamalarına katılmamak gerçeklikten uzaklaşmak olur. Gündoğan’ın maddeler halinde devrimci savaşa hazırlık olarak tarif ettikleri de gerçekten kulağa hoş geliyor, ama eksik kalıyor.”
Artık hiç kimsenin reddetmediği bir 3. EDPS konjonktürünün içerisindeyiz. Dünya haritasında Rusya-Ukrayna, Türkiye-Suriye/Irak, İsrail-Filistin/Lübnan/Suriye sınırları savaşın ana muharebe alanları olarak merkezileşiyor. Savaşın sıcak görüntüleri bu alanlarda yaşanırken savaşın başka sınırlara yayılmayacağının ise hiç bir garantisi bulunmuyor.
Rusya’yı balistik füzelerle Ukrayna cephesinde durdurmaya çalışan ve nükleer silah kullanması için tahrik eden NATO güçlerinin, yarın hedef alınmayacağının garantisi bulunmuyor. SMO ve HTŞ adı altında beslediği çetelerle Suriye’de Rojava Özerk Yönetimi’ni ve Esad rejimini hedef alan faşist Erdoğan iktidarının, yarın savaşı kendi ülkesinin içinde bulmayacağının garantisi bulunmuyor. Keza yıllardır KÖH’e karşı yürüttüğü işgalci ve sömürgeci savaşla sonuç almaya çalışan faşizmin her ”“teröristler” bitti” dediği noktada ağır darbeler yediği gerçekliği son TUSAŞ eylemi ile canlılığını koruyor.
Bu senaryoya en yakın örnek hiç şüphesiz İsrail’dir. ABD ve NATO’nun tüm desteğini arkasına alarak Lübnan ve Filistin halkına karşı yıllardır uyguladığı zulüm sonucu 7 Ekim Aksa Tufanı ile ezilenlerin öfkesi ile tanışmış olan siyonist rejimin kendi topraklarında patlayan bombalar o günden beri hiç eksik olmuyor.
Savaş yayılıyor ve büyüyor. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler başta olmak üzere dünya devrimcilerine ise savaşı, işçi ve ezilen halkların lehine çevirecek fırsatlar açığa çıkıyor. Elbette bu fırsatlar devrimciler tarafından doğru temelde değerlendirilmediği takdirde heba olma riski ile de karşı karşıya bulunuyor. 26 Kasım tarihinde sendika.org da yayınlanan “Savaşlar kendiliğinden devrime yol açar mı?” başlıklı Halil Gündoğan’a ait yazı bu riske dikkat çekerek, savaşların kendiliğinden devrim doğurmayacağını, bunun için bir dizi devrimci hazırlık olması gerektiğini ifade ediyor.
Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde Umut Gazetesi’nde yayımlanan değerlendirmemde Halil Gündoğan gibi savaşların devrim için bir kaldıraç görevi gördüğünü belirtmiş ancak devrimci hazırlığın önemini “Ekim Devrimi’nin gelişmesinde katalizör görevi gören 1. EDPS olmuştur. Çelişkiler derinleşmiş, işçi sınıfı ve ezilenler arasında burjuva iktidarların savaş ve kar hırslarına karşı örgütlenmeler artmıştır. En önemlisi de bu örgütlenmeyi devrimci bir eyleme dönüştürecek olan Bolşevikler 1905’den 1917’ye kadar ilerleyen baskı ve terör sürecini devrimci hazırlıklıları tamamlama ve gelişecek isyan dalgasına öncülük etmek için örgütlenme temelinde doğru değerlendirmişlerdir.” şeklindeki sözlerle ifade etmiştim.
Lenin’in “Ya devrimler savaşları önler ya da savaşlar devrimlere yol açar.” sözü üzerinden ilerleyen Halil Gündoğan’ın saptamalarına katılmamak gerçeklikten uzaklaşmak olur. Şuan savaşları engelleyecek bir devrimci dalga bulunmuyor ancak savaşların yaratacağı devrimci atmosferde, devrimlerin nefes almasını sağlayacak çelişkilerin, krizlerin ve kaosların artacağı somut gerçeklerdir. Elbette bunları da devrimci savaş temelinde örgütleme sorunu vardır. Savaş yürüten güçlere karşı savaş yürütebilecek bir güç, örgütlülük, hazırlık yok ise “devrim” diye bir gündem de bu tartışmalar, yazılar arasında kalır ve unutulur.
Halil Gündoğan’ın maddeler halinde devrimci savaşa hazırlık olarak tarif ettikleri de gerçekten kulağa hoş geliyor, “kendilerinin iç birliklerini tahkim ederek, savaşçı bir öncü parti olarak yeniden örgütlemeleri gerekecektir. İkinci olarak; şimdiden öncü silahlı savaş hücreleri oluşturmaya başlamaları gerekecektir. Üçüncü olarak; şimdiden örgütlü kitlesini savaş ortamının devrimci motivasyonuyla eğitmesi gerekecektir. Dördüncü olarak; şimdiden geniş kitleler arasında anti emperyalist savaş propagandasını yaygınlaştırarak, onları emperyalist burjuvazinin ideolojik çekim alanının dışına çıkarmaya başlaması gerekecektir. Beşinci olarak; şimdiden gerek yerel ve gerekse uluslararası devrimci güçleri tekbir merkezi devrim cephesi çatısı altında birleştirme çalışmalarına hız vermesi gerekecektir. Altıncı olarak; şimdiden gerek yerel ve gerekse küresel ölçekte tüm savaş karşıtlarını anti emperyalist savaş karşıtı cephe örgütlülüğü çatısı altında bir araya getirme çalışmalarına başlaması gerekecektir.” ama eksik kalıyor.
Türkiye devrimci hareketi içerisinde uzun yıllardır silahlı mücadele yürüten örgütler bulunuyor. Özellikle Gezi Direnişi sonrası bu örgütlere yenileri de eklenerek hem enternasyonal dayanışma temelinde Kobane Savaşı’na dahil oldular hem de Türkiye siyasetinin faşizme evrildiği analizi ile faşizme karşı cepheden bir konumlamanın mevziisini inşa ettiler. Elbette aradan geçen 10 yılın bu silahlı güçler açısından çetin savaşlar içerisinde bir sınama, deneyim ve kararlılık düzeyinde bir sıçramaya da tekabül ettiği bir gerçektir. Bugün bu güçlerin sayısal çokluğundan ziyade ortaya koymuş oldukları devrimci kararlılık ve devrimci savaş hazırlığında kazandıkları nitelik önemli bir veridir. Bu güçler aynı zamanda bölgenin önemli silahlı mücadele gücü olan Kürt Özgürlük Hareketi ile Halkların Birleşik Devrim Hareketi temelinde de stratejik bir ittifak zemini kurarak devrimci savaş hazırlıklarını hem Türkiye hem de Kürdistan devrimi için derinleştirdiler.
Bu sebepten, Türkiye devrimci hareketinin bugünden devrimci savaş hazırlıklarına başlayacağı bir durum söz konusu değil; bu devrimci hazırlıklara diğer sol-sosyalist çevrelerin ne düzeyde katılım sağlayacağını, işçi sınıfı ve ezilen halkları ne düzeyde örgütleyebileceğini ve ittifak zeminlerini öne çıkartmak gerekir. O halde H. Gündoğan’ın devrimci savaş için ortaya koyduğu maddeleri revize edecek olursak:
1) Türkiye ve Kürdistan devriminin öncü savaşçı partileri ile acil ilişkiye geçmek ve birlikte hareket edilecek noktaları saptamak.
2) Öncü silahlı savaş hücreleri oluşturmak üzere devrimci savaş örgütlerine askeri eğitimler için başvurmak, görüşmeler gerçekleştirmek.
3) Savaş ortamının en canlı hali kuşkusuz son gelişmeler itibariyle Rojava devrim topraklarıdır. Hızlı bir şekilde kadro ve sempatizan akışını bu coğrafyaya yaparak, hem kadroların savaş kokusunu almalarını sağlamak hem de cephe hatlarında bazı pratiklere katılmalarını sağlamak.
4) Şimdiden geniş kitleler içerisinde başta AKP-MHP faşizminin Kürt halkı ve örgütüne karşı yürüttüğü işgalci-sömürgeci savaşın ve bu temelde Türkiye-NATO ilişkilerinin teşhirini yaygınlaştırmak ve hem Filistin hem de Kürdistan’da yürütülen savaşların kader ortaklığına karşı bilinçlendirmek.
5) Hali hazırda Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin birleşik mücadele örgütü olarak kurulan HBDH’a güç vermek ve bu zemin üzerinden dünya devrimcileri ile ilişkileri kurmak.
6) Başta HBDH çatısı altında olmak üzere, tüm Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve ezilen halklara çağrı yaparak faşizm ve emperyalizmin savaşında değil devrimcilerin özgürlük savaşında yer alınmasını örgütlemek ve örgütlülüğü tüm dünyaya örnek teşkil eden anti-emperyalist anti-faşist bir kampa dönüştürme çalışmalarına acilen başlamak.
Lenin’in de ifade ettiği gibi Marksizm her türlü soyut formüle, her türlü dogmatik reçeteye kesinlikle düşmandır ve hareketin gelişmesiyle, kitlelerin bilincinin artmasıyla, iktisadi ve siyasi buhranların keskinleşmesiyle birlikte sürekli olarak yeni ve çeşitli savunma ve saldırı yöntemleri ortaya çıkaran kitle mücadelesinin dikkatle incelenmesini talep eder. Bu yüzden Marksizm hiçbir zaman hiçbir mücadele biçimini reddetmez. Marksizm kendini asla yalnızca verili anda mümkün ve mevcut olan mücadele biçimleriyle sınırlamaz, aksine verili dönemde hiç kimsenin bilmediği yeni mücadele biçimlerinin verili toplumsal konjonktürün değişmesiyle ortaya çıkmasını kaçınılmaz addeder.
Bu temelde işçi sınıfı ve ezilen halkların zaferini kazanmak için legal ve illegal mücadele taktiklerini birleştirecek, bunları uygun mücadele araçları ile donatacak ortak bir devrimci savaş hattı kurulabilmelidir. Yoksa 3.EDPS gerçekleştiğinde devrimciler yenilgi köşelerinde, devrimler ise raflarda kalacaktır.
*EDPS: Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı