“Bugün çürüyen burjuva devletin yerine faşizm ile devleti yeniden sermayenin çıkarlarına uygun biçimde rayına sokmaya çalışan AKP iktidarı da bu yüzden, toplumsal ilişkileri hem sınıfsal hem de aile boyutuyla yukarıdan aşağı zor yoluyla yeniden inşa etmeye çalışıyor.”
Biz [komünistler] faşizmi, kapitalist ekonominin çürümesinin ve dağılmasının bir ifadesi ve burjuva devletin çözülmesinin bir semptomu olarak görürüz. Faşizmle ancak, geniş toplumsal kesimlerin geçmişteki güvenlik duygularını ve ek olarak, genellikle, toplumsal düzene inançlarını kaybetmelerinin, faşizmin yükselmesinde ve kitleleri peşinden sürüklemesinde belirleyici olduğunu görerek mücadele edebiliriz. Faşizmin kökleri aslında kapitalist ekonominin ve burjuva devletin çözülmesindedir.i (Clara Zetkin-1923)
Reel sosyalizmin 1991’de çöküşüyle gelen tarihin sonu tezlerine eşlik eden kimlik siyasetinin yükselişinin yarattığı neoliberal ‘bahar havası’, 2008’de ABD’de başlayan finansal krizle bitti. Özellikle 11 Eylül’den sonra yükselen Arap ve göçmen düşmanlığı, 2008’deki ekonomik krizle birlikte Batı’daki aşırı sağ/faşist partilerin yükselişinin temel dinamiğini oluşturdu. 2010’lardan itibaren Avrupa’da faşist partiler yüzde 10 ile yüzde 20 arası oy oranına sahip olurken, ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsanaro, Macaristan’da Viktor Orban 2010’ların sonunda ‘neo’faşizmin temsilcisi oldular. 2020’lerin ilk yarısına geldiğimizde İtalya’da faşist partinin lideri Giorgio Meloni başbakan olurken, Arjantin’de muadili Javier Milei devlet başkanı oldu ve ABD’de seçimleri yeniden Trump kazandı. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ/faşistler sandalyelerin yüzde 25’ini aldılar.ii Almanya’da faşist AFD’nin yükselişi sürerken Avusturya’da faşist FPÖ’nün hükümetin büyük partisi olması bekleniyor.
Dünya sosyalist solunda mevcut faşist yükselişi 1929 depresyonu sonrasındaki faşist yükselişe benzeten tartışmalar sürerkeniii, 100 yıl öncesinden farklı olarak güçlü bir sınıf hareketinin (ve kuşkusuz faşizmi yenecek bir Sovyetlerin) olmayışı, işçi sınıfının merkezinde olduğu, dünyanın tüm ezilenlerinin mücadelesini ortaklaştıracak bir enternasyonal direnişi örgütlemeye dair bir hareketliliğin yükselmesini mümkün kılmıyor. Yer yer, neoliberalizme biat etmiş görece ‘sosyal demokrat’ partiler seçimleri kazansalar da teslim oldukları sermaye politikaları nedeniyle ilk seçimde iktidarı kaybediyorlar. Latin Amerika’da 2000’lerde yükselen halkçı iktidarların 2010’lardan itibaren faşist partiler karşısında aldıkları yenilgiler ise bu sürecin başka örnekleri.
2003’de Irak’ın işgaline doğrudan ortak olmayan Almanya ve Fransa’nın, 2011’de başlayan “Arap Baharı” sürecinde Libya ve Suriye’ye yönelik işgal politikalarının hevesli ortakları olmaları ve 2022’deki Aksa Tufanı Harekâtı’ndan sonra İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımını desteklemenin ötesinde, Filistin’e destek eylemlerine yönelik ağır polis şiddetini devreye sokmaları, hükümet ortaklarının hangi partiler olduğundan bağımsız olarak faşizmin politik belirleyiciliğinin gücüne işaret ediyor.
AKP faşizmi ve aile
İktidar olduktan sonra faşist hareketlerin görece radikal alt orta sınıfla bağlarını koparıp büyük sermaye ile sıkı bir ittifak kurmaları tarihsel bir olgu. …Ekonomide özelleştirme (ya da yeniden özelleştirme) ki şimdilerde neoliberalizmin alamet-i farikası, ilk olarak faşist Almanya’da hayata geçirildi. Kapitalist üretim ilişkileri kutsallığını korurken ve hatta yeni faşist devlet yapısı liberal demokratik kurumları işlevsizleştirirken ve bir savaş ekonomisi inşa ederken, özelleştirmeler gerçekleştirilmişti.iv (John Bellamy Foster- 2025)
Türkiye’de 90’larla birlikte hızlanan neoliberal dönüşüm karşısında sınıf hareketinin gösterdiği direnç, kirli savaş koşullarında bizzat iktidar eliyle yağmacı bir sermaye hareketinin gelişmesi, borsa spekülasyonlarına eşlik eden uyuşturucu ticareti ve geniş halk yığınlarının öfkesinin tepkisiyle yükselen siyasal İslam karşısında, kendi deyimleriyle post modern darbe yapan ordu-büyük sermaye ittifakı, 2001’de anayasa krizinde çöktü. Irak işgaline ortak olma vaadiyle ABD’den onay ve büyük sermayenin de desteğini alan AKP de 2002’de iktidara geldi.
Sosyalist solun önce 12 Eylül ile bastırılması, ardından reel sosyalizmin çöküşüyle ideolojik hegemonya kaybı ve 2000 yılında 19 Aralık katliamı ile devrimci sosyalist hareketin toplumsal bağlarının koparılması, AB’den demokrasi beklentili liberalizmin önünü açtı. Demokrasi mücadelesini askeri bürokratik devlet aygıtından kurtulmaya indirgeyen liberalizm, İslamcılığın neoliberalizmle bütünleşmesinden ‘muhafazakâr demokrat’ bir sistem çıkacağını varsayıyordu. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama mücadelesinden Tekel Direnişi ’ne AKP iktidarını karşısına alan her sınıf eylemi “askeri vesayete” destek olarak imlenip itibarsızlaştırılmaya çalışılıyordu. Bu yıllar içinde AKP özelleştirmeleri tamamladı, sınıfın kazanılmış bütün haklarını -kreş, emeklilik yaşı ve hatta maaşları- gasp ederken neoliberal kuralsızlığı kural haline getirdi.
Kadınlar açısından 3 çocuk baskısıyla başlayıp ev ve iş yaşamını uyumlaştırma politikası denerek kadınları tam zamanlı kayıtlı işlerden uzaklaştırma çabası, 2000’lerin ortalarından itibaren gündemden düşmedi. 2011’de Kadın ve Aile Bakanlığı’nın adından “kadın” çıktığında ne amaçlandığı somut olarak 2012’deki kürtaj ve sezaryenle doğumu yasaklama girişiminde ortaya çıktı. Ki 2009 krizinde bugünün de ekonomiden sorumlu bakanı Mehmet Şimşek o dönem Maliye Bakanlığı yaparken “işsizliği kadınlar artırıyor” diyerek kadınlara kamusal alanda ve ücretli emek gücünde biçtikleri rolü göstermişti. Yine aynı yıllarda inşaat işlerinden sorumlu sayılabilecek Devlet Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Biz ara eleman ülkesiyiz, öyle mucit filan çıkaramayız” derken Türkiye sermayesine düşen rolü de AKP’nin inşaat-rant ekseninde inşa ettiği sermaye birikim rejimini de ifşa etmişti.
AKP bütün bu yıllar boyunca istihdam paketleri açıp torba yasalar çıkarttı, genç işsizliğini çözeceğini ve kadınların istihdama katılımını artırmayı vaat etti ama sonuç işsizlik azalmadığı gibi sömürü oranları hep arttı.v Sınıfın ve emeklilerin sistematik gelir kaybı olağanlaştı. İnşaata ve ranta dayalı sermaye birikimine yönelim -ki son yıllarda buna hızla silah sanayii yatırımlarının teşviki eşlik ediyor- kadınların güvenceli ücretli emek gücüne katılımının artmasını zaten imkânsızlaştırırken, sosyal yardım adı altında çocuklara anneanne baksın ücret verelim, yaşlılara evde bakılsın ücret verelim diyerek yoksulluğu sürdürülebilir kılarken, bizzat devletin sosyal hizmetleri güvencesiz sigortasız çalıştırarak aile içindeki kadınlara yüklediğini gördük.
2011 seçimlerinde alınan yüzde 51 oy ve Arap isyanlarının, emperyalist metropollerce kendilerine biat eden AKP benzeri İhvan örgütlenmelerine teslim edilmesinin verdiği güvenle, hem Suriye iç savaşında taraf oldular hem de tüm toplumsal muhalefeti baskı altına alıp ranta, inşaata dayalı birikimi artırmaya çalıştılar. Arap isyanlarının önünü açtığı savaşla yayılma stratejisinin, Libya ve Suriye gibi sonuçları, silah sanayisinin de güçlenen bir kalem olması, TÜSİAD’ta toplaşan sermaye fraksiyonunun da işine gelmişti. Gezi isyanında sokağa dökülen direniş dinamiği ve Kürt hareketinin “seni başkan yaptırmayacağız” sloganında cisimleşen radikal demokrasi mücadelesi, AKP’nin 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olmasını engelledi. Alıntıda John Bellamy Foster’ın belirttiği üzere bir yandan dereyi, suyu, ağacı, toprağı özelleştirirken diğer yandan Kürt halkına yönelik savaş siyasetine geri dönüldü. 2015 seçimlerinde HDP’nin aldığı yüzde 13,2 oranında oy MHP’nin de siyasi önceliklerini AKP’yi devirmekten yükselen halk direnişinin ve Kürt hareketinin önünü kesmek için değiştirmesine yol açtı. 15 Temmuz darbesinden sonra, Clara Zetkin’in dediği gibi faşizmin kurumsallaşma girişiminin burjuva devletin çözülmesine yol açtığı görüldü. Ordusuyla yargısıyla bürokrasisiyle çöken burjuva devleti ancak faşizmin top yekûn inşasıyla koruyabileceğini gören Devlet Bahçeli, bir kez daha devletin asıl sahibi olarak, başkanlık rejimine onay verdi. 2017 referandumu itibarıyla yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanması süreci tamamlanırken geriye toplumsal muhalefetin her cephesinin ve direnen sermaye gruplarının teslim alınması kaldı. 2018’de Hürriyet grubunun yandaş Demirören’e satılmasıyla anaakım medya da tümüyle kontrol altına alındı ve TÜSİAD sermayesine hem ayar verildi hem işçi sınıfı düşmanı politikalarla uzlaşma yolu açıldı. Ancak son dönemde MÜSİAD- TÜSİAD ikiliğinde cisimleşen, iki sermaye fraksiyonu arasındaki gerilim TÜSİAD’ın aklına demokrasi, yargı bağımsızlığı vs demeyi düşürdü. Çok belli esas olarak devletin olanaklarından ve teşviklerinden pay almak üzerinden yürüyen kapışma ve iktidarın öngördüğü sermaye birikim rejiminin ayrıntıları TÜSİAD’ın aleyhine geliştiğinde, ‘demokrasi’ istemeyi akıl etti geleneksel büyük sermaye.
Bu yıllar boyunca toplumsal muhalefet güçlerinden ilk saldırıya uğrayan 7 Haziran seçimlerinin ardından LGBTİ+’ların onur yürüyüşüydü. Temmuz ayında savaş başladı. 2016’da darbe girişimi sonucu ilan edilen OHAL’de seçilmiş vekiller ve eş belediye başkanları tutuklanırken, Kürt belediyelerine kayyumlar atanmış kadın danışma merkezleri, kadın birimleri kapatılmıştı. OHAL KHK’larıyla binlerce kamu emekçisi işsiz bırakılırken sürecin devamında, kadınların payına müftülük nikâhı, boşanmayı zorlaştırma girişimi ve en nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi düştü. Bu yıllar boyunca Kürt hareketinin, LGBTİ+ hareketin ve feminist hareketin/kadın hareketinin direnişinin ise yenilmeden öne çıktığını gördük.
Sınıf hareketi açısından ise işçi sınıfı ile bağları kopmuş ya da fazlasıyla gevşemiş bir sosyalist hareketin eylem desteğinin ötesine geçmeyen müdahalesi, sendikal bürokrasinin teslimiyetini engelleyemedi. Çoğu zaman büyük konfederasyonların genel merkezlerine rağmen patlayan işçi direnişleri siyasal bir mecraya akamadı. Kendine bağlı sermaye fraksiyonunu güçlendirme üzerinden gündeme alınan kur-faiz vs politikaları halkın top yekûn yoksullaşması, işçi sınıfının iş güvencesini yitirmesi ile sonuçlandı. Bir sınıfsal kalkışmayı engellemek için gerekli devlet refleksi Zafer Partisi gibi meczuplarca gösterildi ve başta Suriyeliler olmak üzere göçmenler yoksulluğun, işsizliğin nedeni olarak hedef gösterildi.
Sermayenin kâr hırsının durma noktası olmadığı için asgari ücretin açlık sınırının altında kalması yeterli gelmiyor ve daha fazla esnekleşme güvencesizlik ve sömürü dayatılıyor. İktidarın sendika bürokrasilerinin sessizliğiyle engel tanımadan işçi düşmanlığı katmerlenirken Gaziantep’teki yükselen işçi direnişi karşısında pervasızca BirTekSen Genel Başkanı tutuklandı. Bir yandan Aile Vizyon Belgesi ile toplumsal ilişkiler bizzat kadınlara erkek baskısını artırıp LGBTİ+ları yer altına iterek inşa edilirken, sınıf ilişkileri için de işçileri kölelik düzenine mahkûm eden ‘yeni’ Ulusal İstihdam Stratejisi Eylem Planıvi açıklanıyor.
İstihdam Planı – Aile Vizyon Belgesi ilişkisi
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilk yıllarında laikliğin kurumsallaşmasını 1926’da çıkarılan Medeni Kanun ile kadınların “eşit yurttaş” kabul edilmesi takip etmişti. Seküler eğitim ve kız çocuklarının da zorunlu eğitime tabi olması, üniversiteler dâhil tüm eğitim kurumlarının kızlara açık olması, yeni cumhuriyetin yukarıdan aşağı modern dönüşümünün ve kadınların işçi sınıfının organik bir parçası haline getirilmesinin adımlarıydı.
12 Eylül askeri diktatörlüğüyle işçi sınıfının tüm kazanımları tırpanlanıp, tüm demokratik örgütlenmeler yasaklanırken kürtajın serbest bırakılmasının nedeni de ihracata dayalı büyüme modelinin ihtiyaç duyduğu ucuz kadın emeğini sağlamaktı. Özallı yılların her mahalleye bir milyoner propagandası, her mahalleye birkaç merdiven altı atölye ve çalışacak ucuz güvencesiz kadın işçiler demekti. Neoliberalizmle birlikte hizmet ve finans sektörünün genişlemesi yine eğitimli beyaz yakalı düşük ücretli kadın emeği ihtiyacını ortaya çıkarıyordu.
İkinci dalga feminist hareketin de yükselişe geçtiği söz konusu 80’li yıllarda, genç kadınların ücretli emek gücüne yığınsal katılımı ile buluştuğunda, aile mevhumu ve kadın erkek ilişkileri adım adım da olsa dönüşmeye başladı. Bütün bunlar evlilik ve çocuk doğurma yaşının yükselmesine ama en önemlisi kadınların erkek şiddetine direnmesine, istemedikleri evlilikleri sürdürmemelerine ve boşanmaların artmasına neden oldu. Kadınlar patriyarkaya direnmeye başladılar.
Bugün çürüyen burjuva devletin yerine faşizm ile devleti yeniden sermayenin çıkarlarına uygun biçimde rayına sokmaya çalışan AKP iktidarı da bu yüzden, toplumsal ilişkileri hem sınıfsal hem de aile boyutuyla yukarıdan aşağı zor yoluyla yeniden inşa etmeye çalışıyor.Aile Vizyon Belgesi’nde uzun uzun evlilik yaşının yükselmesi, doğurganlığın düşmesi, boşanmaların artması gündem edilirken, tek başına yaşamanın hatta geniş aileden çekirdek aileye geçişin risk olduğu ifade ediliyor. Henüz birkaç hafta önce açıklanan İstihdam Strateji Belgesi’nde ise, kadınların kamuda bile geçici beyaz yakalı işçi olarak yarım zamanlı güvencesiz olarak asgari ücretin daha altında bir ücret ile evden çalışmaları planlanıyor. Benzer koşulların öğrenci gençler için öngörülmesi evden çalışma denilen istihdam formunun düşük ücretli güvencesiz çalışmanın temeli haline getirilmeye çalışıldığını gösteriyor.vii Kadınlar evden yarım zamanlı çalışırken bir yandan çocuk bakımını üstlenmeye devam edecek bir yandan da çekirdek aileden geniş aileye dönüş yaparak yaşlı bakımını üstlenecekler.
Vizyon belgesi durumu şöyle özetliyor:
[Ortalama hanehalkı büyüklüğü azalırken farklı kuşakların birlikte yaşadığı geniş aile sayısında azalma eğilimi görülmektedir. Türkiye’de tek kişilik haneler ve çekirdek ailelerin oranı yükselirken en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan geniş ailelerin oranı düşmektedir. Bu durum aile içinde, ailenin yakın çevresi ve toplumla kurduğu bağların zayıflamasına, nesiller arası etkileşimin azalmasına ve insanın yalnızlaşmasına sebep olarak kuşaklar arasında kültürel kimlik, aidiyet, deneyim, duygu ve değerlerin aktarılmasını olumsuz etkilemektedir.
…Kalkınma hızının yavaşlamaması, her yönden daha aktif, dayanıklı ve sürdürülebilir bir toplum için dinamik nüfus yapısı ile aile kurumunun korunması ve güçlendirilmesinin önemi her geçen gün artmaktadır.
… Uzaktan, esnek ve hibrit çalışma gibi yeni nesil çalışma modellerine ve bu modellerin ebeveynlerin istihdama katılımı ve aile/aile bireyleri üzerindeki etkilerine ilişkin analiz çalışması yapılacaktır.]viii
İstihdam Strateji Planı ise meslek liselerine ve teknik okullara yatırımların artacağını ve sermaye ile işbirliğiyle işçi sınıfının çocukların sermayeye ucuz işçi haline getirileceğini söylüyor [Çocuk ölümlerinin sorumlusu MESEM’in yaygınlaştırılması bu]. Üniversiteleri de sermayenin ihtiyacına göre yeniden dizayn etme hedefi hiç kuşkusuz üniversiteleri bilim üretim yeri olarak değil işçi bürosu olarak görmenin sonucu. Kadın istihdamı söz konusu olduğunda en başta kadın girişimciliğinin ve kooperatiflerin desteklenmesinden bahsedilirken kreş hizmeti ancak yapılacak araştırmalara göre belirlenecek bir ihtiyaç olarak zikrediliyor. En büyük vurgunun meslek liselerine yapıldığı Plan, Aile Vizyon Belgesi ile birlikte okunduğunda kadınların çocuk bakımından sorumlu olduğu, meslek okulu öğrencilerin staj adı altında sermayeye köle edildiği, yaşlıların varsa emekli maaşları ile çekirdek ailenin çatısına taşındıkları bir aile kurgulanıyor. Bu aile içinde, kız çocuklarının ve kadınların tümüyle patriyarkanın yani kocanın ve aile büyüklerinin denetimi altında olduğu, şiddete direnmediği, Vizyon Belgesi’nde öngörülen değişikliklerle nafaka hakkının gasp edilmesi ve uzlaşma büroları adı altında boşanmaktan caydırılmaya çalışıldığı, bir hayat sunuluyor kadınlara. Vizyon Belgesi’nin neredeyse her adımında Diyanet’e sorumluluk verilmesi, kadınların ve çocukların özellikle kız çocuklarının eğitimlerinin esas olarak dini değerlerle ve patriyarkaya itaat hedefiyle evlerde örgütleneceğini gösteriyor. Yine de kadınlar boşanmayı başarabilir ve bu cendereden kurtulurlarsa aileyi yıkan olarak öldürülmeyi hak ettikleri düşünülecek ve öldüren erkekler haksız tahrik ve iyi hal indirimleri ile sırtları sıvazlanarak mağdur ilan edilecek.
Sonuç: Aileleri İstikballeri!
Vizyon belgesinde “Ailemiz İstikbalimiz” derken belki de belgenin en dürüst yorumunu yapıyorlar. Siyasi, iktisadi ve toplumsal gelecekleri, toplumu yeniden inşa etme hedefleri aileyi yeniden inşa etmelerinden bağımsız gerçekleşemez kuşkusuz. Bugüne ilişkin değerlendirmeleri de zaten neyi hedef aldıklarını gösteriyor:
[…Ailenin ve evliliğin değerini ve önemini hedef alan olumsuz söylemlerin artması, geniş aile içindeki dayanışma ve sosyal destek ağlarının değersizleştirilmesi, çocuk ve gençlerin sağlıklı gelişimini tehdit eden zararlı akımların artış göstermesi, aileyi tehdit eden dijital yapım ve içeriklerin sıklıkla medya mecralarında yer bulması, bireyselleşme, tüketim ve materyalist değerlerin hâkim olduğu yaşam tarzının teşvik edilmesi gibi pek çok faktör aile ve evlilik kurumu için ciddi bir risk oluşturmaktadır
…Aile açısından yaşanan bu toplumsal değişimin sonuçları, tek kişilik hanelerin çoğalması, evlilik akdi sona erenlerin sayısının artması, ilk evlenme yaşının ötelenmesi, evlilik oranlarının ve sahip olunan çocuk sayısının azalması şeklinde tezahür edebilmektedir.]ix
LGBTİ+ların zararlı akım olarak kodlandığı ve yeraltına itildikleri yeni yasa tasarılarında hapis cezası ile baskı altına alınmaya başlanacaklarını görüyoruz. Kadınların kendi hayatlarını kurup aldıkları kararlara güvendikleri yaşlarda değil, doğrudan baba boyunduruğundan genç yaşta koca boyunduruğuna geçecekleri, her daim ucuz güvencesiz esnek istihdam edilerek işçi sınıfının sürekli ve örgütlü bir parçası olamayacakları, bir istikbal hedefliyorlar. Pervasızca İstanbul’daki 14 Şubat eyleminde “Trans cinayetleri politiktir”, “Lezbiyenler vardır” diyen kadınlara saldırıp gözaltına almaları gelecekte atacakları adımların açık göstergesi oluyor.
Bu öngörülen aile ve işçi sınıfı istikbali içinde hiç kuşku yok ki direnişi örgütlemesi gerekenler feminist hareket/kadın hareketi ve sınıf hareketi. Ancak sınıf hareketinin özellikle sendika konfederasyonlarının bürokratik güçlerini korumaya odaklanmaları ve erkek egemenliğini içselleştirmeleri, bu Vizyon Belgesi’ni kadınların yanı sıra top yekûn işçi sınıfının ve demokrasi mücadelesinin sorunu olarak görmelerini mümkün kılmıyor. Oysa bugünün ihtiyacı yeni öngörülen kölelik koşullarında işçileşme düzenlemeleri ve kadınları eş zamanlı olarak ailenin evdeki erkeklerin ve sermayenin köleleri haline getiren Aile Vizyon Belgesi’ne karşı feminist mücadelenin yanı sıra sınıf mücadelesini yükseltmek. Ne asgari ücret ne emekli maaşları konusunda sınıfın tepkisini örgütleyemeyen sendikalar hala daha kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir diyerek direniş hattı kurduklarını zannederken, yeni İstihdam Stratejisi Planı esnek güvencesiz ve kesintili çalışma ile tam zamanlı kayıtlı çalışmayı hayal haline getirirken kıdem tazminatının da içini boşaltmış oluyor.
Feminist hareketin (ve kadın hareketinin) son 20 yıldır gösterdiği direnç kadınların evlerde erkek egemenliğine gösterdiği dirençle buluştu. Kadınlar şiddete direniyor, doğurmuyor ya da tek çocukla yetiniyor, boşanıyor. Ancak gelinen nokta, on binlerce kadınla da buluşsak tek başına sokak eylemleri ile engellenemez. Sınıfın harekete geçmesi gerek. Birinci Trump döneminde yapılan kadın grevleri, Arjantin’deki bir kişi daha eksilmeyeceğiz diyerek yapılan grev, Polonya’da kürtaj yasaklarına karşı yapılan grevler sendikaların var güçleriyle katıldıkları grevlerdi. Milei iktidarından sonra ücret kesintilerine ve kürtaj yasaklama girişimine karşı milyonlar greve giderek sokaklara dökülüyorsa, neoliberalizme ve faşizme karşı mücadelenin, sınıf siyasetinin ilk adımı olduğunun unutulmamasından kuşkusuz. Sendikalar işçi sınıfından kadınların da sendikaları olduklarını hatırlamalı. Aile Vizyon Belgesi ve İstihdam Strateji Planı’nın tüm kadınlara ve işçi sınıfına öngördüğü hayata karşı siyasal mücadelenin öznesi haline gelmeli ve gerçek, somut talepleri olan, işçi sınıfından kadınların arasında aktif çalışması yürütülmüş bir kadın grevini (ama kelimenin gerçek anlamıyla iş bırakmayı laf olsun diye çağrı yapıp öğle tatilinde çıkıp basın açıklaması okumayı değil), ardından siyasal genel grevi örgütlemeli. Başka çıkış yok… Clara Zetkin’in dediği gibi:
Faşizm proletaryanın karşısına çıkan son derece tehlikeli ve korkunç bir düşmandır. Faşizm, dünya burjuvazisinin genel saldırısının şu andaki en güçlü, en yoğun ve klasik temsilidir. Acilen alaşağı edilmesi gereklidir. Bu yalnızca kapitalizmi aşarak insanlığı özgürleştirecek olan proletaryanın bir sınıf olarak tarihsel varlığı açısından değil, aynı zamanda her sıradan işçi için bir hayatta kalma, milyonlarca ve milyonlarca sömürülen için bir ekmek, çalışma koşulları ve yaşamını nasıl sürdüreceği sorunudur.x
Tüm kadınların 8 Mart enternasyonal kadınlar günü kutlu olsun gündüz kadın buluşmalarında akşam feminist gece yürüyüşlerinde buluşmak üzere…
i Haziran 1923’te Komünist Enternasyonal’in Merkez Komitesi’nin üçüncü bileşiminde yaptığı konuşmadan https://www.marxists.org/archive/zetkin/1923/06/struggle-against-fascism.html
ii https://www.ibanet.org/The-year-of-elections-The-rise-of-Europes-far-right
iii https://mronline.org/2025/01/23/neofascism-in-the-white-house/
iv https://mronline.org/2025/01/23/neofascism-in-the-white-house/
v https://arastirma.disk.org.tr/?p=12191
vi http://www.ikanun.com/duyuru/ulusal-istihdam-stratejisi-eylem-plani-2025-2028-yayimlandi
vii Kansu Yıldırım’ın yazısı Plan’ın hedeflerini çok güzel anlatıyor. https://www.evrensel.net/yazi/96295/yeni-nesil-esneklik-eski-usul-somuru
viii https://www.aile.gov.tr/media/165130/ailenin-korunmasi-ve-gu-c-lendirilmesi-vizyon-belgesi-ve-eylem-plani.pdf
ix https://www.aile.gov.tr/media/165130/ailenin-korunmasi-ve-gu-c-lendirilmesi-vizyon-belgesi-ve-eylem-plani.pdf
x Clara Zetkin, agy.