Slider, Umut Yazıları

Uçaklar indi bağımsızlık havada kaldı – Suphi Ulaş

25 Eylül 2025 günü gerçekleştirilen Erdoğan-Trump görüşmeleri, Türkiye’nin ve bölgenin çok daha zorlu bir sürecin eşiğinde olduğuna dair emareler taşımak açısından bir hayli zengin. Gündeme aralıksız düşen görüşme detayları ve motifler, çeşitli iddiaları ve teorileri de beraberinde getirdi. Peki bu yaşananlar, birer siyasi magazinden mi ibaret? Elbette hayır. Bunu bir de biz, her gün ulaşım zamlarıyla, doğalgaz zamlarıyla, her geçen gün artan hayat pahalılığı ve geleceksizlikle mücadele etmek zorunda olan halk olarak değerlendirelim. Çünkü bu gelişmelerin ışığında düzen, pahalı takım elbiseleri ile kulislerden stüdyolara gelip halkı kandıranların, halka masal anlatanların değil, halkın yani somut gerçekliğin hayatından çalmaktadır.

Görüşmenin ilk anından itibaren Trump’ın Erdoğan’a tüm dünyanın gözü önünde ‘’patron’’ rolünü oynayışı, tüm kamuoyunun malumu oldu. Aslında bu bilinmeyen bir gerçekten ziyade, malumun ilanı niteliğinde bir konum belirleme çalışmasından ibaretti. Erdoğan, iktidarının ilk yıllarından itibaren ABD’nin hamiliğine tüm benliğiyle kucak açan bir neo-liberal çizgiyi benimsemişti. Bugün gelinen nokta, hamiliğin patronluğa, müttefikliğin ise müşteriliğe evrildiği bir kırılma noktasıdır. Kısacası, gerçekleşen görüşmenin ardından Erdoğan’ın uçağı Türkiye’ye indi, bağımsızlık ise havada kaldı.

Erdoğan-Trump İkilisinin Çalkantıları

Görüşmede sıkça gündeme alınan F-35 savaş uçakları, Türkiye ve Ortadoğu halklarına kan, gözyaşı, yıkım ve savaştan başka bir şey getirmeyecektir, kaldı ki Erdoğan-Trump bloğu ise bu durumdan hoşnutsuz olmayacaktır. Çünkü yegane iktidar politikaları, sözünü ettiğimiz olguların üzerine inşa edilmiş birer korku imparatorluklarıdır. Erdoğan ile gerçekleşen görüşmenin ardından Oval Ofis’te gazetecilere konuşan Trump, F-35’lere dair ‘’önce Erdoğan’ın F-35’ler için bir şeyler yapması gerektiğini’’ ifade etti. Emperyalizm, hiçbir değiş tokuşu kendi karına hizmet etmeyecek şekilde gerçekleştirmeyecektir. Yine burada ABD, Erdoğan’dan neyin diyetini ya da karşılık olarak neyi istediğini, esasen herkes için açık etmiştir. ABD’nin çıkarına olan her meselede onayı beklenen Erdoğan, belli ki bu özverili ‘’kardeşliğinin’’ karşılığını, ‘’ağabeylerinden’’ F-35 savaş uçağı olarak alacak. Kendi iktidarını ve yandaşlarının her geçen gün yoksul halkı sömürmesini devamlı kılacak, kendi zor gücünü pekiştirecek olan F-35’leri. Teknik adıyla F-35 Lightning ll, geçtiğimiz yıllarda uluslararası gündeme taşınmış ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye hükumeti ile Rusya arasında iplerin gerilmesine neden olmuştu. Küresel sermayenin ve denge politikalarının baş takipçisi olan Erdoğan yönetimi, belli ki rotayı Moskova’dan Washington’a kırmakta bir beyis görmedi. Türkiye, bu gerilimin ardından Rusya ile yaptığı S-400 görüşmelerinin ardından ABD tarafından F-35 programından çıkarılmış, ABD’ye ödenen 1,4 milyar dolarlık ödeme ise ABD’de ‘’rehin’’ bırakılmıştı. Bugün Erdoğan yönetiminin hamlesi, değişen dengelerin içinden sağ çıkabilmek ve kendi rejimini güçlendirmek için gerçekleştirilmiş pragmatist bir yaklaşımdır.

Fatura Halka Kesilirken

1,4 milyar dolarlık ödemesi yapılan altı adet F-35’in diyetini, Erdoğan mı ödeyecek? Hayır. Peki kim ödeyecek? Asgari ücret ile geçinmeye çalışan asgari ücretli, yetersiz KYK imkanları ile üniversite okumaya çalışan üniversiteli, gerici, cinsiyetçi ve fahiş ücretli eğitim politikaları altında ezilen liseli, kısacası toplumun ezilen tüm unsurları, Erdoğan’ın borcunu ABD’ye ödemek zorunda kalacak. Yazlık-kışlık saraylarında günde 3 bin 526 asgari ücret harcayan, yandaş sermayesini her geçen gün daha da büyüten, cari açığa eş değer vergi borçlarını silen Erdoğan ve yandaşları ise bu halkın gasp ettiği hakları ve paraları ile ABD’den F-35 satın alacak. Burada şunu hatırlatmak gerekir; açlık sınırının 25 bin lirayı, yoksulluk sınırının ise 88 bin lirayı aştığı bir ülkede, egemen sınıf, kendi iktidarının mevcudiyeti ve muhafazası için milyar dolarlık anlaşmalarda taraf olmakta, kendi halklarına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyecek olan ölüm makinelerinde ısrarcı olmaktadır. Peki neden? Yaklaşmakta olan küresel krizin ve silahlanmanın tam ortasında kalan Türkiye, kendi cephesini güçlendirmek adına gerçekleştirdiği adımlarla emekçi yoksul halkın talan ettiği ekonomik gidişatını, tüm yönüyle kendi kasasına kanalize etmek istemektedir. Bu nedenle çeşitli askeri anlaşmalar ve güvenceler arayışına giren iktidar, doğan güneşe karşı kendine bir gölge bulma çabasındadır.

Kel Alaka: Tom Barrack

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Erdoğan ve Trump övgüleri ile dolu bir skandalı gerçekleştirmekten hiç kaygı duymuyor ve Trump’ın Erdoğan’a ‘’meşruiyet’’ verdiğini dile getiriyor. Bildiğimiz bir gerçeği, ABD itiraf etmiş oldu. Erdoğan, meşruiyetini halktan alan bir iktidar olmadığı gibi, onun meşruiyeti sermayenin ve küresel hamilerin ellerinde, iki dudakları arasındadır. Bu kerameti kendinden menkul ‘’sayın Büyükelçi’’ esasen kendi cephesinin propagandasını yapmak istemiş fakat Türkiyeli devrimcileri tasdik ve ispat etmekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Çünkü biliyorduk ki Erdoğan ve yönetimi, Türkiye’de uyguladığı faşist rejimi, küresel çapta ona hamilik eden kapitalin adına gerçekleştiriyor ve bunu saklamaya dahi tenezzül etmiyor. Bu kel alakayı biraz tanıyalım. Lübnanlı bir ailenin çocuğu olan Barrack, halkının acılarını bir kenara iterek ABD’nin ‘’çelik kanatları’’ altına giren bir ‘’göçmen’’dir. Kendisi, Trump’ın adaylık sürecinde bağış kampanyasını yöneten isim. Yani parayla arası iyi, belki de bu yüzden sürecin öne çıkan ismi oldu. Son yaşananların ışığında anlıyoruz ki Türkiye ve Suriye’de Trump adına ‘’bağış’’ toplamaya devam ediyor.

Meşruiyet: Hediyedir, Para İle Satılamaz

Meşruiyeti sağlayan, halktır. Halk, soyut bir kavram değildir. Yaşayan, canlı bir olgudur. Halkın nazarında hiçbir meşruiyet taşımayan Erdoğan ve yönetimi, kuşkusuz bu açığı kendisine kol kanat gerecek büyüklerinde arayacaktı. Türkiye ve Kürdistan’da gerçekleşen kayyum darbeleri, her geçen gün derinleşen yoksulluk, işsizlik, kadın katliamları, iç huzursuzluk gibi olguların yansıması olarak halkın nezdinde Erdoğan yönetimi artık meşruiyetini yitirmiş, bunun telaşı ile dört bir yandan siyasi hamleler ve politikalar geliştirerek ülke siyasetini kuşatmaya almıştır. Hiçbir meşru hükumet, bir doğal afetin neticesinde binlerce vatandaşını enkaz altında bırakamaz. Yine hiçbir meşru hükumet, sokaklarında kadınların, çocukların özgürce yaşayamadığı bir toprak parçasından ‘’vatan’’ siyaseti üretmez. Bunlar, yalnız işlevsiz, meşruiyetini yitirmiş ve siyasi ömrünü tamamlamış rejimlerin ürünleri olabilirler. Bu nedenle Barrack’a hak vermek gerekir. Meşruiyeti bu denli kaybeden bir iktidar, bir başkasının gölgesine basmak zorundadır. Erdoğan ise kendi geleneğinden ödün vermeyerek siyasi kariyerinin ilk gününden itibaren hamiliğini talep ettiği ABD’nin meşruiyetini seve seve kabul etmiştir. Evet, meşruiyete muhtaçtır. Hem de bunu halklar katili ABD’den ummaya mahkumdur. Meşru değildir.

Boeing Tipi Faşizm

Erdoğan ile Trump arasındaki yoğun gündemde ele alınan başlıklardan biri de Boeing tipi uçaklardı. Bu uçaklar, yapılan görüşmenin ardından THY filolarında kendilerine yer bulacaklar. İddialara göre Erdoğan, Trump’ın ‘’Boeing satın alması karşılığında kendisine randevu vereceğini’’ bildirmesi üzerine kolları sıvamış ve Boeing furyasına katılmış durumda. Kendisinin muhatap alınması karşılığında, ülkesinin yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşayan Erdoğan, görüşme koşullarını yerine getirerek görevini başarıyla tamamlamıştır. THY’nin envanterinde bulunan Air Bus tipi uçakların Boeing tipi uçaklarla değiştirilmesi karşılığında kazandığı meşruiyet ile Erdoğan’ı baş başa bırakmak en iyisi olacaktır.

Sonuç Yerine

Türkiyeli devrimciler, ABD emperyalizmine, onun ekonomik tetikçisi olan IMF’e ve emperyalizmin yerli işbirlikçisi iktidarlara karşı geçmişten bugüne güçlü deneyimlerle örülen bir direniş kültürüne sahiptir. Bugün ve yarın da, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda ekonomik tetikçiliğin kurumsal adı olan IMF ve onu yaratan ABD’ye karşı da mücadelesini sürdürecektir. Meşruiyetini ABD’den ve onun kel alaka bağış toplayıcılarından değil, halkın kendisinden alan devrimci mücadele, geçmişten bugünü kuşatan bir direniş ekseninde tüm bu çıkmazın sonunda aydınlığı getirecek olanlardır. Yoksul halkın tüm kaynaklarını sırf ‘’müşteriliğe’’ kabul için global patronlara aktaranlar tarihin utanç vesikaları olurken, devrimci mücadele emperyalist politikaları yerle bir edecek yegane güç olacaktır. Halkın aşılmaz barikatına toslayan IMF, bugün o barikatın hala diri ve canlı olduğunu bir an aklından çıkarmamalı, oval ofislerden sokağa başını çıkarmalıdır. O zaman sokağın saraydan, ofisten ve yapay meşruiyetten daha güçlü olduğunu anlayacak, okyanusu geçip bir kaşık suda boğulacaktır.

Paylaşın