ABD’nin askeri kuşatması, “narko-terör” yalanı ve Latin Amerika’da neo-Monroe doktrini;
1)Emperyalist kuşatmanın yeni evresi
21.yüzyılın başında bolivarci komutan Hugo Rafael Chávez Frias’in Bolivarcı Devrim’i, Latin Amerika halkları için bir umut dalgası yaratmıştı. Venezuela’nın petrol gelirlerinin kamulaştırılması, yoksul mahallelere sağlık ve eğitim hizmetlerinin ulaştırılması, “Petrol halkındır” şiarıyla somut bir karşılık bulmuştu. Ancak bu süreç aynı zamanda emperyalizmin sinir uçlarına dokundu. ABD, 2002’de Chávez’e karşı başarısız bir darbe girişimi örgütleyerek “arka bahçesini” kaybetmemek için dişlerini göstermişti.
2000’lerin başından itibaren Hugo Chávez’in Bolivarcı Devrim politikaları, sosyalist söylemle birlikte kamu kaynaklarının geniş halk kesimlerine aktarılmasını hedefledi. Ancak 5 Mart 2013’te Chávez’in ölümünden sonra Maduro iktidarı, ekonomik krizler ve dış baskılar nedeniyle popüler desteğini büyük ölçüde kaybetti.
Bu dönemde ABD, Venezuela’yı hem diplomatik hem ekonomik araçlarla kuşatma altına aldı. Petrol gelirlerinin kontrolü, uluslararası banka hesaplarının dondurulması ve yaptırımlar, ülkeyi ciddi bir finansal krizle yüz yüze bıraktı.
Maduro, bu baskılara karşı yeni bir uluslararası dayanışma ağı kurmak zorunda kaldı. Bu ağın merkezinde, Venezuela’yı izole eden ABD ve Batı’ya alternatif olarak görülen ülkeler bulunuyor; Çin, Rusya, İran ve Türkiye (altin ticareti) gibi ülkelerle stratejik ilişkilere yöneldi.
Bugün Donald Trump yönetiminin yeniden gündeme taşıdığı askeri kuşatma, o yarım kalan operasyonun güncellenmiş hâlidir.
Karayipler’deki askeri yığınak, emperyalizmin Latin Amerika’da yeni bir “diz çöktürme” hamlesidir. “Uyuşturucu kartelleriyle mücadele” bahanesiyle başlatılan operasyonlar, gerçekte Bolivarci Venezuela devletini hedef alan sistematik bir yıpratma savaşıdır. ABD donanmasının en büyük uçak gemilerinden USS Gerald R. Ford’un Karayip Denizi’ne konuşlandırılması, bölgede askeri bir ablukadan çok daha fazlasına işaret ediyor: rejim değişikliği!
2) “Narko-terör” maskesi ve meşruiyet inşası
Emperyalizmin en eski yöntemlerinden biri, askeri saldırıyı “meşrulaştırmak” için düşmanı kriminalize etmektir. Afganistan’da “kadınları kurtarma”, Irak’ta “kitle imha silahları”, Libya’da “demokrasi ihracı” söylemleri hangi amaca hizmet ettiyse, bugün “narko-terör” de aynı amaca hizmet ediyor. Trump yönetimi, Nicolás Maduro’yu “uyuşturucu kartelinin lideri” ilan ederek hem iç kamuoyuna hem de uluslararası alana “ahlaki gerekçe” sunuyor.
Bu söylem, iki yönlü işlev görüyor:
Birincisi, ABD iç siyasetinde göçmen karşıtı tabanı konsolide ederken, Trump, Venezuelalı göçmenleri “Maduro’nun gönderdiği suçlular” olarak damgalayarak, kendi milliyetçi kampanyasına dayanak sağlıyor.
İkincisi, genel olarak Latin Amerika’da askerî operasyonların zeminini güçlendiriyor. “Uyuşturucuyla mücadele” bahanesi, ABD ordusunun bölgeye sınırsız hareket kabiliyeti kazandıran bir şemsiye işlevi görüyor.
Bu noktada, Venezuela Savunma Bakanı Vladimir Padrino’nun şu sözleri anlamlıdır:
“Eğer uyuşturucuyla mücadelede destroyerler, nükleer denizaltılar ve bombardıman uçakları kullanılıyorsa, mesele uyuşturucu değil egemenliktir.”
Gerçekten de, Kolombiya’da on yıllardır süren ABD destekli “Plan Kolombiya” deneyimi, askeri yöntemlerle ne uyuşturucu üretimini azalttı ne de kartelleri zayıflattı. Aksine, ABD’nin üs sayısını artırmasına ve bölgesel denetimini derinleştirmesine yaradı. Bugün aynı model Venezuela’ya taşınıyor.
3) Latin Amerika’nın yeniden kolonizasyonu
Trump’ın Venezuela politikasını anlamak için onun tarihsel bir bağlamini okumak gerekir. 1823 tarihli Monroe Doktrini, Latin Amerika’yı “Amerika Amerikalılarındır” ilkesiyle tanımlayarak, kıtanın Avrupalı güçlere değil ABD’ye ait olduğunu ilan etmişti. Bu doktrin, bir asır boyunca askeri müdahalelerin, darbelerin, ekonomik ambargoların ideolojik kılıfı oldu. Guatemala’dan Şili’ye, Nikaragua’dan Grenada’ya kadar onlarca ülke bu “arka bahçe” mantığının bedelini ağır ödediler, ödemeye devam ediyorlar.
Bugün Trump, aynı doktrini “neo” biçimiyle yeniden sahneye koyuyor. “Amerika’yı yeniden büyük yapma, MAGA” söylemi, yalnızca iç siyasette değil, dış politikada da yeni bir saldırganlık dönemini temsil ediyor. Trump, Çin ve Rusya’nın Latin Amerika’daki etkisini kırmak, enerji kaynaklarını tekellerin kontrolüne vermek ve bölgedeki sol hükümetleri devirmek istiyor.
Bu hamle, klasik emperyalist paylaşım mantığının yeni bir ifadesiden baska birsey degildir. Lenin’in Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması kitabinda tanımladığı beş temel özellikten biri, sermayenin ihracıdır. ABD, Venezuela’yı yalnızca petrol rezervleri nedeniyle değil, Çin sermayesinin bölgeye nüfuz ettiği bir cephe olarak görüyor. Washington’un hedefi, Latin Amerika’daki sermaye dolaşımını yeniden kontrol altina almaktir.
4) Venezuela: Direnişin sınıfsal karakteri
Maduro hükümeti, tüm zayıflıklarına rağmen, bugün emperyalizme karşı direnen son kalelerden biridir. Bolivarcı devlet aygıtı, işçi sınıfı ve halk milislerinin desteğiyle ayakta kalmaya çalışıyor. Ancak ekonomik ambargolar, petrol üretiminin çöküşü ve ulusal para biriminin değersizleşmesi, içerde ciddi bir yoksullasma ve sınıfsal gerilimi de beraberinde getiriyor.
Venezuela’daki mevcut durum, Lenin’in emperyalist kuşatma koşullarında küçük ülkelerin yaşadığı çelişkilerin tipik bir örneğidir: bir yanda ulusal egemenliği savunma zorunluluğu, diğer yanda üretim araçlarının devletleştirilmesine rağmen kapitalist ilişkilerin tam olarak çözülmemiş olması. Bu ikili yapı, hem direnişi mümkün kılıyor hem de içsel kırılganlığı büyütüyor.
Maduro’nun en büyük dayanağı, halkın tarihsel hafızasıdır. Chávez döneminde kazanılan sosyal haklar ve emperyalizme karşı kolektif bilinç, bugün hâlâ rejimin meşruiyetini besliyor. Ancak bu direnişin sürdürülebilirliği, sadece ulusal dayanışmaya değil, uluslararası anti-emperyalist bir cepheye bağlıdır.
5) CIA operasyonları ve “Phoenix Planı”
Son haftalarda ortaya çıkarılan “Phoenix Operasyonu”, ABD’nin Venezuela’ya yönelik klasik “örtülü savaş” stratejisinin güncel bir örneğidir. CIA’nin Trinidad ve Tobago, Aruba ve Curaçao üzerinden ülkeye ajan sızdırdığı, enerji altyapılarına sabotajlar planladığı ve “sahte bayrak” eylemleriyle müdahale zemini yaratmayı hedeflediği iddiaları, Latin Amerika tarihinde defalarca tekrarlanmış bir senaryonun yeniden yazımıdır.
Bu tür operasyonlar, emperyalizmin yalnızca askeri değil, psikolojik savaş araçlarını da devreye soktuğunu gösteriyor. Halk içinde korku ve belirsizlik yaratmak, direnişi moral olarak zayıflatmak ve muhalefeti “meşru” bir alternatif gibi göstermek… Tüm bu yöntemler, ABD’nin “yumuşak darbe” (soft coup) stratejisinin bileşenleridir.
Uluslararsi planda ABD’nin en büyük iki düsmanindan biri olan Rusya Ukrayna’da sıkışmış, Çin ise küresel ticaret savaşlarının ortasında kendi krizleriyle boğuşuyor. Bu durum, Venezuela’yı daha yalnız hale getiriyor. Yine de tarih, emperyalizmin her saldırısının yeni bir direniş dalgasını tetiklediğini defalarca göstermiştir.
6) Sınıf mücadelesinin uluslararası boyutu
Marksist-Leninist tarihsel referanslardan olaya baktigimiz zaman, mesele yalnızca Venezuela’nın kaderi değildir, bu, dünya proletaryasının ortak mücadelesinin bir parçasıdır. ABD’nin Venezuela’ya saldırısı, enerji kaynakları üzerindeki kontrolün ötesinde, halkların kendi kaderini tayin hakkına ve proleterya diktatörlüklerinin insa edilmesine yönelmiş bir saldırıdır.
Bugün Karayipler’de yaşananlar, emperyalist merkezlerin kriziyle doğrudan bağlantılıdır. ABD ekonomisi, finansal spekülasyon ve askeri harcamalar üzerine kurulu bir döngü içinde, yeni “dış düşmanlar” üretmek zorundadır. Bununla birlikte Irak, Afganistan, Ukrayna gibi cephelerde kaybettigi prestijini yeniden kazanmak istemektedir. Bu nedenle Venezuela, sadece bir hedef değil, aynı zamanda sistemin içsel çelişkilerinin dışavurumudur.
Lenin’in deyimiyle “Emperyalizm, kapitalizmin çelişkilerinin en yoğun biçimde bir araya geldiği aşamadır; bu çelişkiler, dünya devrimci sürecinin temelini oluşturur.”
Bu bağlamda Venezuela’daki mücadele, yalnızca ulusal bir savunma değil, aynı zamanda küresel bir devrimci potansiyelin savunmasidir.
7) Sonuç: Karayipler’de yeni bir dönüm noktası
Trump yönetiminin askeri tehditleri, Latin Amerika’da yeni bir “soğuk savaş” dönemini başlatma riskini taşıyor. Ancak emperyalizm, her saldırısıyla kendi karşıtını da yaratır. Bugün Kolombiya, Meksika, Bolivya ve Arjantin’de yükselen anti-emperyalist sesler; Karayipler’deki dayanışma ağları; ve Latin Amerika’nın yoksul halkları, bu yeni kuşatmaya karşı direnişin zeminini güçlendiriyor.
Venezuela, emperyalist saldırı karşısında yalnız gibi görünse de tarih, halkların sabrının ve örgütlü direnişinin neler yaratabileceğini defalarca kanıtladı. Bu nedenle Karakas’ta verilen mücadele, yalnızca bir ulusun savunması değil; aynı zamanda dünya proletaryasının ortak kurtuluş mücadelesinin bir halkasıdır.
Karayipler’de yankılanacak top sesleri, yalnızca bir ülkeye değil, emperyalizmin bütün sistemine yönelmiş bir çağrı olacaktir:
“Yaşasın Bolivarci Demokratik Halk Devrimi! Yaşasın Sosyalizm”
Kaynak
- V. I. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması
- Steve Ellner, “Venezuela’s Movimiento Bolivariano: The Rise and Fall of a Radical Project”, Latin American Perspectives, 46, 2019.
- Reuters, “US Military Build-Up in the Caribbean Sparks Tension with Venezuela”, 2025.
- BBC Mundo, “Venezuela denuncia intento de ‘bloqueo naval’ por parte de EE.UU.”, 2025.
