Gündem, Slider

Depremde yıkılan biz değil, AKP olsun – Editörden

20 yıl önce bir gece yarısı… Türkiye kulakları sağır eden bir gürültüye uyandı. Sonrası karanlık ve toz bulutu. Sonrası çığlıklar, haykırışlar ve çaresiz gözyaşları. Yıkılan binalar, çatlayan otoyollar, yerle bir olan köprüler ve yığılmış ceset torbaları… “17 Ağustos 1999 Marmara Depremi” ve 2019 Türkiye’si aynı senaryoyla bir kez daha karşı karşıya…

Yine yıkımların etkisi yoksul mahallelerde hissedilecek

Deprem, üzerinden geçtiğimiz bu 20 yıl boyunca konuşuldu, tartışıldı. Üzerine çok şey yazıldı, çizildi. Ancak her şey o gün olduğu gibi bugün de aynı şekilde devam ediyor. Kapitalizmin çarkları yine aynı şekilde dönüyor; 99 depremi sonrası iktidara gelen AKP’de kendinden öncekiler gibi kendi destekçisi olan Kalyon, Ağaoğlu, Limak , Cengiz vb şirketlerle anlaşmalar yapıyor ve müteahhitler kar üzerine kar elde ediyor. Dünkü tabloda ise( depremin şiddeti 5.7 olmasına rağmen) yana devrilen binalar, minaresi yıkılan camiler, çatlaklar, yaralılar… Bugün 99′ gibi aynı şiddette bir depremi yeniden yaşasak, ne yazık ki sonuçları daha ağır tablolar olacak. Yine yıkımların etkisi yoksul mahallelerde hissedilecek, binaların altından ne Ali Ağaoğlu ne de halka küfreden Cengiz holdingin sahibi Mehmet Cengiz çıkacak. Onlar yine yıkılan binaların yerine planlar yaparak, paralarını saymaya devam edecek.

99′ depremi ve veriler

17 Ağustos ‘99’da MW ölçeğine göre 7.5 şiddetinde gerçekleşen değremde resmi rakamlara göre 17.480 kişi bu depremde hayatını kaybetmiş, 23.781 kişi ise -belirli kısmı ağır yaralı olmak üzere- yaralanmış, 505 kişi sakat kalmıştır. Resmi olmayan rakamlara göre ise yaklaşık olarak 50.000 kişi hayatını kaybetmiş, 100.000 kişi yaralanmıştır. Buna ek olarak 133.683 bina çökmüş ve yaklaşık olarak 600.000 kişi evsiz kalmıştır. Yine resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 16 milyon insan, depremden değişik düzeylerde etkilenmiştir.

Deprem yer kabuğu hareketlerinden kaynaklanan ve doğalında insanların oluşmasının önünde duramayacağı bir doğa olayıdır. Ancak şehirlerdeki yıkımlar ve oluşan zarar konusunda belirleyici olan yine insanların ta kendisidir. Bu noktada 7.5 şiddetindeki bir depremde 50.000 kayıp verilmesinin temel sebebi ki rant ve kar hırsıdır.

Devlet, önlem ve kar

Devletin deprem planlamalarının tamamı kar ve rant üzerinedir. Deprem planlamalarının vazgeçilmezi olan doğal yapı analizleri ve bunun içinde yer alan zemin etütleri kar hırsı uğruna ya yapılmamakta, ya da sonuçları görmezden gelinmektedir. Yapı inşasına elverişli olmayan sakıncalı jeolojik alanlar imara açılmakta ve böylece felakete kapı aralanmaktadır. Buna imar planlarındaki maksimum kat yükseklik değerleri önemsenmeden inşa edilen yapıları da eklersek bilançonun ağırlığı gün gibi ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir önemli konu ise yapıların sağlık durumları ile ilgilidir. Hatırlanacağı üzere, o zamanlar televizyonlarda onlarca görüntü yayınlanmıştı. Tuğlalarının arasında sıva yerine çimento kağıdı bulunan , temeli olmadan çıkılan yüksek katlı, malzemesinden çalınmış binalar gördük. Peki bu binaları inşa edenlerin ve tüm bu olanlara göz yumanların akıbeti ne oldu?

“Kocaeli’de depremden sonra açılan 932 ceza davasının 921’i müteahhitlerin lehine sonuçlandı; 11 dava kapandı. Bolu ve Afyon illerinde ise hiç dava açılmadı. Sakarya’daki 418 davanın 394’ü müteahhitlerin lehine sonuçlandı. Depremin etkili olduğu bir diğer il olan Yalova’daki davaların büyük çoğunluğu sonuçlandırılamadı. Söz konusu tabloyu değerlendiren hukukçulara göre mevzuata ilişkin farklı değerlendirmeler birçok davanın açılmasına engel oldu. Mahkemeler, devlet kurumları aleyhindeki davaları, depremi müteakip 60 gün içinde açılmadığı gerekçesiyle reddetti. Vatandaşların müteahhitler aleyhinde açtığı ceza davalarının büyük çoğunluğu ise suç tarihi, binanın yapım tarihi olarak alındığından ‘zamanaşımı’na uğradı ve beraatla sonuçlandı. Yaklaşık yüz bin binanın yıkıldığı depremlerde can ve mal kaybına yol açtıkları gerekçesiyle haklarında dava açılan müteahhitlerin çoğu hapse girmeden kurtuldu.” (www.arkitera.com)

Sonuç itibariyle devlet yine devletliğini göstermiş, suçlular yine devlet eliyle korunmuş, ölenleri kimin öldürdüğü zaman aşımları ile sonuçlanmıştır.

Devletin deprem bütçesi de, halkın vergileri de savaşta harcanıyor

Devletin bu noktadaki çalışmalarında, Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 2004 yılında gerçekleştirdiği Deprem Şurası’nın, mevzuat komisyonu raporunda şu şekilde dillendirilmektedir:

“Depremlerin insan toplulukları üzerindeki olumsuz etkileri yapılanmış çevrenin oluşturduğu risklerden kaynaklanır. Ülkemizde yürürlükte bulunan mevzuat doğrudan bu riskleri tanımlamaya ve depremde oluşturacakları zararları azaltmaya yönelik olarak geliştirilmiş değildir.” Evet geliştirilmiş değildir, geliştirilemezde. Bugün AKP iktidarının tek geliştirdiği şey savaş teknolojisidir. Milyonlarca dolar bu bütçeye aktarılmakta, bu bütçeyle özel savaş teknikleri geliştirilmektedir. Bir F-16’nın kalkışında harcanan para, attığı bombada harcanan para, sadece Afrin işgalinin maliyeti, IŞİD çetelerine sunduğu lojistik ve askeri olanaklar bugün Türkiye’de yüzlerce deprem sığınma alanı açmaya, riskli binaları tadilat etmeye yetecek kadardır ve daha fazlasıdır.

AKP’den önceki dönemde de gördük ki savaşlara, patronların kar hırsına kurban edilen halkların geleceği olmuştur. 99 depremi sonrası yaşananlar bunu çok açık ortaya koymuştur. Deprem sonrası göçük alanlarına günlerce ulaşılmamış, depremzedelerin ilaç, yemek, su, barınma gibi en temel ihtiyaçları dahi karşılanmamıştır. Deprem bölgelerine günlerce elektrik ve su verilmemiş, devletin sosyal yardım kurumları ve Kızılay deprem bölgelerine günler sonra girebilmiştir. Kurtarma çalışmaları sırasında yaşanmış, donanım ve uzman sorunu yüzünden birçok kişi göçük altında ölüm kalım savaşı vermiştir. Cenaze defin işlemlerinde emekçiler cenazelerini kendi imkanlarıyla kaldırmıştır. Ve son olarak devlet her zamanki saldırgan tavrıyla durmuş, çevre illerden depremzedelere yardıma gelen devrimciler, şehrin girişindeki kontrollerle şehre sokulmamıştır.

Depremde yıkılan biz değil, AKP olsun

12 yıl geçmesinin ardından 2011’de yaşanan 7.2’lik Van depremi’nde de sonuç yine aynıydı. 604 ölü ve 4152 yaralı. İnsanlar evsiz kalmış, AFAD ve Kızılay insanların mağduriyetlerine çözüm olamamıştı. TOKİ adı altında AKP iktidarının sermaye kapısı, depremzedeler için uygun kredili konutlar yapılacağını ilan etmişti. Kazazedeleri bile rant geliri olarak gören bir zihniyet hiçbir şekilde çözüm kapısı olamaz. 1999’daki depremden sonra dönemin hükümeti, deprem hasarının giderilebilmesi için tüm vatandaşlardan toplanacak bir deprem vergisi çıkartmıştı. Önce geçici olan, sonra kalıcı hale getirilen deprem vergisi kapsamında 2011 yılına kadar tam 40 milyar lira toplanmıştı. O paralara ne olduğu hala bilinmiyor… 2011’de o dönemin Maliye Bakanı olan Mehmet Şimşek’e yöneltilen toplanan paralara ne oldu sorusuna ” Harcadık” diyerek tek kelimelik cevabıyla yanıt vermişti. Günümüze gelindiğinde ise tüm yaşananlardan ders alınmadığı gibi yeni imar kanunundaki değişiklikler, koskoca mahalelerde bina aralarında toplanma alanı diye belirlenen ufacık parklar, yolsuzluklarıyla gündeme gelen Kızılay ve AFAD, yalnızca yayın sürelerini doldurmak için havuz medyasının yapmış olduğu programa katılan ‘doğal afet uzman’ları ya da halka küfreden Mehmet Cengiz’lerin yapmış olduğı binalar sorunlara çözüm olmayacaktır.

Buradaki temel sorun kapitalizmin şehirleri algılayış biçimiyle alakalıdır. Kapitalizm kentleri bir rant kapısı olarak görmektedir. Kentsel mekânın kullanım değerinin yanına değişim değerinin eklenmesinin sonucu kentsel mekan bir meta haline getirilmektedir. Mekandan metaya uzanan bu dolambaçlı yolun bedelini ödemek yada bu düzeni değiştirmek her zamanki gibi işçi ve emekçi sınıfına düşmektedir.

AKP iktidarı kendini inşaat sektörü üzerinden var etmiştir ve tüm ekonomik politikalarını bu noktada örgütlemiştir. Öyle ki işgal etmek istediği, çeşitli anlaşmalara vardığı Güvenli Bölge sınırı meselesinde dahi kaç tane TOKİ binası kuracağını anlatmaktadır. Kentlerin rant ile talanı, doğanın rant ile talanı sonucu bugün yaşanan ufak şiddette ki depremler dahi en büyük yıkımların, korkuların kaynağı oluyor. Dün rant iktidarına karşı durmadığımız her gün, bugün yıkılacak bir ev, bina olarak karşımızda duruyor. Biz yıkılmak istemiyorsak, kapitalizmin Türkiye şubesi AKP iktidarını bugünden tezi yok yıkalım.

Paylaşın