Ali Efe, Dünya, Umut Yazıları, YAZARLAR

Panorama: “SURİYE MOMENTUMU ya da YENİDEN PAYLAŞIM KONJONKTÜRÜNDE YENİ FAZ” – ALİ EFE

TC’nin Rojava topraklarında yeni alanlar ele geçirmesi ve bağlantılı gelişmeler, genelde daha önce Cerablus ya da Afrin örneklerinde yaşadığımız nitelikte bir Ortadoğu güncelliği olarak tartışıldı, tartışılıyor. Oysa Amerikan askerinin sahadan çekilmesi ya da Kürt askeri ve siyasal yapısının ağırlıkla dağılışa uğraması gibi gelişmeler bölgede Amerika yerine Rusya’nın ağırlık kazanması gibi belirlemeler üzerinden yeterli bir açıklığa kavuşmuş olmuyor. Rusya’nın bu ağırlığı söz gelimi Amerika’nın ne kadar üzerine taşıyacağı ya da Avrupa’nın bu ağırlık kaymasından ötürü sanki hiçbir şey olmamış gibi seyrine devam edip etmeyeceği ya da Türkiye’den İran’a, Kürtlerden İsrail’e bu denge kaymasından nasıl etkileneceği yoğun olaylar ve gelişmeler deryasına ampirik yaklaşımlarla cevaplanabilecek gibi değildir. Süreç devinim ve hız değişiminden dolayı konjonktürel bağlamda olayın kendisini aşan bir momentum oluşturacak değerdedir ve her momentum gibi elbette belirli ön veriler sonucunda gerçekleşip sonrasına önemli itkiler sağlayacak güçtedir.

Suriye momentumu, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben derinleşen emperyalist yeniden paylaşım konjonktürünün BOP kodlu anglo siyonist saldırısının iflas ettiği ve genelde transatlantik ittifakı bünyesinde dünya pazar hâkimiyetinde artık Alman ostpolitiği ile Rus Avrasya politiğinin uzaklarda Çin’in kemer yol projesiyle bütünleştiği bir yeni konjonktürel hegemonya sorunsalına açılım olarak algılanmalıdır. Bu momentum, küresel çapta bütün pazar, para, ittifaklar ve savaşlar bağlamında önümüzdeki dönemde temel belirleyen olacaktır. Analizler, planlamalar, mevzilenmeler artık buna göre yapılmalıdır. Böyle bir tarihsel kavşağı bir makalenin sınırları içinde eksiksiz anlatmak elbette mümkün değildir. Ancak gene de sürecin belirgin ayak izlerini takip etmek onu tarif edebilmek için yeterince açıklayıcı olabilecektir.

***

Her ne kadar konu Türk işgali dolayımıyla somutlanmış bir gelişme olarak ortaya çıkıyorsa da konjonktürdeki bu eğilim yani dünya pazarındaki hâkimiyet kaymasının yönü kendini daha 2011’de zaten oldukça güçlü bir şekilde göstermeye başlamıştı.

Bu tarihten itibaren dünya politik gündemine Ukrayna ve Suriye merkezli olayların oturması da keza bu somutluğun bir sonucu olmuştu. O döneme ait konjonktürel bir değerlendirmede Berlin ve Rus sembollerine ithafen oluşmakta olduğunu belirlediğimiz “ayılar ekseni” hegemonyası anglo siyonistler tarafından Ukrayna’da Maidan provokasyonuyla, Suriye’de Dara ve Daiş operasyonlarıyla dağıtıldı. O günden bugüne yaşanan olaylar karmaşası ardından geçtiğimiz ay Ukrayna’da kabul edilen Steinmeier formülüyle, Suriye’de Türk işgali sonrasında Suriye rejimi ve ittifaklarının egemen olduğu yeni dengenin kurulmasıyla ortadadır ki Donbass’tan Basra’ya kadar yayılan bir hegemonik çelişki ve çatışma alanında anglo siyonist saldırı geri basmış yerine Almanya’dan Çin’e kadar uzanan yeni güç dengelerinin egemenliği kurumlaşmaya başlamıştır. Son Brexit uzlaşması da bunun en belirgin işareti olarak okunmalıdır.

Bu gelişimin arka planı şöyle özetlenebilir:

2011’e kadar gelişen emperyal sürecin BOP üzerinden tanımlandığını biliyoruz. BOP’un amacı bölgenin bütün enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını denetim altına alarak tarihi bir Amerikan Yüzyılı olarak işletmekti. 2003 Irak işgaliyle başlayan süreç 2006’da Hizbullah’ın siyonist saldırıyı püskürtmesiyle akamete uğradı. Ardından gelen 2008 finans krizi ise emperyalist dünyayı kendi içine döndürdü.

Amerikan emperyalizminin Hazar’a sarkma girişimleri 99 Balkan krizi, 2003 Irak işgaline rağmen çok başarılı olamayıp bir de üstüne finans krizi eklenince uluslararası emperyalizmin loşta duran gücü, Alman emperyalizmi kendi tarihsel yönelimini, Doğu politikasını öne çıkarmaya başladı.

Bu yaklaşımda Ukrayna önemli bir kavşaktı. Ülke, gelişkin Avrupa pazarıyla geri Asya pazarı arasındaki seviye farkını giderecek ekonomik bir Panama kanalı olarak inşa edilecekti. Elbette Amerika’nın buna seyirci kalması düşünülemezdi. Maidan’lı, Kırım’lı, Donbass’lı Ukrayna krizi sırasında telefonlarını dinlemeye kadar varan bir kıskaç içinde, Merkel öylesine Amerikancı bir tutuma sürüklendi ki kısa süre önce kendini göklere çıkaran Kohl bile onu aşağılayan mektuplar yayınlayarak uyarmak zorunda kaldı. Alman finans kapitali kendi loşluğuna geri çekildi.

Ünlü pragmatizmine karşın  Ortadoğu’nun karışık ittifak kümeleri içinde boğulan Amerika ise önce dünya pazarındaki hakimiyetini koruyacak yeni mevziler aramayla yöneldi; Clinton Asya Pasifik dedi, Stratfor BKP, Büyük Karadeniz Projesi önerdi, vb.. Ancak belirleyici alanın Ortadoğu olduğu açıktı. Ukrayna’yı Rusya ve Almanya’nın başına bela edip Suriye ve İşid defterini açtı. Maceranın sonunu biliyoruz. Amerika, o gün bugündür çözülmekte olan hegemonyasını diriltecek hiçbir başarı gösteremedi.

Rusya… 99’da Balkan krizini noktalayan dinamik inter aktif dış politika taktikleriyle hızla yeni sürece yöneldi. Bir taraftan hybrid savaş tarzlarıyla Donbass’ı ayakta tuttu, diğer taraftan konjonktürel “çok kutupluluk” yaklaşımıyla doğu halklarıyla ve başta İran’la ittifakını geliştirdi. Nihayetinde Amiral Kuznetsov, Rusya’nın yegâne uçak gemisi Tartus limanına bordalamıştı.

2012-15 arası dünya hâkimiyetinin gelişmekte ve gerilemekte olan güçlerinin giderek görülür hale geldiği oldukça kaotik bir dönem oldu. Bu dönemde bir taraftan Arap Baharı’yla anglo siyonist yayılma yaşanırken diğer yandan BOP’un temel figürü olan siyasal islam, tarihsel ve sosyal arka planı olan kadim bölge tefeci bezirgânlığın doğu pazarlarının emperyalizme eklemlenmesinde gereken yapısal uyumu gösterememesinden ötürü uluslararası sermaye nezdindeki fonksiyonlarını yitiriyordu. Mısır’da Mursi, Türkiye’de RTE iktidarlarıyla emperyalizm arasında ayrışma derinleşti.

Diğer taraftan Işid, emperyalizmin işgal esaslı yeniden sömürgecilik tarzına uygun zemin yaratmak adına bölgeyi kaosa yuvarlayan en güçlü anglo siyonist araç olarak ortaya çıkarken bu kaostan yararlanan Kürt özgürlükçülüğü Rojava’da devrim gerçekleştiriyordu.

Kaos emperyalizmi yaşatıyor ama yükseltmiyordu. Uluslararası finans kapital içindeki farklı eğilimlerin birbirine eleştirisi “aslolan ekonomidir, aptal!” kıvamında dile geliyordu. ABD, 20 trilyon dolar dış borcu ve her yıl bir trilyon dolar açık veren bütçesiyle Almanya’dan Çin’e bütün rakiplerinin üzerinde hâkimiyet kurma şansına sahip değildi. Dünya ticaretinde euro kullanımı dolara yaklaşıyorken para piyasalarında dolar dışı arayış hızla genişlemekteydi. Trump çökmekte olan imparatorluğu gelecekteki savaşlara hazırlamak amacıyla içe dönük politikaların ajitasyonuyla iktidar oldu. Amerika’yı “tekrar” büyük yapacaktı. Demokratların başarısızlığı, Trump’ın popülaritesi neocon’ların W. Bush zamanından ukdelerinde kalan “Zaferi Seçmek” manifestolarını uygulamaya sokmak açısından önemli bir imkan yaratmıştı. Askeri açılımları zorlamaya başladılar ve Pentagon’la Başkanlık giderek neredeyse iki ayrı siyasal otorite haline geldi. Pentagon’un başarısızlıkla, Trump’ın dengesizlikle nitelendirildiği bir dönem sonrasında uluslararası finans kapital son Bilderberg toplantısında Hürmüz Boğazı üzerindeki neocon gözü dönmüşlüğe müdahale ederek uluslararası sermayenin Avrupa merkezli yönetimi üzerinde birleşti. Trump’ın Pentagon’a karşı hamleleri güçlenmeye başladı, Bolton gibi saldırgan neoconlar tasfiye edildi ve Putin’le yaptığı ve ağır eleştirilere maruz kaldığı Helsinki zirvesinin (Temmuz 2018) sonuçları hızla ortaya çıkmaya başladı.

Helsinki zirvesi gelecekte kaçınılmaz görülen Amerika-Çin çatışması öncesinde Rusya’nın emperyal blok ittifakına dahil edilmesini öngören Kissinger doktrininin bir gereği idi ve Kissinger soğuk savaş sırasında Nixon’ın danışmanı olarak bunu tersinden uygulamıştı. Çin’le resmi diplomatik ilişkiler kurarak Sovyetlerin yıkılmasının yollarını açmıştı. Ve 2019 Bilderberg toplantısının özel konuğu Kissinger idi.

Bilderberg toplantıları kural gereği dışarı sızdırılmasa da Macron’un geçtiğimiz ay Büyükelçiler Konferansı’nda yaptığı konuşmayı bir Bilderberg deklarasyonu olarak ele almakta hiçbir beis yoktur. Bu konuşmasında Macron kapitalizm kurulduğundan beri dünya pazarındaki batı hakimiyetinin artık bittiğini ve yeni dünya dengesi için Rusya’yla birlikte olunmasını vazetmişti.

Perspektifin sahaya yansıması Ortadoğu açısından öncelikle İsrail’in güvenliği itibariyle oldu. Helsinki sonrasında Putin İsrail’i öyle bir koruma altına aldı ki İsrail yüzünden bir Rus uçağının düşürülmesini, Suriye sahasında rejim ve İran güçlerine yönelik siyonist provokasyonları sineye çekti ve bütün bunlara karşın hem Rus yönetimi içinde hem de bölge ittifaklarıyla ciddi tartışmalar bahasına İran ve Hizbullah güçlerinin İsrail yakınlarından çekilmesini sağladı. Nihayetinde İsrail bölgede sorun çıkartmaktan uzaklaştırıldı.

Bunun yanı sıra,  Kuzey Akımı2, İran ambargosu, Çin ticaret savaşları gibi tayin edici konularda Almanya ve Rusya sürekli yan yana gelirken Amerika sürekli kendi yalnızlığına sürüklendi. Bütün bu gelişmelerin ertesinde Pentagon ve neo con’ların ısrarlı ayak diretmelerine karşın Trump, kendi sözleriyle “7 trilyon harcayıp bir şey kazanmadığı” Ortadoğu savaşında ağırlıklı hamleyi yapacak gücü azil soruşturmalarının rüzgârı altındayken bile bulabildi.

Ukrayna’da ukronazi’leri Alman-Rus kıskacında etkisizleştirerek bir sonuca varmak çok sorun olmadı. Alman cumhurbaşkanının adıyla hazırlanan Steinmeier formülü şimdilik doğu Avrupa ve Baltık bölgesine bir denge getirmiş görünüyor. Buna karşın Suriye’de sadece İsrail’i güvence altına almak bölgeyi dengesizleştirecek provokasyonlardan kurtulmaya yetmiyordu, çünkü Amerikan Rus anlaşmasınca Almanya-Fransa-Rusya’nın kontrolüne bırakılmış bir Ortadoğu’da kendi sonunu gören bir BOP dönemi iktidarı mevcuttu. Gerici faşist AKP-MHP iktidarı, temsil ettiği kadim temelli rant ve ticaret burjuvazisinin dışında kalan bütün sınıf ve zümrelerin Avrupa sermayesinin destek ve yol göstericiliğinde üzerine yürümek üzere hazırlandığını son yerel seçimlerde iyice görmüştü. Kapitalizmin tarihi bu tür ara sınıfların özel süreçlerde ele geçirdikleri egemenliği gün güne yitirmeye başladıklarında bu egemenliği korumak ve sürdürmek adına büyük ulusal gündemler yaratmaktan başka çarelerinin olmadığını ta Sedan’dan beri bize göstermiştir.

Trump’ın “artık Türkleri tutamıyorum” dediği bir aşamada AKP-RTE iktidarı küresel/bölgesel konjonktürün kaygan sahasında tutunabilmek için Roboski’den bu yana yeniden yapılandırdığı Türk sömürgeciliğini bir kez daha yürürlüğe soktu. Aslında Amerika ve Rusya açısından da bölgesel yeni dengeyi oluşturmada en kritik sorun Amerikan desteğiyle sünni Arap bulamacına bulandırılmış Rojava devriminin bölgesel bir gerilim çıkarmadan nasıl çözüleceği idi. Kendine ulusal gündem arayan Türk sömürgeciliğine kapılar açıldı ve Rojava devrimi olmaktan çıkıp Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi gibi Amerikancı küresel projelere bağlanmış siyasal alan sömürgeci Türkiye militarizmi eliyle dağıtıldı. Böylece bir yandan Amerika, bölgede kalmasını gerektiren Kürt dayanağından sıyrılmış oluyordu, diğer yandan Rusya, Suriye rejimiyle Kürtleri çatışma zemininden çıkararak sorunu doğrudan siyasal alana aktarmış oluyordu.

Bilindiği gibi, İran hedefli BOP stratejisi TC’nin geleneksel Kemalist yapısını ılımlı islam ve devletçi Kürtle harmanlayarak doğuya karşı cephe haline getirmek amacıyla AKP’yi yarattı ve iktidar kıldı. Bu yüzden de Amerika en son ana kadar topyekûn bir TC-Kürt savaşımına izin vermeyen, karşıtlıkları kendi zemininde buluşturan bir yönetim tarzı izledi. Amerika, Suriye’deki Kürt yapılanmasını sahadaki varlığının meşruiyeti olarak ele alıyordu. Bu nedenle, Amerikan yönetiminin iç çelişkilerinin çözülmesi ve yeni küresel/bölgesel dengenin Suriye’de yapılandırılması gündeme geldiğinde Amerika bölgeden çekilmek için hem kendi bölgesel meşruiyet gerekçelerini hem de Kürt siyasal yapılanmasına destek gerekçelerini ortadan kaldırmış oldu.

Rusya açısından ise Amerika’nın genel ve bölgesel ölçekli bir Kürt-Türk savaşını engelleme perspektifi bir Kürt-Arap savaşı açısından geçerliydi. Bölgeyi hızla uluslararası sermayenin gereksindiği yatırım istikrarına kavuşturabilmek için Kürt siyasal yapısı yeniden bir bölgesel savaşı tetiklemeyecek tarzda çözülmeliydi. Amerikan desteğini pratikçe yitirmiş Kürt özgürlük hareketiyle uluslararası mali ve siyasal kuşatma altındaki Türk sömürgeciliği en zayıf halleriyle karşı karşıya geldiğinde çözümün bütün insiyatifi kaçınılmazca uluslararası konjonktürün egemenleri elinde toplanmış oluyordu.

Bu sonuç itibariyle; Amerika ve Rusya’nın paslaşması Kürt halkını Suriye egemen rejiminin kabulleri dahilinde bir siyasal çerçeveye uğurlarken bunun onca bedeli ödemiş olan Kürt halkı nezdinde bir karşılığı olması kaçınılmaz görünmektedir. Kürt halkının, reel politiği tarihsel ve sınıfsal ideolojik bakışa egemen gören Kürt önderlik kurumları ve temsilcilerine bir siyasal ceza olarak bağlılık ve inançta bir kuşku ve güven parantezi açacağı şimdiden söylenebilir. Bütün parçalardaki özgürlükçü Kürt kadroların ulusal kurtuluşçuluğun vazgeçilmez eksenleri olarak; anti sömürgecilikte AKP’li çözüm sürecinin, anti emperyalizmde Rojava devrim sürecinin açığa çıkardığı ideolojik ve siyasal zaafları bilince çıkarması öncelikli bir görev olarak kendini göstermektedir.

Suriye momentumunun Türkiye içine tepkilerini henüz hissedemeyen gerici faşist iktidara gelince; politik ego tatminini ancak Kılıçdaroğlu, Türk ve Kürt liberaller ve liberal sol gibi siyasal cenazeler karşısındaki böbürlenmeleriyle sağlayabilecektir. Ötesi yoktur. Tüccar, Suriye anlaşmasıyla elindeki en büyük kozu, Türkiye’nin jeostratejik/jeopolitik değerini tükettiğinin henüz farkında gözükmüyor.

AKP-RTE iktidarı, en az 2013’ten beri bugün içinde bulunduğu mali ve siyasal darboğazı yaşamaktadır. Bütün devasa borçlanmaya ve bütçe açıklarına karşın bu çöküntüyü ayakta tutan bütün bağlantılarıyla uluslararası finans kapitaldi, çünkü Ortadoğu’dan Karadeniz havzasına kadar çok geniş bir coğrafyaya emperyalist yayılım ve müdahalenin jeostratejik merkezi Türkiye idi. 2010 sonrası emperyalist kaosun çözümünü Büyük Karadeniz Projesiyle modellendiren gölge CIA tanımlı Stratfor’un 2015 yılında yayınladığı çok detaylı on yıllık değerlendirme yirmi sayfa hacmindeydi ve bunun 8 sayfası Türkiye’ye aitti. Şimdi gelinen aşamada ise Ukrayna, Suriye ve az çok İran meselesinin belli bir dengeye kavuşturulduğu koşullarda uluslararası finans kapitalin AKP-RTE gibi türedi bir iktidara tahammülü hiç olmayacaktır. Suriye momentumuyla tetiklenen yeni konjonktürde AKP-RTE’nin kendine yer bulması hiç de mümkün görünmemektedir.

Peki yerine gelecek olan nedir? Alman mutfağında hazırlanan Berlin Konferansı buna cevap olabilir. Türk-Kürt liberalleri, liberal solcuları, düzenin kurulu ve kurulacak partilerinin toplamı, belki Halk Bankası, vb soruşturmaların zorlamasıyla sürüklenilen bir seçim süreciyle ya da başka bir şekilde iktidara taşınacak olabilirler. Bunun yolu ve kapsamını şimdiden kestirmek elbette zordur ancak kesin olan Türkiye’nin yakın geleceğinde Şili ya da Ekvador bulunduğudur. Neoliberalizmin krizini aşmada doğunun pazar kapısı olarak Türkiye’de hızlı bir IMF istikrarı kaçınılmazdır. Alman finans kapitali bir yandan Rusya’nın karşısında eli çıplak kalmaktan korkarak bugüne kadar Amerika karşısında ağırdan aldığı NATO’yu, BM’yi kendine mevzi olarak öne çıkarmaya çalışırken diğer yandan Putin-Erdoğan zirvesinin hemen ertesi günü Volkswagen’ın Türkiye projesini cilalayıverdi.

Düşmanı bu kadar konuştuktan sonra bize düşenin üstüne de söylenecek olan bugüne dek söylediklerimizden daha başkası olmayacaktır, ama tavı geldiği için biliyoruz ki dinleyeni ve anlayanı daha çok olacaktır.

Düzen güçleriyle değil devrimci örgütlerce oluşturulacak birleşik kurmaylık hattı, sokağa çağıran soyut yetersizliği değil sokağın çağrısını üreten bir taktik beceriyle önce ayaklanma fikriyle yığınları silahlandıran, sonra silahlanma fikriyle yığınları ayaklandıran süreci ısrarla, inatla, sabırla, kararlılıkla, coşkuyla, heyecanla işleyecek, ilerletecektir.

Paylaşın