Gündem

Arşiv’den – Ulaş Bayraktaroğlu yazdı: Küçük burjuva muhalefeti görev başında! (Mart 2016)

Dün burjuva cumhuriyetini savunanlar, bugün faşist AKP’nin işini kolaylaştırmaktadır.

“Saldırıya uğrayanların kim olduğunu ayırt etmek” konusunda devrimciler hiçbir zorluk çekmemektedir. Fakat küçük burjuva muhalefetinin sömürü düzenini kollamak konusunda son zamanlarda epeyce sıkıntı çektiği ortadadır. Son Ankara saldırısında halktan birçok insanın hayatını yitirmesini bütün gücüyle istismar etmeye çalışan burjuva medyası toplumda şovenizmi artırmak ve kirli savaş politikalarını halka onaylatmak amacıyla yürüttüğü faaliyetinde muvaffak olamadı. Bombalarla, katliamlarla, terör ve baskıyla hükümet olan faşist AKP-IŞİD örgütü artık ülkeyi klasik burjuva parlamentarizmiyle yönetmemektedir. Diğer taraftan işçi sınıfı ve ezilenlerin ezici bir çoğunluğu AKP hükümeti tarafından yönetilmek istememektedir. Halk AKP hükümeti üzerinden burjuva iktidarını ve emperyalizme bağımlılığı sorgulamaktadır. Ankara’da halktan insanların katledilmesinin sorumlusunun halkın çoğunluğu tarafından farkına varıldığı ve sorgulandığı ortadadır.

Bu gerçeği net bir şekilde belirtmeden ezenle ezileni, sömürenle sömürüleni, katliama uğrayanla katledileni eşitleyerek yapılan her siyasi tahlil burjuva düzenine hizmet ettiği gibi faşist partinin işini kolaylaştırmaktadır. Aydemir Güler her zaman yaptığı gibi burnunun dibinde faşist AKP eliyle gerçekleştirilen katliamlardan (Cizre, Sur, Nusaybin, Bağlar, Rojava, Diyarbakır…) hiç bahsetmeme “yeteneğini” yakın zamanda kaleme aldığı “İki Park” başlıklı yazısında göstererek tarafını belli etmiştir:

“Güvenpark’a vurursanız, orada bizimkileri öldürürsünüz. Bu konuda belirsizlik yok. Bilmediğimiz tek nokta şu ki, acaba milliyetçi körlük, Güven ve Gezi’nin toplumsal temsil anlamında bir ve aynı şey olduğunun algılanmamasına mı neden oluyor, yoksa düzen güçleri, sık sık yaptıkları gibi, kirli rekabetlerini bizim insanlarımız üstünden mi sürdürüyorlar? Türk ve Kürt milliyetçileri bilek güreşlerini birbirleriyle yaptıkları kadar, bir de bizi vurarak yapıyor olabilirler mi? AKP açısından tereddüt yoktur. Kürt milliyetçiliği için artık soru ortadadır. Bu soruyu ortaya atmak asla haksızlık etmek değildir. Gezi’yi müzakere partneri AKP’ye karşı darbe girişimi olarak görenlerin şimdi Güvenpark’ı patlatmaları tutarsız mı?” (Aydemir Güler, SoL Haber Portalı, 17.03.2016)

Sömürgeci AKP hükümetinin bile “asimilasyon, inkâr ve imha” gibi politikaların Kürt halkına karşı yürütüldüğünü itiraf ettiği bir ülkede “Türk, Kürt milliyetçiliği” tarzında totalci yaklaşımlar sadece hamkafalılıkla açıklanamaz. Bu ve benzer yaklaşımlar üstenci, elitist, ezen ulus şovenizminden başka bir şey değildir. Ateş düştüğü yeri yakar. Aydemir Güler objektif olarak Türkiye’de, Kürdistan’da, Suriye’de ateşin düştüğü yerle, işçi sınıfı ve ezilen halklarla organik olarak bağ kurmayı tercih etmediği için içinde bulunduğu düzenin normlarını savunmaktan başka bir şey yapamıyor. Ve sonuç olarak saray düzeninin baş faşisti “taraf olun” diye buyurduğunda (Tamda Erdoğanın çağrıyı yaptığı aynı günde) Güler de taraf oluyor.

Gezi Ayaklanmasını bozuk para gibi harcayan, burjuva iktidarının insafına terk eden “TKP siyasetinin” temsilcisi olarak Aydemir Güler’in Gezi Direnişinden, Haziran Ayaklanmasından bahsetmeye hakkı var mıdır? Güler’in temsil ettiği siyaset Gezi Ayaklanmasındaki özgürlük barikatlarının yıkılmasından başka bir şeye hizmet etmemiştir. Ayaklanmayı ve halkın devrimci atılımını savunan devrimcilere karşı “terörist, vandal” vb. yakıştırmalarla AKP saflarıyla beraber karşı propaganda yürüten Aydemir Güler gibi “parkçıları”, halk asla unutmaz. Diğer taraftan Gezi Ayaklanmasına ilişkin HDP’nin doğru, yeterli bir konumlanma ve tutum geliştiremediğini belirtmemiz gerekir. Fakat HDP yanlış tutumunda ısrar etmemiş, özeleştirisini açıkça vermiş ve hatalarının farkına varınca pratik olarak tutum değiştirmiştir. Evet, HDP ve kaynaklandığı siyasal hat ayaklanma konusunda zamanınında gereken tutumu alabilseydi bugün devrimci proletarya ve ezilen halklar daha ileri mevzilere sahip olabilirdi. HDP bu konuda bir bütün olarak devrimci bir durum sergileyememiştir. Diğer taraftan Gezi Ayaklanmasının hem yaratıcısı, hem de sonuna kadar savunucusu olan yine HDP’yi oluşturan devrimci hareketlerden bazılarıdır. Bu devrimci çabalar karşısında ayaklanmanın devrimci ateşini söndürmeye çalışanların başında Aydemir Güler’in temsilcisi olduğu siyaset gelmektedir. Yine de geçmişi unutanlara hatırlatalım: Aydemir Güler’in temsilcisi olduğu TKP, Gezi parkıyla ilgili AKP’nin dayattığı referanduma da evet demişti. Bu noktada okuyucular kendilerine sormalıdır, “kim AKP’nin bir tür partneridir?”

AKP’nin solunda duran kadim partneri öyle görünüyor ki birçok insanımızın hayatını kaybetmesinden çok Güvenpark’ın patlatılması ile ilgileniyor: “Güvenpark’ı vurursanız orada bizimkileri öldürürsünüz bu konuda bir belirsizlik yok.” (a.g.y) Ortaya çıkan gerçekler ve açıklamalar ışığında konuyla ilgili hiçbir belirsizlik kalmamıştır. Bombalı saldırıyı TAK üstlenmiş ve asıl hedefinin polis güçleri olduğunu fakat polis müdahalesi sonucunda halktan insanların hayatını kaybettiğini ve zarar gördüğünü belirtmiştir. Bununla birlikte TAK “kirli savaşın sorumlu ve yürütücüleriyle hiçbir bağı bulunmayan sivil kayıplardan dolayı üzüntü duyduğunu” da açıklamasında duyurmuştur. Bir olay olarak Güvenpark’taki bombalı eylem sonucu itibarıyla (halktan insanların hayatlarını kaybetmelerine sebep olan) sömürgeciliğe, faşizme karşı devrimci mücadeleye hizmet etmeyen, yanlış bir eylemdir. Halkı, ezilenleri savunduğunu iddia eden hiçbir devrimci örgüt tesadüf veya polis müdahalesi nedeniyle olsa da böyle sonuçları olan bir eylemi savunamaz, savunmamalıdır. Herhangi bir nedenle devrimci bir örgüt bu şekilde sonuçlanan bir eylemin sorumlusuysa kendi varlık sebebiyle çelişmemek için çok derin bir özeleştiri vermelidir. “Sivil kayıplardan dolayı üzüntü duymak” yetmez.

Eğer devrimci bir perspektifle hareket ediliyorsa savaştaki bir olaya değil savaşın bütünsel olarak kendisine karşı çıkmak gerekir. Devrimci savaşın amacı, savaşı ortadan kaldırmaktır. AKP-IŞİD faşizminin yürüttüğü kirli savaş sürdüğü sürece bu tür olayların olasılık zemininden kurtulmak mümkün değildir. Bugün Türkiye’de ve Kürdistan’da katliam ve soykırım politikalarının uygulandığını aklı başına olup da bilmeyen yoktur. İsrail’in katliamları ve soykırımları karşısında canlı bomba eylemi gerçekleştiren Filistinli ile TAK’ın canlı bomba eylemi gerçekleştiren militanı arasında hiçbir farkı yoktur. Bu noktada kendine ve halka karşı dürüst olan herkesin, bir insanın hangi koşullar altında, neye karşı kendi ve diğer insanların yaşamına son verdiğini sorgulaması gerekmektedir. “Şu örgütün bu örgütün eylemi” gibi hafif yaklaşımlar ya da politikacılığın pragmatist amaçlarını yansıtan tahliller bu meseleyi aydınlatamaz.

Ankara’daki bombalı saldırıyı TAK’ın ya da herhangi başka bir örgütün üstlenmesi halkın gerçek katilini değiştirmemektedir. Halkın gerçek katilleri yalılarda, köşklerde, plazalarda, saraylarda kendileri zevk ve sefa içerisinde yaşarken halkları, işçileri, ezilenleri birbirine kırdırtan patronlar ve yalakalarıdır. Burjuva medyanın AKP yandaşı veya bilmem kimin yandaşı olan soytarıları da halklara karşı işlenen bu suçların failleridir. Bütün bu düzenin bugünkü yürütücüsü olan faşist AKP-IŞİD terör örgütü bu nedenle Ankara’da gerçekleşen bombalı saldırının hem siyasi sorumlusu hem de planlayıcısıdır. Planlamıştır çünkü bu tarz eylemlerin ortamını yaratacak katliamları, işkenceleri ve insan onuruna karşı saldırıları gerçekleştirmiştir.

Aydemir Güler gibi küçük burjuva muhalefetinin temsilcileri burjuva iktidarına yaranmak için gözyaşlarıyla suladıkları demogoji hamurunu yoğuruyorlar:

“Altından kalkılamaz… Kapsama ve tasfiye hamlesi Güvenpark’ta boşa düşmüştür. Akılsızca bir tercihle kapsanma yoluna girenler, Kürt milliyetçiliği tarafından zamanla solculuklarından arındırılmayı hiç beklemeksizin o bombalı aracın altında kaldılar. (…) O gözyaşı damlalarının altından kalkamazsınız. Bazı yanlışlar solun yapabileceği yanlışlar değildir. Giderseniz geri gelmezsiniz.” (a.g.y)

Devrimcilik mutlaka doğru bir duruş gerektirir. Herkesin kelamının geçerliliği ancak devrimci duruşuna göre sınanabilir. Emperyalist güçler İstanbul’da NATO zirvesi düzenlerken “İstanbul’un kapılarını kapatıp pikniğe giden”, Tekel işçileri direnirken onlara “çorba dağıtmakla” övünen, her fırsatta burjuva cumhuriyetinin savunuculuğuna soyunan, devrimci hiçbir nüveyi içinde barındırmayan… liberal siyasetin temsilcisi bilmelidir ki karalamaya çalıştığı devrimci proletarya emperyalist, sömürgeci ve faşist namlular, bombalar, işkencehaneler… tarafından sınanmıştır ve sınanmaktadır. İşçi sınıfını ve halkı hiçbir zaman savunmayı tercih etmeyen bu tür lafazanların, halkın gözyaşlarından bahsetmeye hakkı yoktur. Kaç kez bittiler, bitecekler dediler de devrimciler bir damla acıdan doğdular. İşçi sınıfını ve bölge halklarını biraz tanıyan biri böyle kalitesiz, halk saflarında panik, provokasyon yaratacak karalama çalışmaları yapmaya bu dönemde yeltenmez. Halkın AKP-IŞİD faşizmine ve onu yaratan sömürü düzenine karşı öfkesi bu tür reformist, unsurların kara çalıcılığıyla durdurulamayacaktır.

Paylaşın