Umut Yazıları

Erdoğan, acilen karşı koyulması gereken Ümmetçi ve Yeni Osmanlıcılık projesini sürdürüyor – Çeviri (Nurullah Yıldız)

Fransa’da yayınlanan Le Figaro gazetesi, Fransa sağında kalan “insan hakları savunucusu”, gazeteci, yazar ve felsefeci olan Mezri Haddad[1] kaleminden çıkan bir yazı yayımladı. Bu yazının içeriği, Yeni Şafak Gazetesi tarafından servis edilen HTŞ’li[2] cihatçı Abdullah Muhaysini’nin çağrısıyla örtüşmesi bakımından önemli bir yer işgal ediyor. Haddad’in aşağıda yorumsuz olarak çevirisini bulacağınız yazısından önce, Huhaysinin’nin konuşmasını hatırlayalım: “Suriye halkı nida ediyor. Ey Osmanlı torunları sizler onlara en yakın insanlarsınız”. Bu önerme, aşağıda Haddad’ın bir suçlama olarak sunduğu Yeni Osmanlıcılık üzerine çok örtüşüyor. Bir tarafta “Suriyeli bir ittifak” diğer tarafta Batılı bir itiraz: ikisi de “Osmanlı” duygusunu paylaşıyor. Biri öbüründen daha makul olmasa da ikisini de haklı çıkartan gelişmeler yaşanıyor. Aynı zamanda iktidar böyle bir çağrılmayı rahatsız edici bulmuyor, kimse “biz Yeni Osmanlıcılık” ile ilgilenmiyoruz demiyor.

Muhaysini tarafından Osmanlı torunu olarak görülen Türkiye halkları, Haddad’in yazısında da yer alıyor: “Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcılık projesi”.

Mezri Haddad, Le Figaro

Erdoğan, acilen karşı koyulması gereken Ümmetçi ve Yeni Osmanlıcılık projesini sürdürüyor

Filozof Mezri Haddad, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politika şifrelerini çözümlüyor. Haddad’a göre, Erdoğan’ın tehditleri, aynen Samuel P. Huntington’un[3] “Medeniyetler Çatışmasında” kuramlaştırdığı gibi, batı karşıtı bir cephenin liderliğini yapmayı hedefliyor.

Recep Tayyip Erdoğan, Avrupalı yöneticilere ateş Püskürmeye başladığından beri, 2015 yılından sonra yeniden binlerce Suriyeli, Afgan, Iraklı, Pakistanlı ve Somalili göçmene Yunanistan ile kara ve deniz sınırını açma şantajını kullandı. Bu göçmenler arasında sakallarından ve burkanlarından sıyrılmış teröristler de bulunuyor. Bu koz onun yayılmacı ve ümmetçi anlayışına Avrupa Birliğini boyun eğdirmek için kullandığı “nükleer silah”.

İstanbul satrapından gelen mesaj gayet açık ve net: “Ya Avrupa sınırlarını korumam için bana daha sazla para yollar, Şam’a karşı paralı askerlerim olan İslamcı teröristler safındaki askeri savaşımı destekler, ya da Avrupa Eldoradosu hayali kuran binlerce Suriyeli rehinemi üzerinize salarım”. Zira, Suriye ordusunun barbar Daeş, El Kaide ve El Nusra gibi ele geçirilen şehirlerini geri almasını engelleyen Türk tarafı açısından bahsi geçen Suriyeliler kesin olarak bir rehine sorunu olarak ortaya çıkıyor.

İdlib Vilayeti düzensiz Türk birliklerinin (cihatçı gruplar) Suriye topraklarındaki en ileri mevkiidir”.

Bu yeni ve ciddi göç krizinin kökeninde, yalnızca Suriye’de değil, aynı zamanda Erdoğan’ın uşakları Müslüman Kardeşlerin iktidarı paylaştığı kendi “baharını” başarmış Libya, Yemen ve Tunus gibi ülkelerdeki politik, jeopolitik, insani, sosyoekonomik ve güvenlik alanındaki etkilerini daha yeni hesap edebildiğimiz sözde Arap Baharından beri Erdoğan rejiminin desteklediği teröristlerin son kalesi olan İdlib’in özgürleştirilmesi var. İdlib Vilayeti, bir bakıma düzensiz Türk birliklerinin (cihatçı gruplar) Suriye topraklarındaki en ileri mevkiidir. Bu teröristlerin bireysel savunmasında, bu otoriter Türk, güvenlik ve “insani” gerekçelere ve daha önceden sığınmacı olan 4 milyon insan gibi savaştan kaçabilen ve Türkiye’ye sığınabilen teokratik totalitarizm boyunduruğu altına girmiş bu vilayetlerdeki yüzlerce insana başvurdu. Erdoğan’ın aldatmacası boşuna; zira Suriyeli sığınmacıların topraklarını yeniden elde etmesini engelleyen ve onları bir döviz akışı olarak gören kendisidir. Tehditlerini ortaya koymadan hemen önce, Erdoğan, Avrupalıları binlerce Suriyeli mülteci tarafından işgal edilmektense, onları Yeni Osmanlıcı Türkiye’ye verip İdlib ve Halep’te konaklatmak daha iyidir düşüncesine ikna etmeyi istedi.

Fakat Avrupalı yöneticiler artık enayi değiller. Anlayabilmeleri uzun zaman alsa da Avrupa’ya kadar dallanmış büyük terörist gruplarla Türkiye’nin sıkı ilişkileri olduğunu artık gayet iyi biliyorlar. Donald Trup ile 3 Aralık’ta Londra’da bir basın açıklaması yaptığı sırada, neyse ki Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un şunları söylemeye cesareti vardı: “Türkiye’ye baktığımda, daha önce bizim yanımızda Daeş’e karşı bizimle savaşan Kürtlere karşı çatışırken, Daeş’in aracılarıyla çalışırken görüyorum. Bu bir sorun, stratejik bir sorun. Günümüzde ortak düşman terörist gruplar, lakin hepimizin terörizmi aynı şekilde tanımlamadığını ortaya koymaktan da üzgünüm”.

“Erdoğan’ın Türkiye’si böylece atası Berber Korsanı gibi mültecilerin hayatlarını paraya çevirmeye çalışıyor”  

Erdoğan göçmen hattının vanalarını açarak 6 milyar Euro karşılığında 2016 yılında Brüksel ile yasadışı göç dalgasının önlenmesine karşı savaşmayı taahhüt ettiği anlaşmayı geçersiz kılıyor. “Doğu Akdeniz’in korsan devleti” tabiri Güney Kıbrıs tarafından yapılan basın açıklamasında aynen böyle geçiyor ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e gaz bulmak için Ocak 2020’de yolladığı gemilere dair de “ataları Berber Korsanlar” gibi Erdoğan’ın Türkiye’si mültecilerin hayatlarını paraya çevirmek istiyor, deniyor. 2015-2016 yıllarındaki seçim sonuçlarına katlanırken, bir milyondan fazla sığınma talebi üzerine konuşmasında şansölye Merkel yanılmıyordu: “Ankara’nın sığınmacıların sırtından Avrupa’yı tehdit etmesi kabul edilemez”. Özellikle Yunanistan ve Bulgaristan’dan doğru, Avrupa’da güven ve huzur açısından vahim olsa da Türk-Yunan sınırının açılması zar zor gizlenen Erdoğan’ın esas hedefinden daha az tehlikeli: Rus-Suriye ekseniyle Avrupa’yı doğrudan silahlı bir çatışma içine çekmek. Zira Erdoğan’ın taktiksel ama aynı zamanda stratejik olarak nihai hedefi budur. Evet, böyle, yani Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alarak konjonktürde yakınlaşması olmasına rağmen, hatta bunu sağlam ortağı Amerika ve 1952 yılından beri üyesi olduğu NATO’nun zararına yapmasına rağmen diyebiliriz. Erdoğan bunu yaparken tüm sonuçlara katlanıyordu: Türkiye F-35 uçak satın alma ve imal etme programından çıkarıldı; Amerikan Kongresi ve Senato 1915’teki katliamı soykırım olarak tanıma kararı aldı. Buna cevap olarak Erdoğan Amerika’nın İncirlik ve Kürecik NATO üslerine erişimini engellemekle tehdit ederken, bu durum Amerika’yı Yunanistan ve Suudi Arabistan’a yönlendirdi. 

“Türkiye saldırıya uğramış bir devlet değil, saldırgan bir devlettir”

Mensubu olduğu Müslüman Kardeşlerin ikiyüzlü maskesiyle oyun oynayan Erdoğan, artık bir çelişkiler yumağı değil. Bir yandan, NATO üyesi olan AB’ye bir tehdit oluşturabilecek füzelere “kendince” sahip, öte yandan üye ülkeler arasında tehdit ve saldırı durumunda geçerli olacak olan transatlantik anlaşması adına Avrupa’ya kendisini Suriye ve onun müttefiki Rusya’ya karşı savunmasını buyuruyor. Sorun şu ki, Türkiye saldırıya uğramış bir devlet değil Suriye’de, Daeş, El Kaide ve El Nusra’dan oluşan düzensiz ordusunu koruma telaşında olduğu Suriye’de saldırgan bir devlet; aynı zamanda Yunanistan sınırlarını büyük bir tehditle göç dalgasına açarak kendi içinde bir savaş ilanında bulunuyor.

Ancak, Yunanistan’a karşı savaş provokasyonu yeni değil. 2016 yılında Rize’de yaptığı bir konuşmasında, tarihsel olarak “Türk” sınırı diyerek, sınırının merkezini Selanik olarak bildirtmişti. Yine Mayıs 2018’de bir konuşmasında, Yunan adalarında bulunan doğalgaz rezervi meselesi üzerine açıktan bu ülkeyi işgal ile tehdit etmişti. Aynı zamanda, 1923 yılında yapılan Lozan Anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini, ülke çıkarlarının zedelendiğini dile getirmişti, tabii 1920’de Sevr Anlaşması’ndan sonra imzalanan bu anlaşmada Yunanistan ve Ermenistan’ın zararına olarak, Türkiye’nin topraklarını genişlettiğini yadsıdı.

“Erdoğan’ın amacına uygun ve doğrudan ilerlediği motivasyonu ötesinde, korkutucu ve alttan alta Ümmetçi ve Yeni Osmanlıcılık projesi bulunuyor”

Türk-Yunan sınırlarının açılmasıyla, Demokles’in kılıcı Atina’nın büyüdüğü o yüzyılda adını bu topraklara veren, Thukididis ve Aristoteles’in dehasından yararlandığı Atina’nın generali ve bilgesi Perikles’in ülkesine düştü. Aynı Perikles, Peloponez Savaşındaki karşıtlarına şöyle yükleniyordu: “Diğer şehirler için savaşıyor, barbarları onların sınırından uzaklaştırıyoruz”. Yunanistan bugün bu işgale karşı koymak zorunda hem kendisi hem tüm Avrupa için. Emmanuel Macron bunu çok iyi anladığını bir tweeti ile ortaya koydu: “Fransa, sınırlarını koruyan Yunanistan ve Bulgaristan ile tam bir dayanışma içerisinde. En kısa zamanda sınırlarını korumak için yardım etmeye hazırız”.

Yeni bir göç dalgasını başlatan, Kıbrıs’ı işgal ile tehdit eden, Balkanlarda bulunan Türk diasporası üzerindeki ideolojik baskısını kullanıp oralarda baskıcı bir toplumsallık kurmaya çalışan, Libya’ya cihatçı taşıyan Erdoğan’ın, kışkırtıcı olan bu tavrı, doğrudan mücadele edilmesi gereken bir ümmetçilik ve Yeni Osmanlıcılık ideolojisini barındırıyor.

Avrupa Birliği üyeliği askıya alınca, Erdoğan batı karşıtı bir alternatife liderlik pozisyonu üstlendi: Batı karşıtı Doğu, Hristiyan karşıtı İslam, Sömürgecilere karşı Sömürülenler, Egemenlere karşı “Yeryüzünün laneti”. Kültürel bir karşıtlık ve jeopolitik atacılık ile ilgili bir oyun üzerine gidiyor. Aynen 1993 yılında Samuel P. Huntington’un “Medeniyetler Çatışmasında” ortaya koyduğu gibi. Bununla birlikte, bu çatışma gerçekleşecek bile olsa, Batı ve Müslüman dünya arasında değil, yönetiminin sonlarına gelmiş bir despot ve Batı-Arap[4] koalisyonu arasında gerçekleşecektir.

Nurullah Yildiz


[1] Bkz. https://cigpa.org/lequipe/commission-politique/

[2]  HTS’nin özü, belirlenmiş bir terör örgütü olan Nusra’dır. Bu isimlendirme, hangi ismin kullanıldığına veya hangi grupların birleştirildiğine bakılmaksızın uygulanır. Kanada Tahrir al-Şam’ı 23 Mayıs 2018’de terör örgütü olarak belirledi. Ağustos 2018’de Türkiye, Tahrir al-Şam’ı terör örgütü olarak belirledi. (wikipedia)

[3] Bkz. https://www.babelio.com/auteur/Samuel-P-Huntington/19800

[4] Adını işid karşıtı bloktan alır. : https://www.francetvinfo.fr/monde/syrie/quels-sont-les-pays-engages-dans-la-coalition-contre-daech_3064715.html

Paylaşın