Dönem başkanlığını Suudi Arabistan’ın yürüttüğü G20 ülkeleri Muhammet Bin Salman’ın Çarşamba günü yaptığı çağrı üzerine dün (Perşembe) toplandı. Toplantı video konferans olarak gerçekleştirildi. Buna ragmen ülke liderleri düzeyinde tam katılım sağlanmadığı için G20 zirvesi basında yer yer G10 olarak da isimlendiriliyor. Toplantının sonuç bildirisi korona virüs salgınına ve derinleşen küresel krize karşı ülkelerin işbirliğini öneriyor. Toplantının katılım zayıflığına karşın bir sonuç bildirisi çıkarabilmiş olması bile küresel güçlerin derinleşen çelişkileri içinde bir başarı sayılabilir. Bu Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’nın virüse karşı mücadelede diğerlerine görece elde ettikleri başarının bir yansıması olarak nitelenebilir, çünkü esas olarak G7 platformunda buluşan ileri emperyalist ülkeler bu toplantıya tam katılım göstermeyerek virüs salgını ve sistem krizi karısındaki çaresizliklerini ve celişkilerini açığa vurmuş oldular.
Bu toplantı her ne kadar MBS’nin çağrısıyla yapılmış olsa da Xi Şimping’in toplantı öncesinde oldukça yoğun telefon temasları kurduğu Çin resmi basınında yer aldı. Xi, toplantıda da yinelediği gibi virüs salgınına karşı yürütülen “halk savaşı”nda elde edilen başarıyı arkalayarak bu mücadele sürecinde ilk kez diplomatik alana çıkmış oldu.
Rusya ise hem ülkede virüsü az çok kontrol altında tutabilmekten hem de Nato topraklarında kendi askeri donanımıyla virüse karşı operasyon yapabiliyor olmanın verdiği itibarla MBS’nin çağrısına hızla olumlu yanıt verdi. Trump’ın katılımı ise ancak geç saatlerde belli oldu.
Trans Atlantik İttifakında Dağılma
Trump’ın katılımına rağmen Trans Atlantik bloğunun bu toplantıya güçlü bir katılım göstermemesi esas olarak bir gün önce yapılan G7 Dışişleri zirvesinde ortaya çıkan krizle alakalıydı. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun yöneticiliğinde yapılan bu toplantıda Pomeo sonuç bildirisine “Çin virüsü” tabirini geçirmeye çalışmış ancak diğer katılımcıların ısrarla reddetmeleri üzerine bir sonuç bildirisi bile çıkamamıştı. Pompeo bu krize karşı tepkisini G7 ülkelerini ama özellikle Almanya ve Fransa’yı Çin Komünist Partisi’nin dezinformasyonu altında kaldıkları iddiasıyla ifade etti. Keza bu ayrışmanın bir başka yansıması olarak Avrupa ülkelerinin Avrupa eksenli bir kriz merkezi kurmaya hazırlandıkları Guardian’a sızan haberler arasında yer aldı. Pompeo’nun bu tavrı aynı zamanda neo-con kadrolarla Trump arasında, daha önceki süreçlerde de görülen farklılaşmanın bir başka dışa vurumuydu. Korona sürecini gayrı ciddi olarak karşılayan Trump koronavirüsünün Çin’le sınırlı kalacağını ve Amerika’yı etkilemeyeceğini zannediyordu. Ticari rekabeti “Çin virüsü” üzerine inşa ederek Amerikan maliyesini toparlayabileceğini düşünüyordu. Geçen zaman içinde virüs ABD’yi oldukça şiddetle etkileyince geçtiğimiz Salı günü Fox tv’deki bir programda artık “Çin virüsü” demeyeceğini ve bu salgına karşı birlikte mücadelenin gereğini ifade etti. Çin yönetimi, her ne kadar Trump’ın sözlerini “güvenilir” bulmasa da bu gelişmeyi oldukça olumlu karşıladı. Ancak ertesi gün Pompeo, G7 Dışişleri zirvesinde tümüyle eski söylemde ısrarlı olunca Çin’in karşı propagandası doğrudan Pompeo’nun üzerine yöneldi.
G20 öncesinde yaşanan bu gelişmeler hem Amerikan ve Avrupa emperyalistleri arasındaki çelişkileri hem de Anglo siyonist emperyalizmin kendi iç çelişkilerini bu toplantıda bir kez daha su yüzüne vurmuş oldu. Diğer taraftan bilindiği gibi Trump yönetimi bir süre önce, bir yandan Amerikan maliyesini güçlendireceği diğer yandan Rusya ve İran’ı kapana kıstıracağı düşüncesiyle Suudi krallığı aracılığıyla petrol fiyatlarını düşürerek bir operasyona girişti. Beklenti, Rusya’nın fiyatların düşmesini göze alamayarak Suudilerin dayattığı üretim kısıtlamasını kabul edeceği doğrultusundaydı. Ancak Rusya’nın beklenmeyen bir tavırla bu tavrı reddetmesi üzerine Suudiler bütün üretim kapasitelerini devreye soktular ve petrol varil fiyatı hızla 30 doların bile altına düştü. Bu Amerikan petrol sektörünü, özellikle Kaya gazı üreticilerinive dolar talebini büyük bir sıkıntıya soktu. Bu gelişme üzerine, Trump ve neocon’ların dahil olduğu Cumhuriyetçiler çoğunluk olmasına karşın Amerikan Senatosu’nda geçen hafta yapılan oturumda petrol fiyatlarındaki bu düşüşün durdurulması yönünde bir görüş oluştu. Pompeo, bu yaklaşım gereği G20 konferansı öncesinde MSB’yi arayarak petrol fiyatlarının istikrara kavuşturulması talebini iletmek zorunda kaldı. Buna karşın G20’de ve konferans bildirisinde bu konuya hiç değinilmedi, bile.
Avrasya Bloku’nda Yoğunlaşma
Bütün bu gelişmeler Amerikan finans kapitalizminin ve daha ötesi uluslararası finans kapitalizmin içinde bulunduğu krizin derinliğini ve bu kriz karşısında emperyalist siyasal yapıların çaresizliğini iyice açığa vurmaktadır. Petrol fiatlarına değinilmemesine karşın Xi ve Putin’in sistematik önerilerde bulunmaları ve bu önerilerin içeriği Avrasya ittifakının kriz yönelimlerini ve aralarındaki birliği göstermesi açısından önemlidir.
Bilindiği gibi G20, 1999’daki Asya krizi sonrasında G7’nin emperyalist pazarı yönetmesindeki sorunlara karşı ortaya çıkmıştı. Sosyalizmin siyasal bir tehdit olmaktan çıkması koşullarında emperyalist blok kendi içindeki farklılıkları periferi ülkeler üzerinden örgütleme ve çözme eğilimine yönelmişti. G20 ülkeleri toplamda küresel hasılanın %80’ini temsil etmektedir ve Amerikan emperyalizmi, Brzezinski’nin önermeleriyle bu platformu Avrupa sermayesine dayatıcı olmak açısından oldukça uygun bulmuştu. Şimdi ise Çin ve Rusya’nın merkezinde olduğu Avrasya bloku, emperyalist pazar bunalımının şiddetle yansıdığı periferi ülkelerini kendi etrafında örgütlemeye yönelmiş görünmektedir. Böylece Amerikan finans kapitalizminin hegemonyasını artık sürdürülemez bulan başta Almanya gibi diğer emperyalist ülkeleri de kendileriyle uyuma zorlayıcı olmayı denemektedirler. G20 konferansına Çin ve Rusya’nın verdiği önem ve Amerika ve Avrupa emperyalistlerinin katılım isteksizliği sürecin bu yönü itibariyle ortaya çıkmış görünüyor.
Neoliberalizmin Sonrasını Arayış
Hem Xi, hem de Putin konuşmalarında virüsle derinleşen küresel kriz karşısında küresel işbirliğine vurgu yaptılar. Bu küresel işbirliğinin kapsamı özellikle Putin’in konuşmasında önemli ayrıntılarla fade edildi. Putin’in konuşması 500 bini aştığını ifade ettiği virüs vakasına karşın daha ziyade dünya iktisadi sistemindeki krizle ilişkiliydi. Salgına karşı ticaret savaşları ve ambargolardan sıyrılmış bir yardılaşma önerirken asıl vurguyu dünyayı bekleyen kriz üzerine yaptı. Putin’e göre dünyanın geleceğinde 2008-9 krizinden daha şiddetli bir kriz vardı. Bu çerçevede geleceğin temel iki sorununu borç ve işsizlik sorunu olarak ifade etti. Geri ülkelerin ödeyemezlik krizi içine düşeceğini ve finansman ihtiyacının öne çıkacağını vurguladı. Bilindiği gibi neo liberal ekonomi 70’lerin başında Friedmancı para politikaları ve Türkiye, Arjantin Şili, Kore vb periferi ülkelerde askeri darbelerle devreye sokulurken de emperyalist pazarın yapısal krizi bu semptomlarla kendini açığa vuruyordu. Putin’in G20 konferansındaki konuşmasının önemli bir bölümü gene dünya pazarının aynı semptomlarla kendini gösteren yapısal krizi üzerineydi. Konuşma oldukça kısa olmasına karşın yaptığı öneri ve değerlendirmelerde Putin’in verili neoliberal sistemin sonrasına ait bir arayış ifadesi oldukça açıktı.
Putin, krizin ülkeleri büyük bir işsizlik sorunuyla karşı karşıya bırakacağını ve bunun için ülkelerin finansman ihtiyacının açığa çıkacağını belirterek IMF’nin finansman ve kredilendirme sisteminin gözden geçirilmesini önerdi. Bu konuyu önemsediği konuşmasını keza uluslararası kuruluşların çalışmalarını eleştirerek bitirmesinden anlaşılıyordu. Putin bu tür kuruluşların kriz yönetimlerini başarısız buluyordu. Bundan daha dikkat çekici olan ise Putin’in özellikle virüs salgınıyla ağır tahribata uğramış borçlu ülkeler için “moratoryum” önermesiydi. Bilindiği gibi moratoryum borçların yapılacak anlaşalar temelinde iptali halidir. Bu öneriyle bu tür ülkeler, içine itildikleri emperyalist borç kapanından az çok kurtulacak ve uluslararası kredi kuruluşlarının, bankaların iyice köpürtülmüş spekülatif sermaye değerleri ortadan kalkabilecektir, ancak açıktır ki bu işlem, aynı zamanda, borçlu ülkenin uluslararası sermayeye bağımlılığı da o ölçüde artacaktır. Uluslararası sistemde merkezileşme hegemonya sorununu sürekli kışkırtacaktır. Putin, -belki de bu sorunu ölçülü tutabilmek için- uluslararası para ilişkisini ülkelerin “dünya ekonomisindeki payı”na endeksleyen bir temele oturması gerektiğini ifade etti.
Küresel pazarın borç ve finansman krizini aşmayı amaçlayan bu kapsamın emperyalist kapitalist sistemin yapısı gereği geri kapitalist ülkelere ve halklarına bir çözüm getiremeyeceği şimdiden söylenebilir. Bununla birlikte, yeni bir yapılanmanın özellikle Amerika önderlikli finans kapitalizmin dünya pazarı üzerindeki mevcut egemenliğini ortadan kaldıran yeni bir pazar ilişkisi ve uluslararası ilişki dengesi dayatacağı ortadadır. Dolayısıyla Putin ve Xi’nin G20 zirvesinde, bugüne kadar “Batı” olarak tanımlanan emperyalist pazar ilişkilerine “Doğu” ağırlıklı bir meydan okumanın girişini yaptıkları söylenebilir.
Umut Gazetesi-Dış Haber
