Geçen haftadan devam…
Kürtler, Güney Kürdistan ve Rojava’da ABD ile ‘iyi ilişkiler’ içinde olmalarına rağmen, Türk savaş uçakları Güney Kürdistan ve Rojava topraklarını ABD’ye ‘rağmen’ kesintisiz bir biçimde bombalamaktadır. Türk ordusunun Suriye ve Irak topraklarını işgal ederek bombalaması ABD’nin izni ve onayı ile mümkün olmaktadır.
ABD’nin tarihini ve geleneksel politikalarını yok sayanlar, Kürtlerle sürdürülen mevcut ilişkiyi de görmek, kabullenmek istemiyor. Bu çevreler, kendilerini ‘Stratejik Araştırma Merkezi’ olarak adlandıran onlarca kurumun birbirlerinden kopyaladıkları o meşhur “enerji kaynaklarını Akdeniz üzerinden Batı’ya taşıma projesi”ni ısıtarak, yeni ve orijinal görüşler gibi tekrar tekrar servis ediyor.
“Orta Asya ve İran’daki enerji havzasının, Basra Körfezi üzerinden Kerkük-Musul havzası ile birleştirilmesi ve petrolün Akdeniz üzerinden Batı’ya taşıma projesi uygulamadadır. ABD küresel nizam oluşturuyor, Kürtler de bu planın farkında olmalı ve ABD’nin yanında yer almalı” görüşü, çantada keklik bir buluş gibi, günümüzün popüler tezi olarak hala alıcı buluyor ne yazık ki.
ABD “nizam”, “demokrasi ve barış” adına doğrudan müdahil olduğu Latin Amerika, Filistin-İsrail, Irak, Afganistan, Kıbrıs, Suriye ve Kürdistan sorunlarından hiçbirini çözemediği gibi, aksine, bu merkezlerdeki sorunları içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Ortada ne inşa edilmiş bir nizam ne de ufukta görülen bir huzur ve istikrar söz konusudur. Sorun, Kürtlerin “akıllı politikalar” üretememesi ve “Özgür Basın”ın yanlış yayın politikası ile değil, ABD’nin tercihleri ile ilgilidir.
ABD’nin geleneksel politikası, müdahil olduğu sorunları ille de tarafları uzlaştırarak, barıştırarak veya daimi istikrar tesis etmek üzerine kurulmamıştır. Aksine, girdiği her yerde çelişki, gerilim ve krizleri canlı tutarak, tarafları kendisine mecbur ve mahkum etmek üzerine kurulmuştur. Öyle ki, bu hilekar ve adi politikayı normalleştirmiş, adına “kriz yönetimi” dedikleri bir yönetim tarzı da icat etmişler.
O nedenle, Orta Asya-Basra-Musul/Kerkük petrollerinin Akdeniz üzerinden Batı’ya nakli projesi gerçekse eğer, ABD bu projeyi Arap, Fars, Kürt ve Türklerin ihtiyaç ve beklentilerine göre değil, kendi çıkarına uygun bir şekilde yürütecektir. Zaten öyle de yapmaktadır.
ABD, Kürtlerin 2014 yılında ilan ettikleri Cizîrê, Kobanê ve Efrîn kantonlarının birleşerek Rojava Özerk Kürt Bölgesi’nin oluşumunu engellemiştir. “Orta Asya, Basra, Musul petrollerinin Akdeniz üzerinden Batı’ya taşınması” diye bir proje var idiyse eğer, ABD, petrolün Özerk-Birleşik Rojava topraklarından değil; birbirinden koparılmış ve coğrafik olarak kantonal bütünlüğü kalmayan topraklardan geçmesini daha uygun bulmuştur.(Rusya ile birlikte)
Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’nin Türk devleti ve DAİŞ çetelerine peşkeş çekilmesi de bu tercihin sonucudur. Çok açık ve nettir: Rojava’nın Türkiye/DAİŞ çeteleri tarafından işgalini sağlayan, bunun için başından itibaren Türkiye’yi motive ederek destek sunan güç ABD’dir. (Rusya da ABD’nin planına ve Türkiye’nin işgaline destek sunmuştur.)
ABD’nin bugün Latin Amerika, Afganistan, Filistin, Kürdistan, Irak ve Suriye’de izlediği politikalar, kendi geçmişi ve tarihi ile tam bir uyum içindedir. Amerika tarihi, kuruluşundan günümüze kadar istisnasız, zorba, hırsız, uyuşturucu baronları ve diktatörlükleri destekleme tarihidir.
ABD, Dominik Cumhuriyeti (1914, 1963), Panama (1941, 1949, 1969), Bolivya (1944, 1963, 1971), Brezilya (1964), Şili (1973), Arjantin (1976), Küba (1934), El Salvador (1961, 1979), Guatemala (1963, 1982, 1983), Guyana (1953), Honduras (1963) ve Meksika’da (1913) açık bir biçimde askeri cuntaları, kontrgerillayı ve diktatörlükleri destekledi.
Asya ve Ortadoğu’da da aynı politikayı izledi. Pakistan’da seçimle iktidara gelen Zülfükar Ali Butto’ya karşı darbeci Ziya ül Hak’ı, Mısır’da darbeci Enver Sedat’ı, sonrasında diktatör Hüsnü Mübarek’i, Irak’ta diktatör Saddam Hüseyin’i, Afganistan’ı harabeye çeviren Talibanları, Türkiye’de darbeci Kenan Evren cuntasını, günümüzde Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü desteklemektedir.
Sosyalizm düşmanlığı, faşizm sevicilik, para-kâr hırsı ve aç gözlülük, ABD politikasında her zaman revaçta olmuş; bu özellikleri onu faşizan yönetimler ve askeri diktatörlüklerle yakınlaştırmıştır.
ABD’nin faşizme ve diktatörlüklere desteği geçmişten günümüze ciddi bir sorgulama konusu olmamış, medyanın marifetiyle sürekli sümenaltı edilmiştir.
1939’da Avrupa’da savaş ilan edildiğinde ABD’nin büyük şirketlerinden Ford, General Motor, Kodak, Singer, Douglas, General Elektrik, Alcoa, ITT, Westinghouse, Standart Oil Company ve onlarca büyük şirket, Alman faşizmi için üretim yapıyordu. Sonradan inkar etmelerine rağmen bu şirketlerin Alman Faşizmi ile ticaretleri 1941 yılına kadar sürdürmüştür.
Amerika’da “Düşmanla Ticaret Yasağı” bu tür ilişkileri suç saymasına ve cezalandırıcı hükümler koymasına rağmen, bu şirketler özel izinlerle, Hitler Faşizmi ile ilişkilerini sürdürdüler. Bu şirketlerin aynı zamanda “tarafsız gemiler”le Faşist İspanya’ya da lojistik destek sağlıyordu.
General Motors faşist Alman ordusuna nakliye araçları üretiyordu. Ford, savaş boyunca Alman ordusu için askeri araç üretti.
Ford’un sahibi Henry Ford, Hitler’e araç üretmekle kalmamış, entelektüel(!) katkı da sunmuş, “Uluslararası Yahudiler: Dünyanın Sorunu” isimli bir de kitap yayınlamıştır. Hitler, Münih’teki ofisine Ford’un bir portresini asmıştı. Hitler, 1931’de Netword News Gazetesi’ne verdiği demeçte, “Henry Ford benim ilham kaynağımdır” demişti.
Amerika halkı, ABD-Hitler ilişkisinden ve Nazi kamplarındaki ölüm kayıtlarından 1941 Ağustosunda haberdar oldu. Durum açığa kavuşuncaya kadar siyasetçiler, yöneticiler ve medya bir suç ortaklığı ile gerçekleri halktan sakladılar.
ABD şirketlerinin Hitler Almanyası ile yaptığı ticaret ve ödemeler ise 1930 yılında İsviçre/Basel’de kurulan Uluslararası Ödemeler Bankası üzerinden yapılıyordu. Bu banka, aynı zamanda Nazilerin Avrupa’nın işgalinde yağmaladıkları altınları, toplama kamplarında yakılan Yahudilerin alyans, kolye ve altın yüzüklerinin toplandığı ve muhafaza edildiği bankadır. Bankanın başkanı Thomas McKittrick adındaki Amerikalı avukattı.
Gerçek ABD yönetimi geçmişten bugüne, başkanlar, senato ve temsilciler meclisi değil, tümü servet ve büyük mülk sahibi olan bu baronlar tarafından yönetilmektedir.
Bu sınıfın mantığı ve zihniyeti, Ortadoğu’ya özgü dostluk, vefa ve ahlak gibi değerleri tanımaz. Para, çıkar ve rant neredeyse oraya meyleder. Bu bakımdan, mağdur, mazlum ve haklı Kürtleri değil de, Türkiye’yi, Tayyip Erdoğan gibi bir diktatörü desteklemeleri sınıfsal çıkarlarının gereğidir.
Peki bu durum değişmeyen alın yazısı veya kader midir?
Serêkaniyê ve Girê Spî’nin Türkiye/DAİŞ tarafından işgali sırasında Amerika halkı, sivil toplum örgütleri, medya, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler ilk kez aynı konuda birleştiler ve Trump yönetiminin Türkiye’yi desteklemesine topluca karşı çıktılar. Kürtlerin bundan sonra da en büyük müttefiki ve destekçisi mevcut iktidarlar ve yönetimler değil, toplumlar ve kamuoyu olacaktır.
Kendi haklı mücadelesine ve özgücüne inanmadan ve mücadele etmeden, adi ve iğdiş edilmiş bir işbirliği ile güç sahiplerine yamanarak özgürlüğe ve refaha kavuşma umudu, mandacıların ve kölelerin umudu olabilir, özgür insanların değil.
Gerçeği eğip bükmenin; kendimizi suçlamanın, hayali projeler ve hayali planlar uydurmanın kimseye bir yararı yoktur.
Hayal kurmakla hayali gerçekleştirmek çok farklı şeyler çünkü.
Kaynak: Yeni Özgür Politika
