Ali Efe, Gündem, Umut Yazıları, YAZARLAR

Yeni Bretton Woods’a doğru… – Ali Efe

Geçtiğimiz günlerde Trump’ın, Çin’in “neden” olduğu salgının, her biri büyük savaşların kapısını oluşturan Pearl Harbour ve 9/11 saldırılarından daha beter olduğuna dair ifadeleri, örneğin Doğu Guta ya da Süleymani cinayeti sürecindekilerden daha az endişe yarattı. Hele ki İran bandralı yakıt tankerlerinin Venezüela‘ya doğru seyri Trump’ın tweetlerine ve Zakharova’nın gemilere indirme yapılabileceğine, İran devrim muhafızlarının bir müdahale olursa Amerika’yı vuracaklarına dair açıklamalarına karşın sıradan bir tedirginlikten ötesine yol açmıyor. Zaten bugün itibariyle üç gemi Venezüela limanlarına yanaşmış durumda. Diğer ikisi henüz yolda. Her ne kadar içinde bulunduğumuz özel konjonktür itibariyle bütün bu tarz gerilim momentleri itibariyle her şey olup bitene kadar beklentili olmak lazımsa da bu konu etrafında Trump’ın bir “seçim savaşı”ndan öteye geçemeyeceği, aksi takdirde hem Latin kıtasında hem Ortadoğu’da “iki savaş”a birden düşeceğine dair yaklaşımlar şimdiden geçerlik kazanmış gözüküyor[1]. Yani karşılıklı taraflara ve meydan okumalara bakıldığında mevcut kaos konjonktürünün hızla evrensel bir topyekün savaşa doğru savrulma gerilimlerine karşın gelişmelerin  soğuk savaşın bildik sıcak alanlarda hapsedilmesiyle kalacağı giderek ortaya çıkıyor. 

Olayların ve değerlendirmelerin bu buluşma merkezinde bütün dünyanın ve hatta anglo siyonist emperyalizmin kendisinin bile artık küresel çapta bir topyekün savaş çıkarma gücünde olmadığını kabul etmesi yatıyor. 

Ruslarınkinden “17 kat daha hızlı” yeni hipersonik füzenin -en azından şimdilik- propagandadan öte olmadığının ve en etkin F22 ve hantal F35 “yeni nesil” savaş uçaklarının peşpeşe düşmesiyle[2] de açığa çıktığı gibi gereken savaş teknolojisini kaldıracak bir alt yapı yetersizliği koşullarında Amerikan savaş makinesinin tayin edici olma gücü artık oldukça gerilemiş durumdadır.  Anglo siyonist emperyalizm, soğuk savaşı Latin Amerika, Ortadoğu, Karadeniz ve Uzakdoğu alanlarında kazanabileceği güçte şiddetlendirebilmek için Avrupa finans kapitalini kendi egemenliğine yeniden ikna etmek ve bunun için de Rusya ve Çin gibi küresel askeri güçlerle baş edebilmeyi güvencelemek zorundadır. Verili süreç itibariyle baş edemeyeceği kesinleşmiş durumdadır. Pentagon tarafından finanse edilen ünlü Rand Corparation’ın geçen yıl yaptığı, 3. Evrensel savaş simülasyonu sonrasında ABD’nin Çin ve Rusya karşısında “kıçını kurtaramayacağı”na dair yapılan tespitler[3] özellikle İran’ın roket saldırısını sessizce kabullenmesi ve son virüs propagandasında yaptırımcı olamayıp kendi kendine kalması sonrasında artık pratik bir ölçüye kavuşmuş durumdadır.

Askeri tehdit gücünü Açık Semalar Antlaşması’ndan çekilerek, yeniden nükleer denemelere girişerek hatırlatmaya çalışsa da  bugün Venezüela ve İran doğrudan anglo siyonist emperyalizmin sahasında ona meydan okuyabilmektedirler. İşbirlikçi Filistin yönetimi bile itibarını Amerika ve İsrail’le yapılan bütün anlaşmaları askıya almakta arıyor, şu sıralar.

Küresel askeri dengelere böyle kuşbakışı bir yaklaşım emperyalst kapitalizmin krizinin nereye doğru yol almakta olduğunu kestirmek için bir ön gerekliliktir, çünkü bir yeniden paylaşım konjonktüründe finans kapitalin dünya pazarına hakimiyeti askeri gücünden kaynaklanır ve nihai aşamada evrensel genel eşdeğerin belirlenmesinde, yani evrensel para egemenliğinde somutlanır. Sonrası uluslararası proletarya ve burjuvazinin karşılıklı mevzilenme ve mücadele meselesidir. Uluslararası proletaryanın ve ülke devriminin temel taktik ve strateji bağlamlarını çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele almak üzere ve bunun için şimdi verili yeniden paylaşım konjonktürünün genel yönelimine dair bazı hipotezlerin geliştirilmesine ihtiyaç vardır.

Önceki Denge

İkinci paylaşım savaşına kadar İngiliz egemenliğindeki dünya pazarı ilişkileri Sterlin üzerinden yürütülüyordu. İkinci savaştan sonra İngiliz emperyalizmi emperyalist pazarın hakimiyetini Bretton Woods anlaşmasıyla Amerikan dolarına devretti. Bu anlaşma uluslararası piyasalarda doların değerinin altınla ölçümlendirilmesini kayıt altına almıştı. Buna göre bir ons altın (yaklaşık 31 gram) 35 dolar üzerinden işlem görecekti. Uluslararası emperyalist pazarın bu dengeleri ’71 yılına kadar sürebildi. 60’lara doğru başlayan Amerikan bütçe açıkları Vietnam savaşıyla iyice kontrolden çıktı ve Nixon yönetimi doların altınla ilişkilendirilen değerini geçersiz ilan etti. Piyasadaki dolar miktarı ve değeri Amerikan emperyalizminin ihtiyaçlarına göre belirlenir oldu. Böylece emperyalist dünya yeni ve sürekli bir bunalım döneminde yol almaya başladı.

Neoliberalizmin ‘70 ortalarındaki birinci, ’90 sonrasında Sovyet çöküşüyle yükselttiği ikinci dalgasına karşın doların istikrar kazanamaması uluslararası finans kapitalizmi yeni mali dengenin ve dünya parasının ne olacağı konusunda kalıcı ve derin tartışmalara yöneltti.

Anglo siyonist emperyalizm doların egemenliğini güvencelemek için petrol ve ticaret yolları üzerindeki egemenliğini güçlendirmek zorundaydı. Ne ki, bu amaçla Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya kadar giriştiği bütün maceralardan istediği sonuçları alamadığı ve alamayacağı giderek ortaya çıkınca bu konudaki tartışmalar daha da yüksek sesle ve daha yoğun yapılmaya başlandı. Ve nihai aşamada, anglo siyonist emperyalizm kendi krizini aşmak ve krizde egemenliğini yeniden yapılandırabilmek için örtük bir biosavaş çerçevesinde yerel savaşlardan bütün dünya pazarını ve çelişkilerini içine alan topyekün bir kaos konjonktürüne yöneldi. Bugün gelinen aşama itibariyle otaya çıkmıştır ki, anglo siyonist emperyalizmin ne bu konuda Çin’i hedef alan propagandasını daha da tırmandırmaya zor/savaş gücü yetmektedir ne de mevcut egemenliğini Avrupa finans kapitaline ve daha ötede Rusya ve Çin gibi küresel güçlere dayatabilecek bir sermaye gücüne sahiptir. Ve diğer taraftan, uluslararası finans kapitalizm her ne kadar yapısal krizinden çıkış için geçmiş iki deney itibariyle bildiğimiz klasik normlarda bir topyekün “düzeltici savaş” konjonktürünü yaşamıyor olsa da salgın ve mali krizin verili birleşik kaosu içinde bunalımdan çıkmak ve kendini yeniden yapılandırmak için ihtiyaç duyduğu, birinci olarak; bütün dünya pazarında ve özellikle metropol ülkelerde yeni teknolojik düzey itibariyle yenilenmek üzere yüksek ölçekte sermaye değersizleşmesi ve yoğunlaşması, ikinci olarak; yeni sömürgelerin yeniden sömürgeleştirilmesini (Düyuni Umumiye) derinleştirecek tarzda moratoryumlar için kredi kuyruklarına girme (Marshall) eğilimi, üçüncü olarak; değişik finans kapital odaklarının aralarındaki dengenin yeniden yapılandırılmasını sağlayacak kertede birbirlerine göre askeri/politik/mali ölçümlenmesinin özellikle ’90 sonrası dönemde yeterince tamamlanmış olması ve dördüncüsü; alternatif bir sistem olarak sosyalizmin sahip olduğu iç pazar ve üretici güçler genişliği üzerinden kendini yeniden üretebilir niteliği ve emperyalizmin kendinin yok olmasını göze almadıkça savaş yoluyla yok etmeyi göze alamayacağı maddi ve ideolojik gücü karşısında “barış içinde bir arada yaşama”nın bu kez emperyalist dünya için “düşük yoğunluklu” bir zorunluluk haline gelmesi evrensel pazarın yeni bir dengeye oturtulabilmesi için asgari koşulların olgunlaşmış olduğunu göstermektedir[4]. Hızla yeni bir küresel bunalımı oluşturacak dinamikleri içeren bu kaos çıkışı artık dolar hakimiyeti yerine yeni bir parasal denge, yeni bir Bretton Woods arayışı içindedir.

Doların Gücü ve Güçsüzlüğü

Uluslararası pazarın mevcut parasal dengeleri ya da dengesizliği için şu veriler fikir verici olacaktır.

Bugün itibariyle dünya rezervlerinin hala %60’ı dolar üzerinedir. Dünya ticaretinin %40’ı dolarla yapılmaktadır. Petrol piyasası neredeyse %100 dolar üstünden işlemektedir[5]. Bununla birlikte 1960’da dünya GSH’sının %40’ını sağlayan Amerika bugün %14.9’a düşmüş durumdadır[6]. 24 trilyon dolar borcu yıllık 4 trilyon civarında artmaktadır ve 200 trilyon dolarlık fonlanmamış borcu bulunmaktadır[7]. 90 trilyon dolarlık yıllık dünya üretiminin 260 trilyon dolarlık borç köpüğü üzerinde yüzmesinin temel nedeni Amerikan matbaasının kendi ihtiyacınca para basmasıdır. Ve bugüne kadar hem petrol ve ticaret piyasasındaki hakimiyet hem de yatırım değeri olması itibariyle bu köpük tahmini 12 trilyon dolarlık bir eurodolar sektörünü de  içermektedir. Bu rakamlar hem doların dünya ticaretinde ne kadar güçlü bir yer tuttuğunu hem de o yerin ne denli zayıf olduğunu açıklamaktadır. Zaten bu nedenledir ki 2008’de yaşanan krizle birlikte FED piyasaya yaklaşık 4 trilyon dolar sürmesine ve Mart’ta yaşanan krizle birlikte bunun 8 trilyona kadar çıkmasına rağmen doların piyasa değerinde bir düşüş görülmemesi emperyalist dünya pazarının nasıl bir kıyamete doğru koşmakta olduğunu göstermektedir. 

Sürdürülemez sürdürülürken..

Doların dünya piyasalarında artık taşınamaz hakimiyetini sürdürme dayatması, Alman merkezli Avrupa finans kapitalini tehdit için Ukrayna-Rus savaşı ve dogalgaz ikamesi üzerinden Basra hakimiyeti aşamalarında başarısızlıkla sonuçlanınca küresel pazarın Çin zincirini kopartma ihtiyacı üzerinden pandemik savaş konjonktürünü getirdi.

Amerikan finans kapitali bu hamleyle Avrupa’yı %10, Çin’i %6 küçülmeye mahkum ederken kendisi her ne kadar %8’lik bir küçülmeye uğrasa da 8 trilyon dolarlık bir mali genişleme imkanı elde etti. Bu Almanya ve Fransa’nın toplam GSH’ından fazla bir miktardır. Burada açık olan şudur ki, eğer salgın olmasaydı ne Çin’in ne de Avrupa’nın kendi pazar ilişkileri itibariyle bu ölçüde bir daralması olmayacaktı ancak Amerikan ekonomisinin çöküşü her durumda bu ölçülerde gerçekleşecekti. Zaten 9 Mart’taki borsa çöküşü DSÖ’nün pandemi ilan etmesinden önce gerçekleşmiştir ve bugün Amerikan hükümetinin piyasadaki para genişlemesi 6 trilyon dolarken FED hala daha fazla mali genişleme ihtiyacından bahsediyor[8]. Arz fazlalığının fiyat düşürücü etkisi ve paranın kefili olarak devlet maliyesinin çöküşünün yaratacağı krizden ABD finans kapitalinin iflas etmeden çıkma şansı yoktu. Şimdi ise salgınla krizi tüm dünya pazarına yaymış ve krizden eşit dengeler içinde çıkma gayreti içindedir.

Alman Finans Kapitalini Teslim Alma Çabaları

Anglo siyonist emperyalizm bu konuda temel dikkatini, Alman finans kapitalinin Ostpolitik’i giderek daha fazla öne çıkarmaya başlamasından ötürü Obama döneminden itibaren, yani W. Bush’la yapılan BOP hamlesinin gereken başarıya ulaşamamasından itibaren Transatlantik ittifakının dayatmacı tahkimatına vermiştir; Ukrayna krizi, Katar doğalgazını Akdeniz’e çıkarma çabaları ve nihayetinde Çin’i uluslararası pazarın tedarik zincirinden çıkarma gayreti… ABD yönetiminin “Çin virüsü” söylemi ve ilişkileri kopartma tehdidi Alman merkezli Avrupa finans kapitalizmini anglo siyonist emperyalizmin kalıpları içinde tutma çabasıyla sürdürülmektedir.

Bunun yansıması olarak:

Alman finans kapitalinin daha çok siyasal temsilcilerinde açığa çıkan eğilim Almanya’nın transatlantik ittifakını güçlendirmeyi esas alan bir politika izlemesi yönünde olmasına karşın doğrudan Alman ve genel olarak Avrupa burjuvazisi Çin’le ilişkilenmeyi öne çıkarıyor. Bu karşıtlık Almanya’daki Amerikan nükleer varlığından tutun[9]  Huawei teknolojisinin reddine[10] kadar eskimiş istihbari spekülasyonları yeniden tazeleyecek bir şiddette[11] kendini açığa vuruyor. Bild gazetesiyle bilinen Axel Springer grubu Çin’le ticaretin Almanya’ya 200 milyar dolar kazandırmasına karşın “Amerika’nın artık kararını verdiğini ve Avrupa’nın buna uyması gerektiğini” savunuyor[12]. Buna karşıt olarak AB Dışişleri Bakanı Josep Borell, ABD’nin %8, Avrupa’nın %12 oranında küçüleceği ama Çin’in ise %1.5 büyüme göstereceğini söyleyerek siyasal ve sistem farklılıklarına rağmen Çin’le işbirliği içinde olunmasını ileri sürüyor. Bu sözlere ağırlık kazandıran ise bakanın makalesinin Alman finans kapitalinin belirleyici organlarından Frankfurter Allgemeine için yazılmış olmasıydı[13].

Pompeo’nun “Çin virüsü” dayatması G7 zirvesinde reddedildikten sonra Alman gizli servisi BND, istihbari ortaklığı olan “5 Göz” (ABD, İngiltere, Yeni Zellanda, Avustralya, Kanada) ülkelerinden Amerikan iddialarını doğrular veriler sağlayamadığı gerekçesiyle salgının Çin laborotuarlarından çıktığı tezini güvenilir bulmadığını ilan etmek zorunda kaldı. Çin’i sadece bilgiyi geciktirmekle suçlamayla yetindi[14]. Trump’ın Çin’le bütün ilişkileri kesme tehdidinin ardından gelen bu yaklaşım Çin-Avrupa ilişkilerinin daha güçlü bir şekilde ele alınacağının  işaretini verdi.

Alman Ostpolitik’inin Cenneti

İşin gerçeği şudur ki, Çin’in sahip olduğu pazar imkanları ve zaten kurulan ekonomik ilişkiler ne Almanya’nın ne de Avrupa’nın arkasını dönebileceği cinsten değildir. Bu nedenle Çin’in Avrupa’ya yönelik ilk hamlesi Amerikan kopuşmasının bilinen iktisadi potansiyellerini etkilemeyeceğine dair güven vermek oldu. Pazarları kopuşturma yaklaşımın ABD’nin kendisine Çin’den daha çok zarar vereceğini, kendilerinin Amerika’yla böyle bir “uzun savaş”ı kaldırabileceğini belirten bir değerlendirme merkez basında yer aldı. Bu açıklamada Çin üretiminin %75-80’inin geniş iç pazara yönelik olduğu, Amerika’ya yönelik %2-5 gibi bir üretim miktarının da keza iç pazar tarafından absorbe edilebileceği ifade edildi[15]. Diğer taraftan, bir İngiliz şirketi CEO’sunun verdiği bilgiler itibariyle Çin’in, 2019’da %29.5 olan BRI (Kemer-Yol İnisiyatifi: 120 ülke + 40 ÇUS) ülkeleriyle “durdurulamaz” addedilen ticareti bu yılın Nisan verileri itibariyle %30.4’e yükselmiş durumda. Demiryolu taşımacılığında Ocak-Nisan arası 2920 sefer ve 262 bin konteynerle %24 artış gösteren Çin-Avrupa ticareti Mayıs ayında ortalama %43 artışla 88 bin konteynere ulaştı. Çin-AB ticareti, 2019’da ABD’yi geçerek toplam ticaretin %14’ünü oluşturmaktayken 2020’de ASEAN-Çin ticareti %15’le, 140 milyar dolarla, birinci sıraya oturdu. Keza, Çin’in Nisan ayı üretiminin yıllık %11.8 artışla 9.9 milyar dolara yükseldiği ve Çin-Avrupa arasındaki ikili ticaretin Ocak-Nisan arasında %5.7 artışla 1.35 trilyon Yuan’a (yaklaşık 200 milyar dolar) ulaştığı,  Avrupa ve Çin arasındaki yeni İpek Yolu’nun salgın nedeniyle tıbbi yatırımlar üzerinden geliştiği, 2020 ilk çeyreğinde Çin’e 4.5 milyar dolarlık yatırım yapıldığı, ikinci çeyrek yatırım hacminin %15.4’ten %21.8’e yükseldiği, petrol alanındaki angajmanlarda ise Royal Dutch Shell’le 5.4 milyar dolarlık anlaşma imzalandığı, Mayıs başında HSBC’nin bir katılımının %50 hissesinin transferinin yapıldığı vb aktarımlarıyla[16] Çin-AB ticaretinin Amerikan kopuşmasına ayak uydurmayacağı kesin bir kanaat olarak ortaya çıkmaktadır. Çin ekonomisinin daha önce yapılan tahminleri de aşan performansının bu kanaati politik bir doğrultu haline getireceği açıktır. “Örneğin, uzmanların %15.7 bir düşüş öngördüğü Nisan ayında ihracat %3.5 arttı. Uzmanların sadece 6.3 milyar dolar olarak tahmin ettiği ticaret fazlası 45.3 milyar dolar oldu”[17].

“Amerika Avrupa’yı Kaybediyor”

Gelişmelerin bu karakteri Foreign Policy’de “Amerika Avrupa’yı kaybediyor” diye haberleştirildi. Hangi ülkenin Almanya’nın önemli partneri olduğuna dair  yapılan bir kamu oyu araştırmasında Almanların %37’sinin Amerika’yı seçmesine karşın  %36’sının Çin’i seçtiğini işaret eden dergi bu uzaklaşmanın Trump’tan kaynaklanmadığını,onun sadece şiddetlendirici olduğunu yoksa uzaklaşmanın W. Bush zamanında başladığını belirterek Trump sonrasında da bu uzaklaşmanın etkileri olacağını kaydediyor. Sonuç, “Dünya değişiyor. Bir Asya yüzyılı şafağında olabiliriz. Almanya’daki ve Avrupa’nın herhangi bir yerindeki politikacılar bu jeopolitik kaymayı görüyorlar ve hesaplarını ona göre yapıyorlar”[18] diye özetleniyor. Bu, uluslararası emperyalizmin yeni aşamadaki güç dengelerine yönelik yeni düzeyin oldukça güçlü bir şekilde ifade edilmiş halidir.

Alman merkezli Avrupa finans kapitalinin Anglo siyonist hegemonyadan çıkarak kendi özerk hegemonya alanını yaratmaya yönelmesi, düşük askeri gücünün gereği olarak siyasal hattını Doğu’nun detant politikaları çerçevesinde ekonomik genişlemeye göre ayarlamayı gerektirmektedir. İktidar partisi CDU’nun başkanı Annegret K-K’nın istifa etmesi sonrasında doğan siyasal boşluk da giderek bu çerçevede örülmeye başlamış durumdadır. Transatlantikci kanadın adayı ve yakın zamana kadar Black Rock’ın Almanya temsilciliğini yapan Fredrich Merz’in CDU’daki iddiası henüz sürüyor olsa da Merkel sonrası başkanlık değerlendirmelerinde CDU’nun Bavyera’dan ortağı CSU başkanı M. Söder’in büyük farkla (%45-%17)[19] arkasından gelmektedir. Bu elbette Merz’in CDU başkanlığını da riske etmektedir, çünkü Almanya’daki gelecek seçimin hristiyan demokratlarla yeşillerin koalisyonu üzerinden bir iktidar sonucu üreteceği şimdiden görülebilir bir durum halindedir. Böyle bir koalisyonun Merz’in varlığında oluşturulmasının koşulu yoktur.

Detant 2.0 Bildirimleri

Halkın Günlüğü’nün bir alt organı olarak uluslararası politikayı yansıtan Global Times AB ve ABD arasındaki uzaklaşmayı saptayarak yeni süreçteki konumuna dair Çin HC’nin özgüvenini “artık hergün daha fazla ülke Amerika’nın bencilliğinin ve sorumsuzluğunun farkına varıyor” sözleriyle yansıtıyor[20]. Sanki AB dışışleri bakanı Borell’in makalesine yanıt olacak şekilde Çin’in bir hegemonya tehdidi taşımadığı, uluslararası bir uzlaşma aradığı, dünya ekonomik ve siyasi dengeleri açısından “salgın sonrasında ne de-sinisizasyon’un (Çin’in dışlanması) ne de de-Amerikanizasyon’un mümkün olmadığı” belirlemeleri yapılıyor[21]. Çin’in IMF hesaplarında bile bu yıl %1.2, 2021’de ise %9.2 büyüyeceğinin belirtildiğini, bu gücün küresel dengelerin dışında kalamayacağı; Amerika açısından ise, yuan uluslararası değer kazandıkça doların etkisizleşeceği ama bunun piyasalardaki Amerikan rolünü azaltmayacağı yani Amerika’nın da özellikle küresel güvenlik konularında dışlanmasının mümkün olmadığı saptanıyor. Bununla birlikte Global Times’ın sürecin yönü itibariyle yaptığı vurgu önemlidir: “Bir ideolojik rol model olarak ABD’nin statüsü önemli ölçüde zayıfladı. Bununla birlikte güvenlik alanında dünyanın pek çok ülkesi için önemli bir destek olarak kalacaktır. Bu, Çin’in küresel ekonomik liderliğe yükselişiyle çelişmez”[22] Bu çerçevenin Çin’in kendi konumunu abartması olduğunu düşünebilecek okurlar için yukarıdaki verileri tamamlayıcı olacak şekilde şu bilgileri de geçebiliriz: ABD’nin 2020 için dünya GSYİH içindeki payının %14.9 olduğu bir kesitte Çin’in dünya GSYİH içindeki payı %19.2 dir. Avrupa %15.8 bir pay sahibidir. Ve 2024 tahminleri itibariyle ABD %13.8’e gerilerken Çin’in %21.4 olması öngörülmektedir[23]

Yaptırımlar ve Kilitlemeler Doları Koruyamıyor

Sürecin bu karakteri ve yönü itibariyle evrensel pazarda dolar egemenliğinin yerine yeni bir para sisteminin geliştirilmesi Amerikan emperyalizminin 75 yıldır elinde tuttuğu egemenliği terketmeye ne kadar yatkın olacağına bağlı olarak şekillenecektir. Amerika için bile imkansız olduğu bilindiği halde Çin’le pazar ilişkilerinin tümüyle kesilmesi koşullarında Avrupa finans kapitalinin bu sürece gönüllü olmayacağı, çünkü Amerikan emperyalizminin ilk yapacağı şeyin Black Rock türü örgütlenmelerle Avrupa sermaye birikiminin tasarrufunu ele geçirmek olacağı açık bir durumdur. O halde bütün imkansızlıklar çerçevesinin aşıldığı ama doların kendi varlığını dayattığı verili koşullarda 75 yıldır şekillenen uluslararası sermaye ilişkileri doların dışında nasıl şekillenebilecektir?

Çin’in bu konuda yeni hamlesi dijital para sistemine geçmek oldu. Aslına bakılırsa Çin’de 2014’den beri dijital para sistemleri kullanımında ve bu kullanım 2018’de 41.5 trilyon dolar oldu[24]. Şimdi bu kullanımı bankacılık sistemleri üzerindeki Amerikan yaptırımları ve kontrollerini aşmak üzere yeniliyor.

Amerikan finans kapitali Çin’in bu hamlesi karşısında önce piyasayı sakinleştirici açıklamalarda bulundu: Örneğin “Dijital RMB (Renminbi/Yuan) nihayetinde bir Çin RMB’sidir. Kimse parayı yeniden icat etmiyor. İşlemlerde kullanılan jeton farklı olabilir ama Çin’in rezerv para statüsüne yönelik beklentileri bu parayı ortaya çıkaranı etkileyen aynı faktörlere bağlıdır. Ve Çin hükümeti kendi parasını uluslararasılaştırmak için RMB kullanımını teşvik ediyor olmasına rağmen petrol ve diğer büyük ticari mallar hala Amerikan doları üzerinden fiyatlandırılmaktadır.[25]” diye bir savunma hattı kurulmaya çalışılsa da bu tumuyor, çünkü  dijital Renmimbi’ye geçiş hem Çin merkezli ticaret pazarının kurumlaşmasını, hem yuanın uluslararasılaşmasını, hem de sonuç olarak doların piyasa değerinin ve etkisinin düşürülmesini getireceği gerçeği kolayca önemsizleştirilecek bir durum olmadığında neredeyse bütün piyasa analizcileri hem fikirdir. Çin’in ASEAN gibi yakın ortaklarıyla geliştireceği dolar dışı ticaretin kendi dolar kullanımını %50 oranında azaltacağı söyleniyor[26]. ASEAN dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturuyor ve dünya üretiminin üçte birinden fazlasını gerçekleştiriyor. Ve haliyle bu durumun yarattığı basınç karşısında, Amerikan finans kapitalizmin sözcüleri, Amerika’nın savaş tehditlerinden başka ticari yaptırımlar gibi ekonomi dışı yöntemlere başvuruyor olmasının getirdiği zaaflar üzerinden içinde bulundukları durumu şu titrek ifadelerle yansıtmak zorunda kaldılar. “Yaptırımların aşırı kullanılmasının hem küresel önderlik pozisyonumuzun hem de bizzat yaptırımlarımızın altını boşaltacağı bilincinde olmamız gereklidir. Yaptırımlara ihtiyaç duyduğumuzda Washington diğer hükümetleri, özellikle önemli müttefikleri yanına çektiğinden emin olmalıdır. Tek taraflı yaptırımların aşırı kullanımları diğer hükümetleri farklı yollar aramaya itiyor ve [bu durumda] Çin’in digital yuanı hem müttefiklerin hem de haydut ulusların aradığı çözüm olabilir.[27]

Çin’in para piyasasına bu tarz girişi, Amerikan senatosunda, Çin’in dolar rezervleri karşısında temerrüde başvurulması gibi tartışmalar yapılmasına yol açtı. Bu ödemezliğin gerekçesi olarak Çin’in elindeki Amerikan senetlerini piyasaya sürerek doların pazar dengesini iyice bozmasından duyulan endişe dile getiriliyordu. Çin’in Nisan sonu itibariyle 3 trilyon dolar civarında rezervi olduğu ve bunun bir trilyonluk kısmının Amerikan hazine senetlerinden oluştuğu biliniyor. Gene Global Times’ta yayınlanan bir makalede Amerikan senetlerinin piyasaya sürülen miktarının %60 gibi büyük bir kısmının aslında gene iç piyasada kaldığı, yabancı yatırımcıların elindeki miktarın toplamda 7 trilyon olduğu bilgisi aktarılarak Çin’in elindeki bir trilyon dolar değerindeki hazine kağıdıyla bu havuz içinde  piyasa dengesi/dengesizliği üzerinde ekstra bir etki yaratamayacağı, sadece fiyatı ucuzlatarak kendi birikimine zarar vereceği değerlendirmesinde bulunuldu. Keza Amerika’ın da daha önce sattığı senetlere karşı bir temerrüde gitmesinin esas olarak doların dengesizleşmesine yol açacağı ve özellikle Fed’in önümüzdeki dönemde piyasaya yeniden 3 trilyon dolar sokmasının beklendiği koşullarda kağıtları piyasaya sürmenin “aptalca” olacağı belirtildi[28]. Bu tartışmaların giderek gündemden düşmesi “Çin virüsü” gibi bu Çinsizleştirme propagandasının da işe yaramadığını gösteriyor.

Yeni Denge, Yeni Sistem

Anglo siyonist emperyalizm kendi egemenlik statüsünü yitirmemeye çalışa dursun en genel çerçevede uluslararası finans kapital yeni para dengesinin ve sisteminin nasıl oturtulacağına dair bir çerçeveyi zaten çok uzun zamandır tasarlamaya başlamış durumdadır. Doğu ekonomilerinin yöneldiği dolarsızlaşma sürecinin  mevcut krizi daha da derinleştireceği yaklaşımından hareketle doları da içine katan ama onu da belli bir uluslararası kontrole tabi kılan sistem arayışları kimi akademik analizlerde giderek daha göze çarpar oldu.

Yeni birikim modelinin post neoliberal merkezileşme olarak ortaya çıkması uluslararası para sisteminin merkezi aygıtlarını yeni sistemin inşacıları olarak yeniden öne çıkarmaya başladı. Bunlardan birinin, bundan önceki dönemin de merkezi para ve kredilendirme kuruluşu olan IMF olacağı anlaşılıyor. Putin’in G20 zirvesinde önerdiği haliyle[29], uluslararası kabule en yatkın kurum olarak IMF’nin ve onun dolardaki dalgalanmaları sorun olmaktan çıkarmak için oluşturduğu SDR (özel çekme hakkı) para biriminin, hem küresel güçlerin evrensel pazarda uzlaşmasının bir sonucu olarak hem de doların hovardalığına getirilen kısıtlar itibariyle sistemleştirilmesi giderek ağırlık kazanıyor.

SDR birimi bugün reserv para birimi olmaya hak kazanmış beş para biriminden; dolar, euro, pound, yen ve yuan’dan oluşmaktadır. Bugün itibariyle SDR’nin oluşumundaki pay hesaplaması %41.73 dolar, %30.93 euro, %10.92 yuan, %8.3 yen ve %8.09 pound şeklindedir. Şimdi gelinen aşamada pazar hakimiyetleri itibariyle doların yüksek payının aşağıya çekilmesi, yuanın payının ise yukarı, hatta en yüksek seviyeye çekilmesi gerekmektedir. Anglo siyonist emperyalizm henüz bu tartışmalara girmemekte ve girmek de istememektedir. Bölgesel savaşlardan salgın politiğine kadar bütün çabası doların artık reel ölçülerden kopmuş köpükleşmiş değerini korumak ve haliyle piyasa egemenliğini yitirmemek üzerinedir. Ancak ne Avrupa ne de Japon finans kapitali 90’dan beri bir yük olarak taşıdıkları bu sistemi daha fazla sürdürmek istememektedirler. Keza NEP üzerinden dünya pazarıyla ilişkilenen Çin sosyalizmi ve devlet kapitalizminin gelişimi açısından önündeki kuşatmaların kalkmasını isteyen Rusya da piyasa dengelerinin yeniden kurulmasını istemekte, o yönde politik ağırlık oluşturmaktadırlar. Yeniden paylaşımın teorik-tarihsel, pratik-politik  düğümü zaten burada atılıdır. Burada yeniden yazının başına dönüyoruz:  Anglo siyonist emperyalizm dolar egemenliğini ve dolar üzerindeki kendi kayıtsız egemenliğini dayatacak ne askeri ne de sermaye gücüne sahip durumda değildir. Ancak bu değerin ve bağlayıcı kayıtların piyasa değerlerinin daha üstünde ve kendi rekabet gücünü reel olandan daha üst seviyede oluşturacak bir anlaşma hattını dayatacak kadar uluslararası pazarı istikrarsızlaştıracak askeri-politik ve mali güce sahiptir. Bu bir yandan Ortadoğu ve Latin Amerika’da sıcaklığını yitirmeyecek soğuk savaş’ın tarifidir. Diğer yandan ise, rezerv paraların değersizleşmesi, euro doların kefaletsiz kalması ve hatta yeni para standardının yeniden altını öne çıkardığı koşullarda Almanya’nın Amerika’da bloke edilmiş altınları[30]vb gibi trilyonlarca doların ağırlığı, Çin, kendisindeki bir trilyon doları gözden çıkardığını zaten deklere ettiğine göre özellikle Alman ve Japon finans kapitalizminin kasasına çökecektir. Bu ağırlık dolar hegemonyasından çıkmanın ücreti ve kar oranlarını artırıp piyasa genişlemesini getirecek yeni bir dengenin maliyeti olarak kabul edildiğinde ve uluslararası  proletaryanın ve emekçi halkların üzerine yüklenilebildiği koşullarda hiç de kaldırılamaz değildir. Anglo sakson emperyalizmi Bretton Woods ve Euro deneyimi itibariyle piyasa hegemonyasının transferi ve yeniden yapılandırılması konusunda tecrübe sahibidir. Son Bilderberg toplantısı sonrasındaki Macron açıklamaları yeni dengenin yolunun açıldığını göstermektedir. Konunun Amerikan seçimlerine kadar sürüncemede kalması ve bir büyük savaş ihtimali olmadığı koşullarda bu ihtimalin eşiğindeki bir uzlaşmayla yeniden yeni bir bunalım kurgusuna geçiş söz konusu olabilecektir. Görüldüğü kadarıyla anglo siyonist emperyalizm, bütün saldırganrlıklarıyla birlikte kendi açmazını kabule doğru sürüklenmektedir.

Mali krizin giderek derinleştiği 2008 sonrası dönemde adı daha fazla duyulan bir diğer uluslararası finans kapital merkezi, merkez bankalarının merkez bankası olarak bilinen BIS (Bank of International Settlements: Uluslararası Anlaşmalar Bankası)’tir. 1930’da kurulan Banka’nın  Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere ve ABD merkez bankalarından atanan temsilcilerden oluşan bir yönetimi vardır. BIS, uluslararası piyasa kurallarını belirleyen merkezi kurumsallığıyla Bretton Woods’un feshinden sonraki dönemde özellikle önem kazandı. Doların kontrolsüz değerlenmesinin yol açtığı sorunları az çok dengeleyebilmek için sessiz sedasız çalışmalarıyla uluslararası mali düzeni belirli kurallar içinde tutmaya çalıştı. Şimdi uluslararsı mali piyasanın yönetiminin BIS ya da benzeri bir kurumlaşma üzerinden yürütme arayışları giderek hissedilir duruma geliyor. Görülen o dur ki uluslyararası burjuvazi BIS’le uluslararası mali piyasaları kuralla çerçevesinde tutarken IMF ile ülkelerin ekonomileri yönlendirilecektir.

BIS verilerine göre en gelişkin 30 ülke üzerinden hesaplanan borç miktarı son on yılda %168 artarak 72.5 trilyon dolara gelmiştir. Bu borcun 24 trilyonu Amerika’ya 43 trilyonu Çin’e aittir.[31] Bu yüksek borçlanmaya karşı şimdi ülke hükümetleri ve uluslararası mali kuruluşlar son derece küçük ölçülerde mali yardım bütçeleri oluşturabiliyorlar. IMF’nin 1 trilyon dolar, Avrupa Merkez Bankası’nın 750 milyar euro destek bütçeleri oluşturduğunu görüyoruz. Son Merkel-Macron zirvesi bunu 500 milyar euro’ya çekti. Amerikan ekonomisi zaten dipsiz bir kuyu halinde.  Bu koşullarda delik ve yama ölçüsü kıyaslandığıda ortada borçlu uluslara yönelik hiçbir kaynak aktarılamayacağı görünmektedir. Almanya ve Fransa’nın yardım programının her ulusun kendine yardımı olarak değerlendirildiği şikayet konusudur. TUI, Lufthansa gibi batan şirketlerin kredilendirilmesi Italya ve İspanya’nın kredilendirilmesi gibi düzenlenmektedir. Daha şimdiden 90 ülkenin IMF’ye[32] 100 ülkenin Dünya bankası kredilenme ve destek koşulları için temasa geçtiği[33] bildiriliyor. WB, daha çok Sahra altı ve Tunus, Haiti, Afganistan gibi küçük ekonomilere yöneldiği için her iki kurumun, IMF ve WB’in kriz için seferber ettiği toplam bütçe  1.2 trilyon[34] yani bir “hiç” oluşturuyor.

Bu gelişmeler uluslararası finans kapitalin ve onun yerel odaklarının bütün reel sermaye birikimlerini ortaya bir harabe, çöplük olarak çıkan sermaye değersizleşmesinin üzerinde yeni teknolojik yatırıma yönlendirmek üzere koruduklarını bize göstermektedir.

En yukarıda oluşturulması artık mümkün görülen yeni denge emperyalist anayurtların finans kapitalleri dışında mevcut krizin, bırakın işçi sınıfı ve küçük mülkiyeti doğrudan orta ve tekel dışı burjuvazinin de mülksüzleştireceği bir sermaye yoğunlaşması sürecine girecektir. Hatta Amerika’da görüldüğü haliyle girmiştir, bile. Amerikan %1’i salgın sürecinde 434 milyar dolar daha zenginleşti. Amazon ceo’su Bezos 35, Zuckerberg 25 milyar dolar kazandılar.[35] Bu gelişme giderek küçülen ölçülerle ama özellikle yeni sömürge periferilerde aynı keskinlikle yaşanacaktır. Diğer taraftan bugün Amerika’da 40 milyon işsiz vardır. Daha büyüyen ölçülerle bütün ülkelerde aynı keskinlikle yaşanacaktır. ILO,Temmuzda dünya çapında 195 milyon işsizin olacağını tahmin ediyor. Mevcut krizin ’30 krizinden daha şiddetli olacağına dair ölçü dört yılda gerçekleşen %25 işsizliğe karşı bir kaç ayda varılan %30 değerleridir. Sermayenin bütün mülk sahibi sınıfların aleyhine finans kapital elinde yoğunlaşmasının ve emeğin kölece sömürülmesinin siyasal karşılığı faşizmdir.

Nokta.

Buraya kadar yazdıklarımız önümüzdeki siyasal sürecin ne olacağına, bu bağlamda devrimin görevlerinin neler olduğuna dair belirlemelerin önsüzü niteliğindedir. Şimdi bir kez daha esas konuya girmek gereklidir, çünkü;

Emperyalizmin bunalımlarından çıkış konjonktürleri hiç bir zaman sadece uluslararası burjuvazinin birbirlerine göre durumu üzerinden olmamıştır, bu konjonktürler  aynı zamanda emperyalizmin gelişimini engellediği ve uluslararası proletaryada somutlandığı haliyle başta kolektif aksiyon üretici gücü olmak üzere bütün üretici güçlerin sosyal devrimler çağının kapısını çaldıkları zamanlardır. Birinci bunalımın ‘17 Rusya ve ’20 Almanya devrimleri, ikinci bunalımın sovyetik genişleme ve sömürge halkların kurtuluş mücadeleleri gibi bu konjonktürde de yerel bölükleriyle uluslararası proletaryanın ve geri ülke halklarının bu kez daha iradi ve olgun koşullarla emperyalist burjuvaziye karşı dikileceği zamanların kapısına doğru yöneleceklerdir.[36] Uluslararası proletarya, bu evrede, savaşlarda yıpranmamış, yıpratılamamış  gücüyle mücadeleye girecektir.  80’lerden itibaren yaşadığı bütün gerilemelerine karşın ülkede ve dünyada devrim kendisini yaşatmayı bilmiştir. Şimdi yeni bir hücum borusu çalma zamanıdır.

27 Mayıs 2020


[1] Saker ve Sputnik, 20-21.05.20

[2] Basın, 20.05.2020

[3] American Military News, 12.03.2019

[4] Inna Novikova, Covid-19 staves off nuclear war, Pravda.ru, 15.05.2020 ve Robert J. Shiller, This wartime atmosphere has opened a window for change, Foreign Policy,15.04.2020

[5] The Dollar Will Only Strengthen, R. Mazaheri, Saker, 16.04.2020

[6] America and the Rise of the Chinese Century, D. Schultz, Counterpunch, 22.05.2020

[7] Saying Goodbye to the Dollar, V. Kulikov, New Eastern Outlook, 16.05.2020

[8] Sputnik.tr, 20.05.2020

[9] Die Zeit, 07.05.2020

[10] German Foreign Policy, 18.05.2020

[11] DW, 13.05.2020

[12] The Aliance Question, German Foreign Policy, 04.05.2020

[13] J. Borell,Vertrauen und Gegenseitigkeit im Verhaltnis zu China,FAZ, 16.05.2020

[14] DW, 15 Mayıs 2020

[15] Global Times, 14.05 2020

[16] GT, 19.05.2020

[17] P. Escobar, China Updates Its “Art of Hybrid War”, Asia Times, 19.05.2020

[18] N. Barkın, In The Post-Pandemic Cold War, America is Loosing Europe, Foreign Policy, 19.05.2020

[19] https://news.gaborsteingart.com/online.php?u=Kllmf3J4780

[20] GT, 20.05.2020

[21] GT, 19.05.2020

[22] Keza…

[23] D. Schultz, America and the rise of the Chinese century, Counterpunch,22.05.2020

[24] H.M. Paulson, The Future of the Dollar, Foreign Affairs, 19.05.2020

[25] keza

[26] P. Koenig, China’s new crypto currency-first step to full de-dollarization, Global Research, 17.05.2020

[27] Kumar/Rosenbach, Could China’s digital currency unseat the dollar?, Foreign Affairs, 20.05.2020

[28] GT, 07.05.2020

[29] Olağanüstü G20: Emperyalizm Çaresiz! “Doğu” İnisiyatif Alıyor, Umut Gazetesi, 27.03.2020

[30] Almanya 2014’te başlayan tartışmalarla 300 ton altınını anca 2017’de Amerika’dan getirebildi. Bugün toplamda 3378 ton altının ancak yarısı elindedir. Ve %36.6’sı hala Amerika’da “korunmakta”dır. Bkz: Germany is taking back gold from the United States, The Trumpet, 10.02.2017

[31] A. Crooke, Revolutionary Times and Systemic Collapse, Strategic Culture, 20.04.2020

[32] keza

[33] World Bank Group: 100 Countries Get Support in Response to COVİD-19, worldbank.org, 19.05.2020

[34] A. Crooke, keza…

[35] R. Frank, American billionaires got $434 billion richer during the pandemic, cnbc.com,21.05.2020

[36] Serdar Kaya, Yeni Bir Çıkışın Eşiğinde, Bilinç ve Eylem, Mart 2005

Paylaşın