Avrupa Devrimci Demokratik Komün İnisiyatifi (ADDKİ) Sivas Katliamı’nın 27. yılında “Yakanları da, Aklayanları da Affetmeyeceğiz! – 27. Yılında Sivas Madımak Katliamında Yitirdiğimiz 33 Canımızı Unutmadık!” başlıklı yazılı bir açıklama yayınladı.
Açıklamada “Bu katliam çok daha önceden, derin devlet tarafından planlanmış ve hayata geçirilmişti. Otel saatlerce abluka altında olmasına rağmen asker ve polisin sadece seyirci kalması, yardıma gelecek itfaiye ve sözde takviye güçlerin bir türlü gelmemesi, katliamcıların işlerini bitirip dağılmalarının beklendiğini ortaya koyuyordu.” denildi.
Açıklamanın tamamı şöyle:
“2 Temmuz 1993 tarihinde, Sivas Madımak Oteli binlerce gerici ve faşist tarafından saatlerce süren bir ablukadan sonra ateşe verildi. Otelde yüzlerce aydın, sanatçı, genç, Alevi bulunuyordu. Olay sonunda 33 canın yakılarak katledildiği ortaya çıktı. O gün, orada faşist gerici güruhun katliamına maaruz kalan bu insanlar, çoğunlukla Sivas’ın dışından gelen, yapılacak Pir Sultan’ı anma etkinlikleri için oradaydılar. 2 Temmuz, cuma gününe denk gelmişti. Günlerdir şehirde yayılan söylentiler, kışkırtmalar sonucu Cuma namazından çıkan bir grup, provokatörler eşliğinde otele yöneliyor. Söylenen gerekçe ise Aziz Nesin’in şehirde istenmemesi. Daha sonra ortaya çıkacağı üzere Aziz Nesin sadece bir bahane idi. Bu katliam çok daha önceden, derin devlet tarafından planlanmış ve hayata geçirilmişti. Otel saatlerce abluka altında olmasına rağmen asker ve polisin sadece seyirci kalması, yardıma gelecek itfaiye ve sözde takviye güçlerin bir türlü gelmemesi, katliamcıların işlerini bitirip dağılmalarının beklendiğini ortaya koyuyordu.
Neden Sivas ve Aleviler ?
Bu sorulara cevap verebilmek için 1993 yılının sosyo-politik koşullarına bakmak gerekir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin toplumu restorasyon hedefi devleti yönetenlerin istediği şekilde ilerlemiyordu. Engel olarak karşılarına yükselen toplumsal muhalefet yani Kürt Özgürlük Hareketi’nin ’84 atılımı, 87’lerde başlayan YÖK’e karşı yükselen üniversite gençliğinin hareketliliği, işçi sınıfının bahar eylemlikleri, Zonguldak-Ankara yürüyüşleri çıkıyordu. Burjuva partileri cenahında da durum farklı değildi; cunta tarafından planlanan Amerikan tarzı iki partili sistem başından itibaren tutmamıştı. Cuntanın kendi generallerine kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi ve karşıtı olarak kurgulanan sözde Sosyal Demokrat Parti, Halkçı Parti daha ilk seçimlerde hezimete uğratılmış, faşist cuntanın isteğinin tersine neoliberal Turgut Özal’ın partisi ANAP tek başına hükümeti kurmuştu. ’91 seçimlerinde ANAP da azınlığa düşmüş ve yerine DYP, SHP koalisyon hükümeti geçmişti.
12 Eylül asker cuntası devrimci muhalefeti, Kürtleri ve Alevileri ıslah edip toplumu tek tipleştirememişti. Aleviler uğradıkları katliamlara (Maraş, Çorum) rağmen sol ve demokratik kesimlerden koparılamamıştı. Kürt Özgürlük Hareketi yükselişini sürdürmüş, sadece Kuzey Kürdistan coğrafyasında değil aynı zamanda Erzincan, Sivas hattı üzerinden Karadeniz’e uzanarak Türkiye Devrimci Hareketi ve ezilen kesimlerle de buluşmaya başlamıştı. Sivas, Alevi ve muhalif kimliği ile tam da bir jeo-stratejik geçiş noktası oluşturuyordu. Tarihsel olarakta Sivas, Pir Sultan Abdal gibi bir Alevi başkaldırısının sembolü olan önderliğin memleketidir. Ayrıca Aleviler o tarihlerde yoğun bir arayış içerisindedirler. Şehirlerde yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte önemli oranda görünür olmaya başlamışlardır. Bir kesimi devlet bürokrasisi ve sermaye grupları içerisinde yükselip devletin politikalarına uygun pozisyonlar alıp bunu Alevilere dayatırken diğer bir kesimi, yani özellikle yoksul Kürt-Alevi kesim, devlete yamanmayı reddediyor ve daha çok sol ve Kürt hareketi ile birlikte davranma eğilimi gösteriyordu.
Cunta ve devamında Özal hükümetleri alevileri sisteme tam olarak entegre etmede başarılı olamadılar. Alevilerin politik arayışları devam ediyor ve büyük bir çoğunluğu Kürt hareketine (özellikle Kürt Aleviler) ve sol sosyalist yapılara yakınlaşma eğilimi gösteriyordu. Alevilerin politik konumlanışlarının denetim altına alınması DYP-SHP iktidarı için bir zorunluluk olmuştu. Sivas hem coğrafi konumu hem de Alevi nüfusunun ağırlıklı bir bölümünün Kürt oluşu ve solun geleneksel tabanını oluşturması açısından bu gelişmeleri durduracak bir devlet planı için en uygun koşullara sahipti. Bu yüzden Sivas Katliamı, bir devlet katliamıdır. TC devleti, Osmanlı’dan devraldığı geleneği sürdürmüştür. Alevi ve diğer azınlıklara yönelik devlet katliamlarında olduğu gibi, bu katliamda da devlet el altında tuttuğu maşalarını kullanmıştır. 12 Eylül öncesi Maraş, Çorum, Sivas ve Erzincan’da Alevilere yönelik katliamlarda MHP’li faşistler öne çıkarılırken, 12 Eylül sonrası dönemde daha çok devletin gizli polisi ve İslamcı-şeriatçı Hizbullah çeteleri öne çıkarılmıştır.
Sivas – Madımak Günümüzde Devam Ediyor
Katliamın üzerinden 27 yıl geçti. Ama bu katliam ilk olmadığı gibi son katliam da olmadı. Gazi, Suruç, Roboski, Ankara katliamları birbirini izledi. Alevilerle birlikte, Kürtlere, sosyalistlere ve demokrasi güçlerine yönelik daha onlarca katliam gerçekleştirildi. TC devleti katliamcı politikalarından vazgeçmeyeceğini, katliamlarını sadece TC sınırları olarak ifade edilen coğrafya üzerinde sürdürmekle yetinmeyeceğini, Suriye, Irak ve hatta en son Viyana’da olduğu gibi sınırları dışında da sürdüreceğini açıkça ortaya koymuştur. Gazi Cemevi’nin morg kapısının kırılarak, ölüm orucunda hayatını kaybeden Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in cenazesinin kaçırılması, cemevinin içindekilere saldırarak işkenceyle gözaltı yapması ve daha bugün Ankara Tuzluçayır’da Ana Fatma Cemevi’ne yapılan saldırı… Almanya’nın Mannheim şehrinde Alevilere ait mezarlara saldırılarak tahrip edilmesi… Bunların hepisi Alevilere verilen gözdağı ve tehdit mesajlarıdır. Alevi hareketinin Avrupa’daki örgütlülüğünün sembol isimlerinden Turgut Öker ironik bir şekilde, bugün, yani 1 Temmuz’da cezaya çarptırılıyor. Hem de Yavuz Sultan Selim’le ilgili açıklamalarından dolayı. Yavuz, Alevi kıyımları denildiğinde akla gelen ilk isimdir. Burada verilmek istenen mesaj açıktır; “Susmaz da devletin alevisi olmazsanız, Yavuz’un kıyım ve katliam yöntemlerini devam ettireceğiz.”
Bunlara cevabımız daha çok devrim daha çok mücadele olmalıdır
TC devleti Aleviler’e sadece şiddetle yönelmiyor. Şiddet ve katliamlara paralel yoğun bir asimilasyon ve yozlaştırma politikasını da uyguluyor. Özellikle Alevi hareketi içerisindeki bazı vakıf ve derneklerin önünü açarak tabanda büyük ölçüde bir parçalamayı başarmış durumda. Siyasal olaraksa CHP aracılığıyla Alevi hareketinin başta HDP ve sosyalist seçeneklere destek vermesine engel olmaya çalışıyor. TC devleti her şeye rağmen Alevileri eşit vatandaş olarak kabul edip Alevi varlığını yasal güvence altına almaya da yanaşmıyor. Bunun, devletin geleneksel tekçi politikalarına ters olacağını ve Türk-İslam sentezci klasik anlayışının sonu olacağının bilincindedir. Özellikle de AKP-MHP faşist blokunun böyle bir niyetinin olmadığı gün gibi aşikardır. Alevi kurumlarının temel talepleri olan diyanetin feshedilmesi, zorunlu din dersinin kaldırılması, Aleviliğin bağımsız bir inanç olarak kabul edilmesi, cemevlerinin Alevilerin ibadethanesi olarak kabul edilmesi, Sivas Katliamı’nın firari sanıklarının yargı önüne çıkarılarak adaletin sağlanması ve Madımak Otel binasının utanç müzesi yapılması talepleri haklı taleplerdir ve bizlerde bu taleplerin yerine getirilmesi için Alevi dostlarımızla her zaman dayanışma içerisinde olacağız.
Fakat nihai çözüm ırkçı, tekçi, faşist ve sömürgeci bu devlete karşı devrimci bir temelde birleşik mücadeleyi yükseltmek, işçi sınıfı ve halkların ortak devrimiyle mevcut düzeni yıkarak yerine, gönüllü eşitlik ve kardeşlik temeline dayalı özgürlükçü bir sistemi inşa etmektir. Küçük kazanımlar, seçim ‘zaferleri’ ile Alevilerin, Kürtlerin ve işçi sınıfının taleplerinin yerine getirilmesi ve haklarının korunması mümkün değildir. Yeni katliamlara engel olmanın biricik yolu, bütün demokrasi güçlerinin faşist düzene karşı birlikte mücadele etmelerinden geçmektedir.”
