Umut Yazıları

Cemre’den yazılar: Askeri kıyafet, bayrak ve devlet sınıfları (1. Sayı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son bir ayda, gömlek ve kravattan oluşan sıradan bürokrat elbisesinin üzerine askeri kamuflaj kıyafetini birçok kez giydi. Estetik açıdan zevksiz sayılabilecek bu kombin, sosyal medya trollerini ve anlık tavır almaya yatkın kara kalabalıkları pek bir heyecanlandırmışa benziyor. Öyle ya, reis, belki de şimdiye kadar tek eksik kalan rütbeyi, başkomutan unvanını, Afrin işgali ile kazanma ve kravatı asker elbisesiyle tamamlama imkânını bulmuştu.

Savaş tamtamları arasında bu kıyafet çok da garipsenmiyor. Başka bir ülkenin topraklarını işgal etmeye karar vermiş bir iktidarı temsil eden kişinin üzerindeki bu giysi doğal karşılanıyor. Malum, vakit savaş vakti ve savaşa karar veren kişi de savaşa uygun giyiniyor! Kesitsel anlamda akla uygun görünen bu resmin, TC tarihi ve AKP iktidarının gelişim basamakları açısından düşünüldüğünde oldukça çelişkili olduğu hemen fark edilecektir.

AKP, hiçbir zaman elden bırakamadığı mağduriyet politikasını neredeyse son 2 yıla kadar sürekli askeri bürokrasi üzerinden kurdu. İktidara geldiklerinde zulmeden Kemalist orduydu, sonraları Ergenekon yanlısı ordu oldu. Nihayet, birkaç sene önce de Fethullahçıların yönlendirdiği ordu! Figürler değişse de AKP için, ülkenin önündeki temel sorun hep askeri bürokratik organlardı. Yalnızca askeri alanda değil; yargıda, ekonomide ve akademide sözü geçenler daima orduyla ilişkisi olan insanlardı. Liberaller bahsedilen dönem boyunca, bütün akademik ve entelektüel birikimlerini bu görüşten alıyorlardı ve enerjilerini de bu kanala akıtmaktan imtina etmediler.

Liberallerin bütün birikimleri heba oldu ve borsa değerleri dibe vurdu. Meğer AKP iktidarı, sırf kendileri o aygıtı kullanabilsin diye militarizm eleştirilerinde bu kadar ısrarcı davranıyormuş! Başkanlık sistemi sayesinde merkezileşen ve sermaye için düzenli ve gerekli aygıt hale gelen bir yönetim biçimine ulaşır ulaşmaz, bürokratik askeri yapıyı olduğu gibi devir alıverdiler. Hatta rakipsiz olduklarından ve meydanı boş bulmalarından hareketle ‘kurucu iktidar’ vasfını kendilerine layık gördüler, yeni Türkiye’nin tarih yazımına bile giriştiler.

Yaşanan karmaşa, gözlerin bir anda laikçi amca/teyze bloğuna çevrilmesine sebep oldu. Olup biteni, kütüphaneler dolusu kitap yazıp okuyanlar değil de; olanca sığlıkları içerisinden ve dar pencerelerinden yalnızca onlar görebilmişti. Adalet yürüyüşü, adalet kurultayı ve CHP yeni umut haline geldi.

Afrin’i işgal girişimi, bu pembe tabloyu da bozdu. Liberallerin geçmiş dönemdeki AKP desteğini kıskandırırcasına, iktidar lehine yaygın savaş propagandası yapıldı. Laikçi teyze/amca bloğu “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” cümlesine ikna oldular. Şeriat, Kemalizm ve Tayyip Erdoğan dahi teferruat haline gelebildi.

Oysaki ne geçmiş zamanda liberaller haklıydı ne de şimdilerde cumhuriyetçiler… Zaten devletin de içinde yer aldığı üstyapı tartışmalarını, doğruluğu ölçen bir tür tartı üzerinde yapmak uygun değildir. Siyaset sahnesinde gözümüzün öne gelenler yalnızca simgelerdir ve sürekli değişim halindedir.

Örneğin Türk bayrağı, uzun yıllardır, birçok siyasi tartışmanın ana simgelerinden biri olmuştur. 2006 yılında, yolda Türk bayrağı taşıyan biri görüldüğünde muhtemelen Tayyip Erdoğan iktidarına karşı olan bir Cumhuriyet Mitingi savucunucusu imajı akla gelirdi. 2013 yılında Türk bayrağı, yine AKP iktidarına karşı olan; ama eski döneme kıyasla çok daha özgülükçü ve sola dönük kitlelerin simgesi haline gelebildi. 2016 yılında ise, rüzgâr tersine dönmüş, bu sefer yolda Türk bayrağı taşıyan birey, artık Ferthullahçı darbeye karşı Tayyip Erdoğan yandaşı olmuştur. En sonunda, Türk bayrağı, bordo bereli kostümü giymiş küçücük bir kız çocuğunu cebinde ‘şehit’ olduktan sonra üzerini örtmek için hazırda bekleyen bir eşya haline kadar indirgenmiştir.

Görüldüğü üzere, siyasal simgeler ve üstyapı elemanları değişkendir. Egemen kliklerden birine yedeklenme hatasına düşmemek için, Hikmet Kıvılcımlı’nın devlet sınıfları tasnifi faydalı bir anahtar işlevi görebilir.

Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı’dan günümüze kadar varlığını ve etkinliğini devam ettiren, hem kurucu hem de yönetici olan dört adet devlet sınıfı olduğunu belirtir. Bunlar din(şeriat-fıkıh) ve hukuk insanlarının oluşturdukları İlmiye sınıfı, savaş insanlarının oluşturdukları Seyfiye sınıfı, siyasi düzen elemanlarından meydana gelen Mülkiye sınıfı ve ekonomik düzenin tesisi için gerekli olan Kalemiye sınıfıdır. Kıvılcımlı’ya göre bu dört devlet sınıfı özerk biçimde, işine geldiği gibi davranmaz. Tam aksine, cumhuriyet yıllarından beri finans-kapital hâkimiyetine girmiş tefeci-bezirgân sermayenin büyük sermaye ile alaşımı temelinde aktivite gösterir. Sermaye siyasal süreçlerin doğrudan ve kendiliğinden belirleyeni olmadığı gibi, devlet kurumları da sermayeden bağımsız yapılar değillerdir. Devlet sınıfları nitelendirmesi, bu rezonansı anlamak bakımından elverişlidir.

Tayyip Erdoğan’ı tefeci-bezirgân sermaye var etmiştir. Düzen içi bir figür ve siyaset tarzı olarak Erdoğan, devlet sınıflarının neredeyse hepsini kendi varlığı etrafında kenetlemeyi başarabildiyse de, bu sınıflarının klasik işleyiş tarzını farklılıklarıyla beraber, olduğu gibi devralmak zorunda kalmıştır. İdeolojik açıdan bu sınıfların bir kısmına olan karşıtlığı kurumsal alanda görünmez olmuştur. Kolayca alaşım kurulabilmesinin nedeni, tefeci bezirgân sermayenin, batıcı finans kapital ile olan köklü ortaklığı ve aidiyetidir.

Son söz olarak, asker elbisesi bu anlamda Erdoğan’a çok yakışmıştır. Hatta bu kıyafet olmadan varlığını devam ettirmesi artık imkânsızdır.

Ya kirli iktidar ittifakının ömrü? Düzenin siyasal kalıplarını parçalamadan sermayeler arası çelişkileri beklemek; korku, gözaltı, tutuklama, infaz ya da çürüme ve yozlaşma yoluyla bir kuşağın tükeneceği kadar uzun bir süreye tekabül edebilir.

Paylaşın