Konda 5 yıl sonra yeni barometresini açıkladı. Açıklanan son 5 yıllık barometre, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarını içerse de 5 yıl önce erkek-şiddeti bağlamında sorulan soruları da içeriyordu. 5 yıla nazaran bu dönemdeki barometredeki cevaplarda kadın kurtuluş mücadelesinin kazanımları oldukça net bir biçimde açığa çıkıyor. On yıllardır süren birleşik/birlikte mücadele hattı özellikle son beş yılda kendini yenileyerek, yeni perspektiflerle ilerliyor. Son beş yılın önemi ise, artık yaşamlarımızın faşizm tarafından örgütlenmeye çalışıldığı, mücadelenin bütün alanlarına en sert saldırıların örgütlendiği dönem olması. Patriyarkal kapitalizmin en katıksız, ikirciksiz temsilcisi olan AKP-MHP faşist bloğu tarafından, kadınlar ağır saldırılar, kuşatmalar, “yaşamla” terbiye edilmelere karşı bütün bu dönüşümü sağlamayı başardılar.
Kürdistan’da özellikle kollukça işlenen suçlar sistemli erkek-devlet saldırısının bir parçasıyken, cezasızlık da tam olarak bunların yansıması. Uzman Çavuş Musa Orhan’ın, İpek Er’i kaçırıp 20 gün boyunca alıkoyarak tecavüz edip intihara sürüklemesi; Gülistan Doku’nun Zaynal Abarakov tarafından kaybettirilip, dosyada görevli olan polislerin delilleri karartması, ailenin gözaltına alınması da aynı politikanın bir sonucu. Kayyumlarla, kadın derneklerinin kapatılmasıyla yalnızlaştırılan ve her türlü dayanışma, örgütlülük dışına itilmeye; erkek şiddeti karşısında yalnızlaştırılmaya çalışılmıştır. Özellikle kadın derneklerinin kapatılması sonucunda artan erkek-şiddeti oranları bunun en temel göstergesidir. Bununla birlikte İstanbul Sözleşmesi’nden 6284’e kadınların her türlü kazanımlarına saldıran, sadece kolluk değil her türden erkeği koruyan, aklayan bir politika var karşımızda. Adeta cadı-avı gibi, faşizmin erkek karakteriyle de birleşen politikalar “yeni kadın” yaratma, aile-erkeğe bağlımlılık doğrultusunda eğitimden, medyaya, Diyanet’e kadar her türlü kanaldan saldırmaktadır. Kadın katliamı davalarında “zorla” verilen bir kaç yıllık cezalar, özellikle istismar davalarındaki cezasızlık politikası topyekun saldırının en temel işaretleridir. Ayrıca pandemi ve krizle birlikte, artan kadın işsizliği; zaten mülksüzleştirmeyi cinsiyete dayalı işleten bu sistem “kadın yoksulluğu” kavramını da yaratmıştır. Her 10 kadından sadece ikisinin çalışabildiği, işçi olabilmenin de bir “hak” olduğu, mücadele gerektirdiği biz kadınlar açısından nettir.
İşte bütün bu çok kapsamlı saldırıların yanında ayrıca kadın katillerini tutuklamayan yargı, kadınları karakollardan gönderen kolluk işbirliğinde mücadelede olan kadınlara tek tek davalar açılmasına rağmen, kadınlar sokaklardan da mücadeleden de çekilmeden yaşamı kazanma noktasında oldukça ısrarlı. Bu bağlamda en önemli olan noktalardan biri ise, aramızda olan bütün ideolojik farklılıklara rağmen yan yana durmayı, her saldırıda birbirimizi çağırmayı başararak, birbirimizin sözüne verdiğimiz önemle ördüğümüz mücadele hattında.
Tabii sadece Türkiye bağlamında değil, tüm dünyada patriyarkanın saldırılarına karşı kadınlar 2019 ivmelenerek artan, pandemiyi de tanımayan bir ısrarla sokaktalar. Şili, Meksika, Kolombiya’da feminist kolektifle alanlarda patriyarkal kapitalizme sokakları dar ederken; İran, Lübnan, Rojava, Hindistan onlarca ülkede sadece varolan isyanlarda değil, özne olarak, kadın olarak kendi talepleriyle isyandalar. Üstelik özellikle Şili ve Rojava örneklerinde görüldüğü gibi, mücadele sadece sınır tanımadan, birbirini gören büyüten bakışımlılıkta ilerletiyor.
Son söz olarak Konda’da açığa çıkan sonuçlar, yılların, tarihin, sınırları aşan feminist, sosyalist, anarşist, Kürt, sömürgeciliğe, ırkçılığa itirazla kendini kuran büyüten emeğimizin sonucu. Daha gidecek çok yolumuz var
ama mücadelemizin gösterdiği gibi bu yüzyıl bize hiç uzak değil. Çünkü bizler sadece mazlum değil, inkar edilenin aksine direnişçileriz de!