Umut Yazıları

Vedat Yıldız yazdı: Sınıf mücadelesi ve güncel siyaset

Burjuva ideologlar, 1990’da Sovyetlerin yıkılmasının, sınıfın ve sınıf mücadelelerinin bittiğinin göstergesi olduğunu ileri sürmüşlerdi. Konjoktürel bir gelişmeden yeni bir teori üretmeye kalkmışlardı ve esas niyetleri sosyalizmi de kapitalizmi tarihin çöp sepetine gönderecek olan sınıf mücadelesini de gözden düşürmekti.

Burjuva ideologları, tek kutuplu bu yeni dönemi Yeni Dünya Düzeni olarak nitelendi. Yeni Dünya Düzeni demek, kapitalizmin alternatifsizliği demekti. Yeni Dünya Düzeni sınıf çatışmalarının sona erdiği, kapitalizmin yaşanılabilir bir hale dönüştürülebileceği ve oluşturulacak çatışmasızlık ortamında herkese mutluluk ve refah sunabileceği teziydi.

Burjuva ideologlarına göre zaten ne kapitalizm eski kapitalizmdi ne de artık eski proletaryanın varlığından bahsetmek mümkündü. Öyle ki üretimde otomasyon hızla artmış ve hizmet sektörü imalat sanayiinin önüne (yerine) geçmişti. Vahşi kapitalizm zamanları çok gerilerde kalmıştı ve kapitalizm artık sınıfların uyumunu ve gelir adaletini daha fazla olanaklı kılıyordu.

Ancak bunu propaganda etmek yetmeyecekti. Yaşam demek dinamizm demekti ve bu dinamizmi başı boş bırakmaya gelmezdi. Temel ve yıkıcı çelişki olan sınıf çelişkisinin ve temel mücadele olan sınıf mücadelesinin yeniden kapitalizmin karşısına dikilmemesi için sınıf dışı toplumsal hareketlerin kutsanması, harekete geçirilmesi ve sosyalizmin reforme edilmesi gerekiyordu.

Oysa gerçek hiç de böyle değildi. Tablo bugünden bakıldığında daha net görülüyor. O gün yenik düşen, yalnızca Reel Sosyalizm deneyimiydi. Temel çelişkinin sınıf çelişkisi olduğu ve başka bir dünyanın mümkün oldu savı değildi.

Evet 90’lı yıllara geldiğimizde Sovyetler Birliği yıkılmıştı ve artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Artık ne sosyalizm Bolşeviklerin Kışlık Sarayı’nı kuşattıkları günlerdeki kadar iddialı ve üretkendi ne Avrupa kapitalizmi Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabındaki kapitalizmdi ne de emperyalizm Lenin onu tarif ettiği dönemdeki emperyalizmdi. Ama  tarihin,  sınıf savaşımları tarihi olduğu gerçeği bağlamında kapitalizm hala kapitalizmdi, emperyalizm de hala emperyalizm.

Peki değişen neydi?  Kapitalizm 2. Paylaşım Savaşı sonrasında 70’li yıllara kadar önemli bir genişleme yaşamış ve bu genişleme toplumsal refahı belli oranlarda arttırmıştı. Batı kapitalizmi Sovyetler Birliği ile giriştiği rekabet gereği sosyal devlet anlayışını güçlendirmiş ve kendi işçi – emekçi sınıfını ona sunduğu sosyal imkanlar ve görece yüksek ücret politikası ile sisteme entegre etmişti. Buna bağlı olarak da işçi sendikaları kendilerini sistem içi ve pazarlıkçı alana çekmişti. Üretim sanayii, ağırlıklı olarak Batı dışına aktarılarak, oralardaki ucuz ve örgütsüz iş gücü sömürüldü. Ayrıca bütün dünyada hızla üretimin niteliği de değişti. Entegre ve kalabalık Fordist üretimin yerine parçalı üretim ve hizmet sistemi (fason üretim, taşeronluk, geçici süreli, evde çalışma gibi) getirildi. Hizmet sektörü çok gelişti ve beyaz yakalılar sosyo-ekonomik olarak kendini işçi sınıfının dışında tarif etti. Bu durum sendikalar ve sınıf örgütleri açısından klasik örgütlenme yöntemlerini artık geçersiz kıldı.

Siyasal alanda da Reel Sosyalizmin zayıflaması ve sonrasında yıkılmasıyla boşalan hareket dünyasını, her aşamasında emperyalist–kapitalist kamp manipüle etti. Sınıfın siyasal öncüleri ağır bir ideolojik yenilgi yükünün altında ezilerek hareket alanını boşalttıkça, emperyalist-kapitalist kamp değişik milliyetçi, dini ve sair (bireysel hak ve özgürlükler, çevrecilik, cinsiyet vb.) sınıf dışı akımlarla doldurdu. Yani aslında işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi değil; ama sınıfın siyasal öncüleri yenildi ve sınıf örgütlülüğünün/mücadelesinin esasları değişti.

Sol ve kimlik siyaseti

Burjuva ideologlarının sınıf dışı toplumsal hareketleri kutsaması ve emperyalist-kapitalist kampın bu hareketlere alan açması, bir açıdan yenilgiye uğramanın bir sonucu olarak, dünya  sosyalist hareketinin de yaslandığı sınıf olan işçi sınıfından  kaçışı arttırdı.

Elbette sınıftan kaçışı Marksizmin ideolojik yenilgisinden ayrı ele alamayız ve emperyalist–kapitalist kampın Yeni Dünya Düzeni manipülasyonundan azade düşünemeyiz. Ancak sınıf dışı siyasal hareketlerin hareket dünyasına katılması yenilginin kaçınılmaz bir sonu iken, diğer taraftan da toplam değişimin bir sonucuydu. Buradan bakınca sosyalist hareketin bu sınıf dışı toplumsal hareketlere mesafeli durması beklenemezdi.

Ama bu sınıf dışı toplumsal hareketlerin temel çelişki olan sınıfsal çelişkiyi yadsıma eğilimine teslim olmama ve sınıf/iktidar perspektifini yitirmemek gibi bir tarihsel-siyasal yükümlülüğü vardı. Ancak  büyük oranda bu yükümlülüklere sadık kalmadı/kalamadı. Sosyalist harekette sınıftan kaçış ve beraberinde gelen küçük burjuva esaslı toplumsal hareketlere yaslanma durumu, büyük oranda düzen içileşmeyi doğurdu.

Bu iki biçimde oldu:

  1. Bazı hareketler söylemde son derece düzen dışı argümanlar kullanıyorken kendi varlıklarını kurma biçimleri ve pratikleri son derece düzen içi oldu.
  2. Bazı hareketlerin pratikleri ve kendi varlıklarını kurma biçimleri yeterince düzen dışıyken, ideolojik ve politik üretimleri aksi oranda düzeniçileşti. Değişmeyen tek şey, her iki tarafında işçi sınıfı ile bağları bütünüyle koptu.

Bugün artık dünyada sosyalist hareketin (reformist örnekler, Güney Asya ve Latin Amerika’daki sosyalizan yapılar  hariç) toplumsal bağları oldukça zayıfladı. Türkiye’de  90’lı yılların ilk yarısında yaşanan kısmi toplumsallaşma gibi durumlar da kalıcı olamadı; çünkü o toplumsallaşmaların nesnesi olanlar üretici sınıflar ya da kent yoksulları değil, küçük burjuva esaslı sınıf dışı toplumsal guruplar oldu, oluyor.

Oysa günümüzde işçi sınıfı her geçen gün giderek kalabalıklaşıyor ve her gün daha da ağırlaşan yaşamsal koşullarda ve neo-liberal ekonomi politikaların altında ezilerek varlığını büyütüyor.Kapitalizm ise 90’lı yılların başından beridir içerisine girdiği daralmadan ve sürekli krizden kurtulamıyor. Sermaye hızla kar marjı düşen endüstriyel tarımdan ve üretimden kaçarak finans kapitale yöneliyor ve krizi sürekli kılarak  Yeni Dünya Düzeni yalanlarını istemsizce ifşa ediyor.

Bu koşullarda  sosyalist hareket yeniden ve inatla taraflaşma ve çatışmayı sınıflar arasında inşa ederek, ve bunu salt kaba sınıfçı bir tutum ile değil de diğer toplumsal hareketleri de kapsayıcı ve düzen dışılaştırıcı bir perspektif ile yaparak, kapitalist üretim ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkmış olan sömürüyü, eşitsizlikleri, yoksullukları yok etme olanağına sahip olabilir.

 

 

Paylaşın