Küresel ve bölgesel ölçekte krizlerin, kırılmaların, bunalım ve çözülmelerin yaşandığı bu dönemde neyin, ne zaman, neden ve niçin yapıldığını, geçmişte yaşanan aynı tarz durumlarda nelerle karşılaşıldığı ve bugün karşılaştığımız süreçlerden nasıl devrimci mücadelenin lehine kazanımlar elde ederek çıkılabileceğini anlama noktasında Kasım Atılımı’nı anlamak, anlatmak ve hatırlamak önemlidir.
Günümüzden tam yedi yıl önce Gezi Direnişi’nin açığa çıkardığı devrimci irade, cüret, yetmezlikler ve statükolar Kasım Atılımı’nın zorunluluğunu göz önüne çıkarmıştır. 11 Haziran Direnişi’nde var olan manzara çerçevesinde ciddi çıkışların müthiş sonlar ve sonuçlar yaratacağı, hatta iktidara uzanabileceği bir durum söz konusu iken TDH’nin verili durumu, açmazlıkları böylesi bir durumu değerlendirmeyi bir kenara bırakalım, çözümleme ve öngörme noktasında bile eksikti.
Bunun en temel sorunu TDH’nin uzun süreli yaşadığı ideolojik, politik ve örgütsel çözülmedir. 1980 yenilgisi ile birlikte günümüze değin düşük düzey solculuğun üretildiği, siyasal-demokratik taleplerin dışına çıkamayan, iktidar perspektifinden yoksun, egemen sınıflardan medet uman, kitleye devrimci ruhu kanalize etmek yerine kitlenin ruhuna bürünen, sınıftan kopuk siyaset, ideolojik, örgütsel aşınmaların başat faktörleridir. Bu sorun uzun süreli, ağır ve kronik bir hastalığa bürünmüştür. Merkezi siyasal arena da alternatif güç olamayış, isyan, ayaklanma, direniş dinamiklerine öncülük edememe durumları, Türkiye devrimini hedefleyen hiçbir parça tarafından göz ardı edilip, muğlaklaştırılıp, var olan görev ve sorumluluklardan kaçışı örgütleyerek, kendiliğindenci, savunmaya kitlenmiş bir hal-i ahval de yol yürünmesi gibi bir duruma tekabül edemez, etmemelidir.
Bunlarla birlikte aynı zamanda bu sorunlara bir de yanı başımızda uzun yıllardır süren Kürt özgürlük mücadelesini ve yaklaşım esaslarını eklemek gerekmektedir. Devletin şovenist algı operasyonlarına kapılarak, bilinçsel soykırıma uğrayan kitlelerde ırkçılığın damarlarını kesmek yerine bu aklın peşinden sürüklenerek gitmek, dayanışmaya sırtını dönme, yani bir tutam söz dışında, bir perspektif ile birlikte yaklaş(a)mamak da bu ideolojik aşınmaya içkindir. Anti-emperyalist, enternasyonal mücadele kavramlarının altını çize çize bir gereklilik ve zorunluluk olduğundan bahsetmenin bu verili hal ile birlikte sözün pratikte, pratiğin sözde riyakarlık ve samimiyetsizlik doğurduğunu görebiliriz. Bu hastalığın tedavisine yanıt vermeden, çözüm üretmeden, ne devrimcilik iddiası sürdürülebilir ne de ‘devlet aklının’ olmadığı bir devrimci siyaset açığa çıkarılarak işçi sınıfı ve ezilenlerin öncülüğü edilebilir. Stratejik anlamda savunma bataklığında debelenip, taktikler dünyasında devletin yönetimine teslim olanlar, tarihsel çözülmeyi hızlandırmaktadır.
Tarihsel ve toplumsal deneyimlerin defalarca kanıtladığı üzere “gökkubenin altındaki kaos” ne kadar derinleşir ise derinleşsin, sınıfın ve devrimci hareketin kendi ağır krizini çözemediği ölçekte, var olan enerjiyi açığa çıkararak “gökkubeyi tuzla buz edemeyecektir”. Hangi biçimde, ne koşulda olursa olsun kendiliğindenciliğe hapsolmuş bir krizler denklemini kırmadıkça, bu mücadelenin devrimci bir an’a sıçramayacağı bilinmelidir.
Düşük düzey solculuk, grupçuluk, devletin taktik yönetimi altına girmek, Gezi Direnişi, Kobane Ayaklanması, iki ülke iki devrim ruhu, emperyalist-kapitalist sistemin Ortadoğu ve Türkiye’de yeni arayış ve savaşı tırmandırma politikaları, Akp-Mhp faşizmi… İşte tam da bu sıraladığımız ve değindiğimiz hadiselerin ortaya çıkardığı sebepler itibariyle açığa çıkan boşluğu tamamlamak, deneyimler sonucu var olan ile yetinmeyerek daha devrimci görevler üstlenmek, Türkiye devrimini bir ileri mevziiye sıçratmak ve Birleşik Devrimci Merkezi kurmak üzere Kasım Atılımı gerçekleşmiştir. Kasım Atılımı; eski alışkanlıklardan, kadro tipolojisinden, mücadele pratiklerinden köklü ve sağlam bir kopuştur. Duygu, düşünce ve eylem birliğini gerçekleştiren, orta-sınıf karakterinden sıyrılan, ufkunu geniş tutan, devrimci çizgide ısrarcı, adanmış kadroların var olmasını gerçek kılmıştır.
Bütün bu koşullar içerisinde işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci rolünü kabul eden ve güvenen, enternasyonalist mücadelenin, anti-emperyalist mücadelenin gerekliliğini hayata geçiren, yenilgiler dünyasına hapsolan bir hattan çıkışı örgütleyerek devrimci bir safta yeniden yapılanmayı örgütlemektir. Türkiye ve Kürdistan Devrimi’nin kader birliği çerçevesinde gerçekleşeceğini görerek Birleşik Devrimi’n kurucu özneliğine soyunmak ve inşa etmektir. Geçmiş dönemin muhasebesini yaparak, deneyimler ile birlikte yeni dönemin ihtiyaç ve araçlarına yönelen ve değişimin, kopuşun süreklileşme noktasındaki sıçrama tahtasıdır. Marksizm-Leninizm’i şablonlardan söküp alarak yeniden okumanın, hayata geçirmenin ve statükoyu parçalamanın yoludur. Savunma bataklığını terk eyleyerek, kesintisiz devrimci taarruzu yaşamın her alanında örgütlenmesini sağlayandır. Kadın özgürlük mücadelesinin bir ileri noktaya sıçramasını, özgün ve kurtuluş perspektifini açığa çıkarandır. Dönemin ve momentin dayattığı aciliyetli koşullara, devrimin ihtiyaçlarına yanıt olma, ideolojik-teorik muğlaklığın yok edilimine dair görev alma ve kurucu özne rolünü sahiplenmektir. İktidar gücüne karşı özgürlük gücünü kuşanmaktır Kasım Atılımı.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin ihtiyaçlarına, kopuş sebeplerimize ve Kasım Atılımı’nın niteliğine kısa ve özce değindik. Bu okumayı gerçekleştirirken yeni dönemi okuma, sürece cevap üretebilme ve Atılımın izinde yeni Atılımlar yaratabilmek de en temel görevimizdir.
Bugün faşizm verili tablo itibariyle girmiş olduğu ekonomik bunalım çağını tahliye etmekte güçlük çekmektedir. Topluma yansıyışının önüne geçmek, günah keçileriyle birlikte yine ve yeniden “devlet babadır” algısını oturtmak, milliyetçilik pompalayarak ekonomik krizi perdelemek adına savaş konseptini, maceracı gezintilerini artırırken, bir yandan da iç çatlaklara sebebiyet veren kliklerini tasfiye etmektedir. Pandemi süreciyle birlikte suyun yüzeyine çıkan açlığın, yoksulluğun, sefaletin acı reçetesini yine halka kesmeye çalışmaktadır. Ancak ne kendini ne de yaratmış olduğu ekonomik krizi perdeleyememekte, kendi sofrasında da, kendi mahallesinde de güç ve güven kaybına uğramaktadır. Pandemi sürecinde sırtını yaslayarak yargı dağıttıkları yerlerden biri olan Sultanbeyli’de halkın öfkesi ve tükürüğünün suratlarına çarpması bunun sadece bir örneğidir. Aynı zamanda gidişatının farkında olan faşizm, Maliye Bakanı değişimi, demokrasi, adalet, hukuk, reform vb. benzeri söylemlerle birlikte ‘Kurtar beni AB, ABD ” göz kırpışları atmaktadır. Gelecek yıkıcı gücü öngörerek başta Kürt Özgürlük Mücadelesi olmak üzere, devrimci, sosyalist kesimlere saldırma, çemberi daraltma ve hapsetme taktiğini daha hızlı ve sert biçimleriyle hayata geçirmiştir. Bir diğer yandan da açlık ve yoksulluk denkleminde çıkışı örgütlemeye çalışan tekil tekil işçi, esnaf direnişlerini, kadın katliamlarının, tecavüzlerinin karşısında biriken kadın öfkesini, özgürlük alanları, eğitim hakları, gelecekleri çalınan gençlerin isyanını ve bir bütünen faşizme karşı, faşizmin kurumlarına karşı öfkesini yönelten işçi sınıfı ve ezilenleri teslim almaya çalışmaktadır. Röportaj verdiği için tutuklanan amcamızdan, kuru soğan, kuru ekmek alabilmek için yumurta satan teyzemizin yumurtalarının kırılmasından, madencilerin önünün kesilmesinden, sokakta Kürt gençlerinin katledilip, Kürt halkının topraklarına saldırılar gerçekleştirilmesine kadar daha nicesi bu duruma örnektir.
Yani özcesi ekonomik kriz, pandemi ve savaş politikaları ile birlikte faşizmin yönetemediği ve yönetemeyeceği açığa çıkmıştır. Kurşunun adres tanıdığı, yayılmacı, sömürgeci siyasetinin, vatan-millet-Adapazarı edebiyatının son hülyalarını yaşamaktadır. İçten derin çözülmeleri başlamıştır. Ne Soylu’nun yönetmeni Mehmet Ağar ve saz arkadaşları, ne de klikleri faşizmi ayakta tutacak güce ve kudrete sahip değiller. Elbette ki krize krizlere yanıt verebildiğimiz, derinliği yaratabildiğimiz ölçütte bu sözler karşılığını bulacaktır.
Bugün Atılımın izinde yeni atılımlar gerçekleştirmek, Birleşik Devrim hattının faşizmi yıkacağına güvenmek ve örgütlemek gerekmektedir. Sıkıştığımız kapı araları, uyuyakaldığımız metro istasyonları, keşkeler dünyasında erittiğimiz sözler… Hepsinden çıkışı ve kopuşu yaratacak tarz ve yöntem Kasım Atılımı’nın bünyesinde barınmakta, Birleşik Devrim perspektifi ile yeni atılımları yaratmanın önceliğini sunmaktadır. Düzen siyasetine yedeklenmek, sol statükonun laf ebeliklerinde kafa patlatmak ancak faşizmin işine yarayacaktır. Tek yıkıcı güç bellidir, gücü örgütlemek ve kesintisiz bir şekilde hayatın içine akışını sağlamak gereklidir. Kentlerde, mahallelerde özgürlük alanlarını inşa etmek, faşizme ve ona ait olan hiçbir şeye medet ummayan, kendi konseyleri ile yaşamını örgütleyen bir hareketliliği hızlandırmak gerekmektedir. Ayaklanma ve isyan senfonisine kulak vermek, güç vermek gerekmektedir. Yaşamın her alanında tüm araç ve imkanlarla faşizmin teşhir olmuş yüzünü tekrar tekrar teşhir etmek yerine ne imkânımız var ise hedef almak biriken öfkeyi hedefe yöneltmek, devrimci taarruzu hayata geçirmek gereklidir.
Özgürlüğümüzü, yaşamamızı kazanmanın yolu faşizmi yıkmaktan geçmektedir. Sözün pratik ile pratiğin de söz ile sınandığı, yaşam tortularımızdan kurtulduğumuz an’ları yaratmalı, faşizme karşı özgürlük gücünü kuşanmalıyız. Özgürlüğünü kazanmak, faşizmi yıkmak için yola düşenleri, yeni “Kasımları” yaratmak için cüretini ve bilincini kuşananları hiçbir güç yenemeyecektir. Başarmak zorundayız ve başaracağız. Biz kazanacağız.

 
             
                     
                     
                     
                                             
                                        