Gündem, Umut Yazıları

Patronlara “öldürme özgürlüğü”, halklara açlık ve yoksulluk – Cenk Ağcabay

Oxfam Araştırma Grubunun yöneticisi Danny Sriskandarajah birkaç ay önce hükümetleri, Covid-19’un zincirleme etkilerinin virüsün kendisinden çok daha tehlikeli olacağı konusunda uyarmıştı. “Hükümetler” demişti Sriskandarajah, “halkı virüsten korurken, açlıktan ölmesine neden olmamalı”. Birkaç ay önce söylenmiş bu sözlerin ne derece isabetli olduğunu gösteren veriler Birleşmiş Milletler Gelişme Programı’nın hazırladığı yeni raporda bulunuyor. Raporda, korona önlemleri nedeniyle yaşanan işsizliğin ve yoksulluğun boyutları ortaya konulurken 1 milyar insanın “şiddetli yoksulluk” ile boğuşmakta olduğu vurgulanıyor.


Salgının agresif bir sınıfsal saldırı olduğu artık son derece net olarak görülebiliyor. Salgının ilk dalgasında yaptığı günlük bilgilendirme konuşmalarıyla ABD’de adeta bir “yıldıza” dönüşen Demokrat Partili New York Valisi Andrew Cuomo, o günlerde yaşlı bakım evlerinde rekor seviyede ölümler tespit edilmeye başladığında, yaşlı bakım evi yöneticilerini ölümlerin sorumluluğundan kurtaracak yasal bir düzenleme için harekete geçmiş. O günlerde yaşlı bakım evlerini işleten şirketleri temsil eden bir lobi grubu Cuomo’nun politik mekanizmasına 1 milyon dolar bağış yapmış. (Tucked into the Covid-19 stimulus package? Protection for corporations, David Sirota and Julia Rock, Guardian, 5 Dec)


Demokrat Cuomo’nun “Sorumluluk Kalkanı Yasası” adını taşıyan düzenlemesini inceleyen Cumhuriyetçi siyasi liderler, yasayı oldukça kullanışlı bulmuşlar ve patronları Covid-19 sürecindeki işçi ölümlerinin sorumluluğundan kurtaracak bir yasal düzenleme için bu yasayı temel almışlar, hatta kendi yeni tasarılarında Cuomo’nun yasasını sözcük sözcük tekrar etmişler. Aynı lobi grubu, bu kez Demokrat Partili politikacıların politik mekanizmalarına 11 milyon dolar bağışta bulunmuş. Demokrat ve Cumhuriyetçi politikacılar yeni Covid rahatlatma paketi üzerinde anlaştılar ve yeni paket patronlara yasal zırh olarak hazırlanmış bu yasayı da kapsıyor, yani esas olarak patronları “rahatlatıyor”. Demokrat Partili politikacılar habercilerin yasanın kapsamını yaptıkları haberle açıklaması üzerine, Cumhuriyetçilerle yaptıkları anlaşmanın bu yasayı da kapsadığının kendi taraftarları tarafından da öğrenilmesinden çok rahatsız olmuş.


Demokrat Partili Senatör Joe Manchin, yeni paketle ilgili konuşmasında, paketi, “topluluklara finansal yardım” yasası olarak sunmuş ancak patronlara yasal zırh oluşturma amaçlı yasa hakkında hiçbir şey söylememiş. Bu yasal düzenlemeyi kamuoyuna duyuran haberciler, salgında işçilerin korunması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için yürütülen çalışmaların tabutuna son çivilerin bu yasayla çakıldığı kanısında. Haberciler, bu yasayla büyük patronların “covid-19 işçi ceset sayısını arttırabileceklerini ancak bu nedenle mahkeme salonuna çağrılma endişesi duymayacaklarını” düşünüyorlar. Demokrat Partili politikacılar Cumhuriyetçilerle birlikte patronlara “öldürme özgürlüğü” hakkı veren yasal düzenlemenin altına keyifle imza atmışlar. Keyiflerini kaçıran unsur, bunun kendi taraftarları tarafından öğrenilmiş olmasıdır.


Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Başkanı David Beasley cuma günü yaptığı açıklamada, dünya çapında 270 milyon insanın “açlığa doğru yürüdüğünü” söyledi. Bazı ülkeler için “kıtlığın ufukta göründüğünü” ifade eden Beasley, bu ülkeler için 2021 yılının “kelimenin gerçek anlamında bir felaket” olacağını belirtti. Açlıktan kıvranan çocuk sayısı salgınla birlikte 47 milyondan 67 milyona fırlamış. Bu süreçte binlerce çocuk açlıktan ölmüş. Salgına karşı çare olarak sunulan önlemlerin dalga dalga ilerleyen ekonomik etkileri nedeniyle “hastalığın kendisinden daha kötü olabildiğine” dikkat çeken Beasley, “insan yapımı” savaşlar olarak adlandırdığı Yemen, Suriye gibi örneklerde savaşların hemen sonlandırılması gerektiğini belirtiyor.


Beasley’in talepleri yerindedir ancak zaten yaşanılanların tümü “insan yapımı” değil midir? Açlık, yoksulluk “insan yapımı” değil midir? Savaşlar insan yapımıdır ancak liberal itikat gereği eşitsizlik, yoksulluk engellenmesi mümkün olmayan kutsal piyasanın “tunç yasalarıdır”. Obama yönetiminde ABD Çalışma Bakanı olarak görev yapan Robert Reich, Guardian gazetesindeki köşesinde ABD finans tekellerinden JP Morgan’ın şefi Jamie Dimon’un yaptığı bir konuşmayı ele alıyor ve Dimon’un ve onun türünden büyük patronların güç ve servetlerine yönelebilecek herhangi bir hamleye karşı kararlı bir şekilde savaşacaklarını dile getiriyor. Amerika’da hisse senetlerinin % 92’sinin % 10 tarafından kontrol edildiği bilgisini veren Reich, % 1’in ise, tüm hisse senetlerinin % 50’sini kontrol ettiğini belirterek Amerika’daki “yapısal eşitsizliğin” boyutlarını sergiliyor.


Bu bilgileri veren Reich, yeni seçilen Demokrat partili ABD başkanı Biden’ın “yapısal eşitsizlik” konusunda adım atmakta kararsız olacağını çünkü büyük patronların kendi güç ve servetlerini korumak için kararlı olduklarını ve bu tür çatışmaların “önemli politik bedeller” gerektirdiğini ifade ediyor. Reich bir Demokrat Partili olarak Biden’a olmadık nitelikler atfediyor, Biden’ın “yapısal eşitsizlik” konusunda huzursuz olduğuna vehmediyor. Bunlar doğru değil, ama Amerikan Finans-Kapitalinin sınıf egemenliğini korumak konusundaki kararlılığı hakkında yazdıkları isabetli. Reich, “yapısal eşitsizlik”, yoksulluk ve büyük patronların sürekli artan servetini gündeme getirdiğinde, tümünün “insan yapımı”, belirli sınıfsal güç ilişkilerinin ürünü olduğunu da örtük olarak anlatmış oluyor.


Reich’a göre, Biden bu sınıfsal güç ilişkileri nedeniyle tabanının beklediği adımları atamayacak. Salgında işçilerini “öldürme özgürlüğü” kazanmak için yasa yaptıran patronlardan ve onların siyasi temsilcilerinden “halkı salgına karşı koruyan önlemler” bekleyenler, bu beklentilerine uygun olarak “Trump faşizmini durdurma” sahte gerekçesiyle Biden için oy çağrısı yaptılar. İşçileri “öldürme özgürlüğü” yasa tasarısının altındaki imzanın siyasi sorumluluğu sadece oy çağrısı yaptıklarının değil kendilerinin de sırtındadır.


“İnsan yapımı” Suriye ve Yemen savaşlarının siyasi sorumluluğu da oy çağrısı yaptıkları ekiptedir. Biden’ın Dış İşleri Bakanı yaptığı Andrew Blinken Biden’la birlikte her iki savaştan da birinci derecede sorumludur. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. “İnsan yapımı” Suriye, Yemen savaşlarında akan kana katkıları büyüktür. Blinken’in ABD yönetim aygıtındaki mesaisi dışında yönettiği şirket, İsrail’in “güvenlik” kurumlarıyla yakın ve derin ilişkileri olan bir “güvenlik sektörü” kuruluşudur. Biden’ın Blinken’ı yeni dış işleri bakanı olarak açıklamasından sonra, İsrail basınının farklı mecralarında yayınlanan yazılarda dile getirilen güçlü memnuniyet bu konuda yeterince açıklık sunmaktadır.


Biden’ın Ulusal Güvenlik danışmanı Hillary Clinton’ın ekibinden Jake Sullivan oldu. Onun Obama yönetimde görevliyken gelişen dış politika meselelerinde aldığı siyasi tutumları aynı kabinede beraber çalıştığı Ben Rhodes şöyle anlatıyor: “Yer aldığımız yönetimin spektrumu içinde, o konulara daha iddialı bir Amerikan sorumluluğunun zorunluluğu noktasından bakardı. Vereceğimiz yanıtlarda askeri elemanların olmasını isterdi.” Rhodes, Clinton’ın Dış İşleri Bakanlığı döneminde ona çok yakın çalışan Sullivan’ın “Suriyeli isyancıların silahlandırılması savunucusu” olduğunu ve Biden’ın danışmanlığını yaptığı dönemde Ukrayna dosyasıyla ilgilendiği bilgilerini veriyor. İlgilendiği dosyalar ile savunduğu “askeri elemanlar” birbiriyle son derece uyumlu.


Yeni Amerikan yönetimi, Biden’ın ifadeleriyle, “Amerikan liderliğini yeniden kuracak” ve bu sözün gerçek anlamı, daha fazla “insani müdahale”, daha fazla “koruma sorumluluğu” eylemidir. Yani yeni Suriye’ler, yeni Libya’lar, yeni Yemenler’dir. Biden Venezüela’daki mevcut diktatörlüğün yıkılıp, demokrasinin tesis edilmesi için ciddi çalışacaklarını söylüyor. Kolay gelsin!


Amerikan yönetim aygıtı 2008 krizinin sarsıntıları içinde büyük finans tekellerine “yardım” yağdırırken, zamanın Amerikan solu olan biteni anlatmak için, “Bankalar kurtarıldı, biz satıldık!” sloganını üretmişti. Bu sloganın kullanılmasının nedeni, Obama’nın “değişim” ve “umut” sloganlarında sembolize olan vaatleri ve gerçekte uygulanan politikalardı. Obama’nın parlak sloganlarının altından “banka kurtarma” ve “halkı satma” çıkmıştı ve zaten başka türlüsü mümkün değildi.


Salgının yarattığı büyük yıkım koşullarında sahne alan yeni Amerikan yönetiminin kendi oy tabanına ilk armağanı “patronlara işçileri öldürme özgürlüğü” hakkı veren bu yasal düzenlemenin altındaki imza oldu. Devamı gelecektir. Amerika’da yaz aylarında patlayan emekçi öfkesini kimlik politikalarının payandası haline getirenlerin, emekçileri Finans-Kapital partisinin kuyruğuna takanların siyasi rolü bu süreçte daha belirginleşmiştir.


Emperyalist-kapitalizmin aşamadığı tarihsel krizi, tüm dünyada emekçilere yoksulluk, yıkım, kan, gözyaşı getiriyor. Krizin derinliğinden ve yıkıcılığından dehşete kapılmadan, süreçlerin barındırdığı direniş ve mücadele dinamiklerine odaklananlar; devrimci politikada esas olanın emekçilerin ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığı olduğunun altını çiziyorlar. Tarihsel deneyim, büyük tarihsel kriz momentlerinin, devrimci kopuşlar için en uygun zamanlar olduğunu açık biçimde gösteriyor. Bu bağlamda, emekçilerin politik, ideolojik ve örgütsel bağımsızlığında ısrar, söylendiği gibi “bir tür sekterlik değil”, devrimci siyasetin “en yaşamsal elemanı” konumunu kazanıyor. Bu hassasiyet hafife alındığında, bir bakmışsınız, “faşizmi durduracağım” derken, katil patronlarla kol kola patronlara “öldürme özgürlüğü” sağlayan yasayı yapanları alkışlıyorsunuz, onların “seçim zaferinden” sizde heyecan duyuyorsunuz.

Paylaşın