Gençlik, Gündem

Gençliğin Birleşik Doğrudan Eylemi: Boğaziçi Çıkarması – Sinan Varlık

İktidar gücünün rıza üretimi veya hegemonya tesisinde zorlandığı her alanda  ( Kürt illerinde yaşanan kayyum pratikleri malumu) uygulayarak, adeta “taktiksel bir teamül “ haline getirdiği kayyum hamlesi, Boğaziçi pratiğinde gençliğin birleşik mücadelesine takılmış durumda.

Uzunca bir süredir çeşitli platform ve düzlemlerde, farklı farklı bakış açılarıyla “gençliğin birleşik mücadelesi” üzerine çokça tartışma yürütüldü. Tartışma sürecinin pratikten yoksun soyut düzlemlerde yürümeyerek, pratik hamleler eşliğinde yoluna devam etmesini, gelişen sürecin en olumlu özelliği olarak niteleyebiliriz. Bu yönde bir gelişim seyri; pratikte sınanmayan, hazır formül ve reçetelere göre hareket edilemeyeceğini, “ yaparak öğrenen öğrendikçe yapan” bir politik aklın sürecin belirleyeni olabileceğini bizlere göstermektedir. Strateji/taktik bağlamlarında yürüyen bu tartışmaların, pratik politika içinde sınandığı günlerden geçiyoruz. En son yaşanan “gençliğin Boğaziçi çıkarması” ise bunun en somut kanıtı olarak önümüzde durmaktadır.

Kavramsal Düzlem

Bir tarafta iktidar gücünün gençliği hedef alan kayyum saldırısı, diğer tarafta bu saldırıya karşı “doğrudan eylem” perspektifi içinde gelişen öğrenci gençliğin militan çıkışı. Başka bir ifadeyle bu yönde bir kapışma momentini; iktidar gücü ile gençliğin özgürlük güçlerinin karşı karşıya gelişi üzerinden de tarif edebiliriz.

Yaşanan pratiğin içinde barındırmış olduğu “ doğrudan eylem” perspektifi ve iktidar gücünü yapı bozumuna uğratan taktik esneklik zeminindeki “yaratıcılığı”, hareketin gelişim seyri açısından oldukça hassas bir noktada durmakta. Bu bağlamda, yaşanan tartışmaların soyut düzlemini parçalayan “doğrudan eylem” hattının kendisi, bütün tartışma dinamiklerimizin tek ve öz sınayıcısı olan “ eylemin hayatiliğini” bir ke daha pratikte sınayarak bizlere göstermiş oldu.

Pratik politika zemininde yaşadığımız en önemli problem “an” ın politik özgünlüğünü kavrayıp pratiğe geçirmemizde aranmaktadır. Bu durumun kendisi, iktidar gücünün çizmiş olduğu verili “ yasalcı” sınırlara hapsolan ve onu geriden takip eden “ edilgen “ politika yapma perspektifi üzerinden tanımlanabilir. Belirtmiş olduğumuz hantallığı kıran ve bu bağlamda taktiksel zeminde iktidar gücü ile kendini “eşitleyebilen / yer yer onun önüne geçebilen” en önemli nokta, “ doğrudan eylem” perspektifinin verili eylemsellik içinde somutlanmasında açığa çıkmaktadır. Aksi durum; sadece gündem takibine kendini endeksleyen ve bu itibarla taktiksel olarak, iktidar gücünün ardını süpüren bir hatta sıkışmaktadır. Bu bağlamda “doğrudan eylem” parantezinde açıkladığımız temel perspektifimiz, gündem takibi üzerinden değil, pratik devrimcilik bağlamında “gündemin belirlenmesi” ekseninde şekillenmelidir.

Yukarıda değinmiş olduğumuz doğrudan eylem perspektifinin kendisi; hareket içinde gelişerek derinleşen “ politik kuruculuğun” ete kemiğe bürünmüş hali olup, bu pratiğin çokça sözü edilen “yaratıcılığı” ise, hareketin “an”ı devrimcileştiren politika yapma tarzının dışa vurumu şeklinde okunmalıdır. Dolayısıyla, doğrudan eylem ve yaratıcılık başlıkları birbirini olumlu yönde tetikleyen diyalektik bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Sonuç olarak her ikisi de, hareket içinde birbirinin kurucusu pozisyonundadır.

Lenin “ Ne yapmalı” eserinde, “ devletin çok yönlü politik teşhiri” olgusunu irdelerken, “çağrı” ve “ politik teşhir” ayrışmasını açık bir şekilde ortaya koyar.

“ … Birini suçüstü yakalamak ve her yerde anında teşhir etmek, aslında her türlü çağrıdan daha etkilidir, bu öyle etkilidir ki, çoğu kez kitlelere kimin çağrı yaptığını, kimin şu yâ da bu gösteri planını önerdiğini vs. saptamak olanaksızdır…” ( Ne Yapmalı- Lenin )

Lenin’in Ne Yapmalı eserindeki: Bu tespitleri günümüz pratik-politika alanını çok net bir şekilde resmetmektedir. Lenin’in analizlerinde belirtmiş olduğu “ çağrı”  konsepti edilgen politika yapma tarzına, enerjik ajitasyona dayalı “politik teşhir” hattı ise yazının çıkış kavramı olan “ doğrudan eylem” perspektifine denk düşmektedir.

Burada kavramın derinleştirilmesi açısından Lenin’in kullanmış olduğu “… Birinin suçüstü yakalamak…” betimlemesi, doğrudan eylem perspektifinin “an”ı devrimcileştiren “pratik devrimcilik”  kavrayışını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine Lenin çalışmasının devamında “çağrı” olgusunu tamalarken, bugün adeta tahammül haline gelen ve edilgen politika yapma tarzının bir tezahürü olan günümüz sinik “ basın açıklamalarını” tarif etmektedir.

“ … Çağrı ise anca eylem yerinde, ancak bizzat ve hemen eyleme katılanlar tarafından yapılabilir…” ( Ne Yapmalı- Lenin)

Lenin bu analizi ile, edilgen politika yapma tarzının hareketi daralttığını vurgularken enerjik ajitasyon üzerinden şekillenen politik teşhirin ( doğrudan eylem ) ise harekete büyük bir açılım sağlayacağını belirtmektedir.

Lenin’de “ politik teşhir” kavramı üzerinden şekillenen doğrudan eylem perspektifi, stratejik düzlemde “ kesintisiz devrimci taarruzun” meşru militan zemindeki icrai hareketini temsil etmektedir. “ KDT” kavramının taktiksel zemindeki en önemli pratik karşılığı, “ devletin taktik yönetimini kırmak” üzerinden açıklanabilir. Çizilen sınırlar içinde yürüyen ezberci pratiğe karşı, devleti yapı bozumuna uğratan yaratıcı, doğrudan eylemin kendisi, belirtmiş olduğumuz “ taktik yönetimi” kırabilecek yegâne pratiktir.

Taktik esneklik/ Eşitlenme/ Öne Geçme:

Boğaziçi özgünlüğünde yaşanan pratiğin analizinde ki bir diğer önemli uğrak ise; iktidar gücünün “ elit üniversite” söylemi üzerinden şekillenmektedir. İktidar gücünün elitist lafazanlığına karşı en güzel cevabı, “ hareketin kendisini metropol merkez zeminlerine” genişleterek yine gençliğin eyleminin kendisini vermiştir. Kadıköy’de yaşanan sahiplenme ve kitlesellik bunun en önemli kanıtıdır. ( Yaşanan kitlesellik öğrenci gençlik mücadelesinde son dönemde yaşanan en dinamik yoğunluktur. ) Bu itibarla; militanlık seviyesi ve “an” ın devrimcileştirilmesi bağlamlarında “ Boğaziçi çıkarması” na kadar doğrudansa, “ Kadıköy genellemesi” ve sonucunda yaşanan kitlesellik de bir o kadar doğrudan ve yaratıcıdır.

İktidar gücünün elitist bir okumayla; “ Gözaltına alınanlar Boğaziçili öğrenciler değil” taktik hamlesi, bir üst paragrafta belirtmiş olduğumuz eylemin yaratıcılığı ( hareketin kendisini metropol merkezlere çekme, genelleme taktiği) içinde boşa düşürülmüştür. Bu genişlemenin kendisi “taktiksel zeminde “ tarafların eşitlenmesinde” başka bir şey değildir. ( olumlu anlamda)
Başka bir ifadeyle bu durum; Nicelik olarak mikro alanın, eylemin kuruculuğunda niteliksel olarak makro politika zeminine sıçramasındır. Yani artık eylemin kendisi iktidar gücünü takip etmemekte ( gündem takibi eleştiri), kendi gündemini yaratarak onu ( iktidar gücünü) peşinde sürüklemektedir. Belirtmiş olduğumuz bu gelişim seyri savunmaya kitlenen, hareketi parçalayarak, onu savunma bataklığından çekip çıkarmış, onu savunmaya kitleyen iktidar gücünün ise “ gardını” almasına sebebiyet vermiştir. ( “ Polis- medya –yargı” üçlemesinin karşı taarruza geçmesi bunun en canlı örneğidir. )

Görüleceği üzere stratejik bütünlük içinde gelişen doğru taktiksel hamlelerin pratik-politika zemininde “rolleri” nasıl değiştirildiği, yaşanan süreç ile bir daha kanıtlanmış olmaktadır.

İktidar gücünün akademiye yönelik kayyum hamlesi sonucu gelişen gençliğin Boğaziçi Çıkarması ile 96 Öğrenci Gençlik Çıkışı ( Harç protestoları ) arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Hareketin “ an” ı devrimcileştirebilen taktik esnekliği, militan karakteri, lokalliği aşabilen genel mücadele perspektifi, doğrudan eylem zeminlerinde gelişen politik kuruculuğu bu benzerliklerin en önemli uğraklarıdır. Yaşanan süreci bu tarihsel okuma üzerinden ele aldığında “gelişim seyri” ve “ sıçrama alanları” yönünden de önemli imkanları bugün bünyesinde barındırmaktadır.

Kendiliğindenlik/ İnisiyatif Merkezi / Kurucu Kurmaylık

Doğrudan eylem tartışmasının bir diğer temel noktası ise, hareketin verili pratik içinde “inisiyatif” yaratabilmesidir. Zaten bu yönde bir “inisiyatif merkezi- kurmaylık” olmadan yazıdan çokça bahsetmiş olduğumuz “atılganlığın” hayata geçirilmesi de olanaksızdır. Bu yönde bir “birleşik kurmaylık” hareketi “kendiliğindenci – lokal” bağlamından ancak koparılabilir. Dolayısıyla; eylemlerin gelişim seyri içinde pratikte de kendini ispatlayan gençliğin birleşik devrimci inisiyatifi- kurmaylığı, yaşanan süreci strateji/taktik bütünlüğü içerisinde iyi okunmalıdır. Var olan sadece bir çıkıştır. Esas olan ise var olan çıkışın stratejiye içkin süreklileştirilmesidir.

Var olan çıkışı kısa vadede kitle kazanmak- kitle devşirmek için forum vb. ( kastımız var olan çıkışı sadece ve sadece forumlara hapsedilmesidir) curcunalara çevirmek isteyenler olacaktır. Yukarıda tarifi sunmuş olduğumuz “ inisiyatifin” uyanık olması gereken, kurmaylık kabiliyetini sınayacağı en can alıcı nokta burasıdır. Doğrudan eylemin kuruculuğundan kazanılan “inisiyatif” , genelleşen birleşik atak hamleler ile korunmalı ve geliştirilmelidir. Başka türlüsü var olan enerjinin kampüslere hapsolmasına ve böylece gitgide sönümlenmesine sebebiyet verecektir. Yukarıda vurguladığımız gibi, artık hareketin muhatabı devletin bir “piyonu” olan rektör değil devletin ta kendisidir. Taktiksel zeminde yaratılan “eşitleme- öne geçme- “ momenti adeta bir “şah-mat” kapışmasını andırmaktadır. Bu noktada tekrar “piyonlara” yönelmek taktiksel zeminde meseleyi açık bir şekilde “savunma – geri çekilme” hattına kitlemektir. ( Bu paragraf Halk TV canlı yayınında izlemiş olduğum “ öğrenci-rektör diyaloğu veri alınarak kaleme alınmıştır.)

Hareketin Genelleşme İmkanları


İktidar gücünün kayyum hamlelerinin kendisi, bir nevi “nesneleştirme” … “ kolektif öznelerin faşizm lehine çözülüşü” tartışmasıdır. Bu saldırı konsepti, sürekli bir şekilde Bakur Kürdistan’ında bir halkın özneleşen iradesini gasp ederken, batı metropollerinde ise yönünü “akademiye-barolara-meslek odalarına” kaydırabilmektedir. Yaşanan kayyum saldırılarının yukarıda belirtmiş olduğumuz sonuçları dahi tek başına, mücadelenin temel seyrini belirleyecek olan “ birleşik mücadeleye\birleşik devrimci kurmaylığa” bizleri götürmektedir. Bu bağlamda tariflemiş olduğumuz verili somut durumun somut tahlili dahi tek başına bu birleşikliği zorunlu kılmaktadır.

Bu yönde bir kavrayış ve süreç okuması, her iki devrimci merkezin ( Türkiye\Kürdistan Devrimci Hareketi) mücadele birliğini, stratejik bütünlüğün taktik yansıması olan pratik politika zeminde ete kemiğe büründürecektir. Bu nedenle “ kayyum saldırıları” sadece lokal düzlemlerde ele alınmamalı, stratejik bir okumayla genelleştirilmelidir. ( Kayyum saldırılarını karşı ÇOK YÖNLÜ BİRLEŞİK bir politik kampanya). Sonuç olarak önümüzdeki mücadele sürecinin temel belirleyenlerinden biri olabilecek “ Meşru militan devrimci kitle atılımının” yegane ihtiyacı bu yönde bir birleşikliğin pratik politika zeminde somutlanmasıdır.

Metropol Kürdistan Gençliği:

Birleşik gençlik hareketinin yapısallığı içinde barındırmış olduğu bir diğer önemli olanak ise, Kürdistan’da yaşanan kayyum saldırılarıyla kurabileceği bağ üzerinden okunmalıdır. Toplumsal muhalefetin geniş bir kesiminin bu bağı kuramadığı noktada, gençliğin birleşik eylemseliği içinde gelişen “ anti faşist kayyum karşıtlığı”  bu bağı kurabilecek imkan ve özneleri içinde barındırmaktadır. Bu bağlamda da, yaşanan süreç lokal ( üniversite\batı) düzleminden çıkarılmalı, her alanda özneleşmeye karşı gelişen kayyum saldırıları genelleşen politik akılla okunarak, “ Metropol Kürdistan Gençliğinin” devrimci enerji pratik politika alanına aktif bir şekilde aktarılmalıdır.

Türkiye solunun “evrimsel ilerlemecilik” anlayışı üzerinden tarifini bulan reformist hattı, kendisini yapılandırdığı “elitist” kodlar itibariyle “şiddetle” arasına paradoksal bir mesafe koymaktadır. Bu özelliğin kendisi mevcut Türkiye solundan ayrı düşünülemeyecek olan öğrenci gençlin zemininde de gözlenmektedir. Bu noktada meselenin özü; bu mesafenin ezilenler lehine nasıl parçalanacağıdır.

Mevcut somut durum itibariyle, batı metropollerinde belirtmiş olduğumuz, bu şiddetsizlik tekelini kıracak en canlı dinamik, “ metropol Kürdistan gençliğinin” kendisidir. Israrlar vurgulamış olduğumuz, “hareketin lokal düzlemlerden çıkarılması” anlayışı, belirtmiş olduğumuz tekeli kıracak güçleri (Birleşik Gençlik Hareketi) yaşamın her alanında bir araya gelmesine sebep olacaktır. “ şiddetsizlik” tekelini kıracak bu yönde bir birleşik, ayrıcı hareketin ( batı metropolleri) var olan elitist kadrolarını da yapısal olarak bozuma uğratacaktır. ( olumlu anlamda)

Bu anlattıklarımız karşısında, “ Kürdistan- Türkiye koşulların farklı olduğu, mevcut koşulların yeterli olmadığı gibi” lafazanlıkların üretildiği aşikârdır. Hatta şiddetsizlik tekelini olumlamak bağlamında “ Gezi- Kobane serhildanı” karşılaştırmalarını şimdiden duyuyor gibiyim. Hareketi durağan bir noktadan kavran bu soruların, yaşadığımız somut hayat karşısında hiçbir kıymeti-harbiyesi ( politik karşılığı) olmamaktadır. Her iki sahada ( Türkiye- Kürdistan) vücut bulan şiddet tekelinin merkeziliği bu denli açıkken, halen iki ayrı devlet varmış gibi davranmak, “ onunla yaşama iradesi” utangaç cevaplarıdır. Bu gerçek açıklığa kavuşmadan yaşanan hareketlenmelerin sıçramaya evrilmesi olanaksızdır.

Kadro Özne / Birleşik Kolektif Özne


Politika zemininde yaşıyor olduğumuz en büyük açmaz, var olanı “proletarya ve ezilenler” lehine değiştirme kabiliyetimizin düşüklüğünde aranmalıdır. Bu yöndeki bir etkisiziliğin ideolojik bağlamdaki temel sebebi, “politika” alanına atfedildiğinde “somut gerçekle” bağ kuramayan “ilerlemecilik” anlayışı üzerinden şekillenmektedir. Tarihsel olanın (soyutlama) politik olanla (güncel) eşitlenmesi üzerinden tarif ettiğimiz bu anlayış, tarihsel olarak ileri olanı güncel politika bağlamında da ileri kabul etmekte, olayların seyrini doğrusal bir zeminde tarihin akışına bırakmaktadır. Oysaki “ devrimin” ele kuruluş zemini olan politika alanının kendisi, aynı devrim gibi maddi bir olgu olup, belirtmiş olduğumuz bu yapısallığın kendisi hiçbir soyutlamayı kaldırmamaktadır.

Kesintisizlerin “kadrolasal/ örgütsel / toplumsal” düzlemleri, “birbirini koşullayan/geçişken” bir bütünlük içinde tariflediği en önemli başlığı kadrosal-örgütsel- toplumsal devrim kavrayışıdır. Bu bağlamda; kolektif öznenin (örgütün) şekillenişi açık ve net bir şekilde kadrosal öznenin yaratım/gelişimine (devrimine) koşullanmıştır.

Bu diyalektik bütünlük, var olan sorunların nedenlerine yoğunlaşırken, öncelikli olarak “kadro özne” parantezini açımlamamız zorunlu kılmaktadır. Biz genelde kadrosal düzlemde sorularımızı genel çelişkiler üzerinden şekillenen “Neden Devrimciyiz? “ başlığı üzerinden açımlamaya çalışırız. Sorunun kendisi doğrudur ama sorunun şekillendiği nokta, devrimci özenin çıkış momentini açıklayamamaktadır.

İşte yukarıda belirtmiş olduğumuz “ kendiliğindenci ilerlemecilik”, özneyi şekillendirecek olan bu hayati soruyu, sadece ve sadece genel çelişkilere sıkıştırmakta, onu (özneyi) bu bağlamda nesneleşen bir pozisyona itmektedir. Oysaki var olan sorunun kendisi, genel çelişkilere sıkıştırılamayacak kadar derinlikli olup, meselenin özderinliği öznenin egemenler karşısında ki “politik varoluşunda” aranmalıdır.  Özneyi var eden ve tanımlayan en başat özellik; onun “yaratma-değiştirme-müdahale etme” kabiliyetidir. Bu yöntem bir politik varoluş, tüm bu eylemlerin ( yaratma- değiştirme- müdahale etme )  ortak noktası olan “inisiyatif” kavramını da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, tekil ve kolektif özneyi tanımlayan en önemli ayraç, onun somut gerçekler karşısında “inisiyatif” alıp almaması noktasında açığa çıkacaktır. Bu bağlamda kendiliğinden ilerlemecilik; kendini akışa bırakan bir nesneleşmeyi tarif ederken; inisiyatif kavramı üzerinden şekillendirdiğimiz özne pozisyon ise, politik olan “müdahale etmeyi/ değiştirmeyi”  ( doğrudan eylem)  zorunlu kılmaktadır.

Bu itibarla var olan kitleselliğin büyüsüne kendini kaptıran değil, o kitlesellik içinde “ kurucu inisiyatif” alabilen bir kurmaylığı/ birleşik kolektifin mücadelede başarı şansını zorlamasından bahsedilebilir. Gençliğin Boğaziçi çıkarmasında da görüldüğü üzere, şuan öğrenci gençlik alanında yaşanan hareketlenme de “ birleşik kolektifin” dikkat etmesi gereken en önemli başlık burasıdır. Aksi hem gelişen hareketlenmeyi hem kolektifi geriye düşüreceği gibi kolektifi yaratan kadro öznelerinde nesneleşmesinin önünü açacaktır.

Yazının bütünselliği içerisinde tarif etmiş olduğumuz özneleşmenin, egemenler lehine çözülüşü, onun ( iktidar gücünün) en başat hayatta kalma dinamiğidir. Bu yönde bir nesneleşme “eylemsizliği” koşullamakta, milyonları iktidar gücü karşısında savunmaya çekmektedir.

Unutulmasın ki diktatörlük, bir kişinin milyonlarca insana hükmetmesi değil, milyonların bir kişiye boyun eğmesidir. Bu itibarla özgürlük günlerinin gelişi egemenlerin lehine olan bu dengenin ezilenler lehine kırılmasına bağlıdır.

Şair Bertolt Brecht’in büyük bir öngörüyle betimlediği gibi

“  Savaşan kaybedebilir,  savaşmayansa çoktan kaybetmiştir”

Sinan Varlık  / Silivri Hapishanesi

Paylaşın