Orta Doğu’da yaşanan siyasi gelişmeler için klasikleşmiş bir tabir var; kartlar yeniden karılıyor. Aslına bakacak olursak Orta Doğu’da bu kart oyunu artık bozuluyor.
ABD emperyalizmi, Orta Doğu ve Avrasya’ya yönelik geliştirdiği “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” başta silah ve petrol sanayisi olmak üzere kendi geleceğini bölgedeki enerji kaynaklarına ve bu enerji kaynaklarının ticaret yollarına hâkim olmak üzerine kurmaya çalıştı. Ancak, Irak ve Afganistan işgalleri ile başlayan süreç beklenildiği gibi gitmedi, kartlar ABD’ye aitti fakat oyuncular birden fazlaydı. Hem bölge devletleri hem de bölge halkları Amerikan savaş makinasının altında ezilse de makinanın yönünü terse doğru çevirmeyi başardı.
Amerika’nın planında merkez emperyalist ülkeler ve yeni güç dengelerinde etkin konum kazanan Rusya ve Çin’de sürecin önemli bir faktörü oldular. Rusya ve Çin, ABD politikaların karşısında yer alırken ; NATO bileşeni diğer ülkeler Amerikan’ın başlatmış olduğu işin kendi gelecekleri açısından sahipsiz kalmasını daha doğrusu el değiştirmesini istemiyorlar. Bu anlamıyla Amerikan pastasından arta kalacak pay hala önemli bir yerde duruyor.
Bugün Orta Doğu’da yaşanan krizlerin temelinde de Amerika’nın çöküş süreci yer alıyor. Amerika, 20 yılı aşkın süren Orta Doğu işgalinde trilyon dolarlarını verdiği masadan oyunun kaybedeni olarak ayrılıyor. Bozulan oyun yerini yeni anlaşmalara, yeni kaoslara bırakıyor. Yaşanan kaoslardan biri tüm vahşeti ile Afganistan olurken sırada Irak ve Suriye mi var sorusu çoktan konuşulmaya başlandı.
Afgan halklarının iradesi hiçe sayılarak Taliban ve Afgan hükümeti ile geliştirilen Amerika diplomasisi, büyük bir yıkım ile son buldu. ABD’nin kaotik planında yaşananlar tüm dünyayı hayret içinde bıraktıran görüntülerle tanıştırdı. Şimdi emperyalist-kapitalist dünya bu domino karşısında durmanın formüllerini aramaya Afganistan perdesinin Irak ve Suriye’de açılmaması için hızla hareket etmeye başladı. Ancak bu başlangıcın handikapları da kaosun kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
İlk olarak; ABD’nin Irak’tan da çekilme planının olduğu biliniyor. Bu yıl sonuna kadar ABD askerleri, Irak’ı terk edecek. Amerika Irak’tan çıkarken parçalanmış Irak yapısı, iç dinamikler arası çatışma ve Türkiye işgalciliğinin yarattığı kaygı, İran’ın güçlü etkisi güncelliğini koruyor. Amerikan’ın arkasını toplama görevi, Macron’un Irak ziyaretiyle gerçekleştirdiği görüşmelerin niteliğine bakılırsa Fransa’ya verilmiş gibi duruyor.
Macron’un gelişiyle organizasyonun siyasi ağırlığındaki nitelikteki değişimi gözlenen Bağdat Zirvesi; Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, Mısır, Katar, Ürdün, Kuveyt gibi ülkelerin katılımıyla gerçekleşti. Her ne kadar ev sahibi Irak olsa da Fransa başkanlığında bir toplantının ve bir dizi ziyaretin çok yönlü ve çok başlıklı gerçekleştiği görülüyor. Sonuç alma itibariyle derinlikli bir toplantı olmasa dahi ortaya çıkan vizyon itibari ile önemli mesaj veriyor. İlk olarak Afganistan’da yaşananların Irak ve Suriye’de yaşanması istenmiyor, bölge ticareti için kritik olan koşulların sürdürülmesi, bölgenin güvenlik ve IŞİD’e karşı tutumunda süreklilik sağlanması ön koşul olarak belirleniyor. İran ve Suudi Arabistan gibi anlaşmazlıkları bulunan devletler de bu toplantıda yan yana getirilerek bölgede yeni “jandarma” imajı veriliyor. Türkiye açısından ise bu toplantı tam bir fiyaskoyu ifade ediyor.
Bölgede merkez güç hedefi olma iddiasında bulunan Erdoğan iktidarının Esad ile bozulan ilişkileri, tüm Orta Doğu siyasi liderleri ile gerilime kadar sürmüş ve sonuç olarak Orta Doğu’nun birçok bölgesinde cihadist çeteleri destekleyen ve işgalci konumda olan bir profile doğru evrilmişti. Bu toplantı için de Macron’ un gerçekleştirdiği ziyaretler, özellikle Erdoğan politikalarının Suriye Kuzey’in de ve Güney Kürdistan’da derinleşen işgal siyasetinin son raddesine geldiğini gösteren bir aşamayı ifade ediyor. Türk devletinin hava saldırılarının hedefi olan Ezidi kampları ve Ezidi hastanelerinde yaşanan katliamlar güncelliğini korurken, Macron Bağdat’ta İmam Kazımî Camii’nde Şiiler’le, Musul’da IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi’nin halifeliğini ilan ettiği Büyük Nuri Camii’nde Sünnilere, Meryem Ana Kilisesi’nde ise Hristiyanlarla buluşması ve Nobel Barış Ödülü sahibi Ezidi hak savunucusu Nadya Murad’la da Bağdat’ta görüşmesi, IŞİD ve Erdoğan iktidarının saldırdığı, hedefe aldığı ne varsa Macron’un onunla buluşmuş olduğu anlamına geliyor.
Amerika’dan sonra hem Irak hem Suriye hem de bölge için önemli handikaplardan biri Fransa ve Türkiye ilişkisi olarak duruyor. Türkiye’nin desteklediği ve sağladığı finansman sonucu özellikle Fransa’da gerçekleşen katliamlarla gerilen bu ilişkiler Orta Doğu’da da kolay kolay bir raya oturmayacağa benziyor. IŞİD’e kaşı hem peşmerge/Kürt güçlerine hem de SDG/Kürt güçlerine yeşil ışık yakan Macron, Türk devletine kırmızı ışık yakmaya devam edecektir. Sarı ışıkta buluşacakları tek nokta ise PKK’ye karşı savaş olabilir. Bu durum ayrıca bugüne kadar hem bölge devletlerinin hem de NATO devletlerinin anlaştığı ya da sessiz kaldığı tek konu oldu. İran da dahil olmak üzere bölgedeki tek devrimci ve ilerici gücün tasfiyesi Bağdat Zirvesi devletlerinin önemli birleşme noktalarından birini taşıyor. Çünkü PKK ve onun ideolojik çizgisinden etkilenen SDG, Amerika gerileyişi ile ayakta kalmakta zorlanacak, devletlerin halklarına özgür, adil, demokratik bir yaşam noktasında örnek olacaktır.
İkinci olarak; Afganistan’dan çekilen ABD için Suriye’den de mi çekilecek tartışılmalarına başlandı. Öncelikle bir noktaya daha değinmek gerekirse, ABD Orta Doğu’da kuramadığı hakimiyet sonucu eriyen dolarlarını, Orta Doğu pazarında söz sahibi haline gelen Çin’i engellemek için Asya’ya doğru kaydırıyor. Yani Vietnam’ı ABD emperyalizminin çözülüşü açısından ilk sıraya alırsak, Ortadoğu ikincisi ve Asya’da sonu olacaktır diyebiliriz.
Suriye’de yaşananlar Irak ve Afganistan’dan daha farklı bir durumu işaret ediyor. Her ne kadar ABD ile uluslararası koalisyon içinde ilişkiler geliştirilse de IŞİD’e karşı savaşan bir SDG gerçekliği var. Kendi tabanı, kendi kültürü, kendi silahlı güçleri olan bir yapı olması itibariyle öz gücüne dayalı bir profili bugüne kadar çizdi. IŞİD’le yaşanan savaş sonucu kazanılan zafer, Rojava devrimi olarak tarihe yazıldı. Ve bu devrim ABD pozisyonunun her an değişebileceği bilinciyle hareket ediyor. Çünkü Kuzey-Doğu Suriye’de ABD’nin askerlerini çekmesi gündemi ilk değil. Trump döneminde çekilen ABD gücü sonrası bölge, Türk devletinin işgal saldırıları uğramış ve Tel-Abyad ve Serekaniye şehirleri talan edilmiş, yüzbinlerce kişi evlerinden olmuştu.
Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Yürütme Meclisi Başkanı İlham Ehmed, Cizre Bölgesi Yasama Meclisi 6’ncı yıllık olağan toplantısında yaptığı konuşmasında Afganistan’dan çekilen ABD için; “ABD, çıkarlarına göre hareket ediyor. Diğer ülkelerdeki güçlerini de çekebilir. Suriye ve Afganistan’ın durumu birbirinden farklıdır. Özerk Yönetim’in zemini halktır. Bu yönetim halka hizmet ediyor ve halkı savunuyor. Bizler de ABD’nin politikalarına karşı bilinçli olmalıyız” ifadelerini kullanıyor. Bu özerk yönetim için önemli bir tespiti ve gelişebilecek her türlü şeye karşı mücadele berraklığı taşıyor. Bu anlamıyla ABD’nin çekilmesi sonucu yaşanacaklar noktasında, özellikle Türk devletinin işgal saldırılarına karşı özerk yönetimin hazırlıklı olduğu görülüyor.
Bu noktada ABD burayı da Afganistan’a benzetmemesi için bir trafik yürütüyor. Burada yürütülen trafikte birkaç gelişme ön plana çıkıyor. İlk olarak; SDG lideri Mazlum Abdi’nin pozisyonu genişletiliyor. Süleymaniye’de yaşanan KYB Eş Başkanı Lahur Şeyh Cengi krizine müdahale etmek için arabuluculardan biri olarak ilk defa Kuzey-Doğu Suriye sınırları dışında rol alıyor. Bu Mazlum Abdi’yi bölgesel bir güç ve muhatap haline getiriyor.
İkinci olarak; Türk devletinin ABD çekilmesinin hemen akabinde yapacağı bir işgale karşı özerk yönetimini güvenceye almak için ABD, Rusya ile görüşme ve pazarlıklar yapmaya başlıyor. Bu görüşmenin temelinde ABD’nin çekilmesi sonucu Esad ile yürütülen siyasi görüşmelerin bir sonuca bağlanması oluşturuyor. Burada önemli açıklamalardan birini Esad, “merkezi hükümet dışında da yönetim şekilleri düşünülebilir” diyerek güçlendirdi. Bu hem Suriye devletinin pozisyonunu güçlendiren hem de özerk yönetim için uluslararası tanınması için bir anlam ifade ediyor.
Üçüncü olarak; bu anlaşma sonucunda Türk devletinin işgal ettiği alanlardan geri çekilmesi kalıyor. Suriye ile ilgili temel handikap da burada başlıyor. Faşist Erdoğan iktidarı, işgal ettiği Afrin, Serekaniye, Tel Abyad’da kalıcılaşma faaliyetlerini işgalin ilk günlerinden itibaren başlatmış ve demografik yapıyı hızla değiştirecek hamleler yapmıştı. Aynı zamanda bu bölgelerdeki konumlanmasını talan, yağma ve cihadist örgütlenmenin merkezi olarak örgütlemişti. Yani ABD çekilişi sonucu burada da bir kaos kaçınılmaz olarak duruyor. Önümüzdeki günlerde ABD ve Rusya ve Türk istihbarat başkanı Hakan Fidan ve Suriye istihbarat başkanı Ali Memlük’ün görüşmesinde açılacak ajanda da yer alan konu budur.
Buradan çıkacak sonucu belirleyecek olan elbette ki Kuzey-Doğu Suriye halklarının duruşu olacaktır.
Önümüzdeki günlerdeki gündemlerin ısınması, bu başlıkların üzerine gelişecektir. ABD artık geriliyor, emperyalizm çöküyor. Orta Doğu halkları açısından bu kez bahar, İsrail hapishanesinden firar eden Filistinlilerin son toprak parçasını kaldırması kadar yakındır.