İsmail Güldere, Umut Yazıları

Faşist “ekonomist” Erdoğan – İsmail Güldere

Erdoğan bir ekonomist değil fakat bağlı bulunduğu sermayenin faşist temsilcisi olarak bilinçli bir ekonomi politikası yürütüyor. Eğer bu politik yaklaşım anlaşılmazsa faşist Erdoğan’ın nasıl bir faaliyet içinde olduğunu tam olarak kavramak da zorlaşabilir. Faşist Erdoğan iktidarı, yürüttüğü ekonomi politikası ile bir meczupluk yapmıyor faşist kurumsallaşmanın en önemli sac ayağını oluşturuyor.

Bugüne kadar Erdoğan faşizmi devlet ve ordu içindeki konumlanmasını önemli derecede güçlendirerek bu alanlarda faşizmle buluşmayan kadroların birçoğunu tasfiye etti, tasfiye edemediklerini etkisizleştirdi. Özellikle Gezi ayaklanması sonrası toplumsal mücadele dinamiklerine ve Kürt özgürlük hareketine yönelik açılan savaşla, 15 Temmuz sonrası devlet içi paralel organizasyonlara karşı yürütülen savaşın birleşmesi Erdoğan’ı faşist başkanlık iktidarına doğru hazırladı. KHK’ler ile birlikte olağanüstü rejimin hızlı bir inşasına geçildi fakat tam olarak kurumsallaşma sağlanamadı. Faşizmin bu gelişimine engel olan en önemli güç toplumsal mücadele dinamiklerinin hala ayakta kalmış olmaları ve KÖH’ün yenilmemiş olması oldu.

AKP-MHP faşizmi tüm burjuva muhalefeti ve tüm sermaye güçlerini de arkasına alarak bugüne kadar ilerleyen süreçte faşist rejimin inşasını ilerletti. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra tek bir kürsüde buluşan burjuvazi ve siyasi temsilcileri işçi sınıfı ve ezilen halklar üzerindeki sömürü ve sömürgecilik politikaları ile nüfus alanlarını genişlettiler, sermayelerini büyüttüler.

Ancak bugüne geldiğimizde faşist rejimin inşasında kat edilen mesafede varılan kriz, pastanın daraldığını ve faşist iktidarın tepetaklak yuvarlandığını gösteriyor. Bu gelişmeler Erdoğan’ın arkasında yer alan güçlerin karşısında konumlanmasına, daha doğrusu kendi iktidar olanaklarının oluşmasına zemin yaratıyor. Bu devlet içi karşı konumlanmanın adresi de CHP-İYİP ve yaslandığı TÜSİAD sermayesi oluyor. Beraber yürüdükleri yoldaki ayrımın buluşma zemininin ortadan kalkmadığı fakat farklı bir fay hattına geçildiğini görmek gerekiyor. Türkiye değişiyor.

Erdoğan faşizmi bu değişimin bilincinde olarak rejimin inşasını hızlandırmak ve tamamlamak istiyor. Ne kadar koşullar buna el vermese de faşist iktidarın ve beslendiği sermaye çetesinin amacını bu oluşturuyor. CHP-İYİP ise Erdoğan’ın en zayıf olduğu an tespiti ile hareket ederek erken seçim çağrısı ile devletteki pozisyonunu yeniden sağlama alma, olası bir devrimci halk ayaklanmasını engelleme, iktidarı halka kaptırmama ve devleti eski kodlarına döndürerek oligarşik devlet yönetimin sürmesini, burjuvazinin eski “laik” konforuna kavuşmasını hedefliyor. Toplumsal mücadele dinamikleri ise genel olarak demokratik bir Türkiye’nin, işçi sınıfı ve ezilen halkların iktidarını kurmak istiyor.

Faşist Erdoğan iktidarı, yeni bir hamle ile bu güçler arasındaki savaşı bir üst boyuta taşıyarak mutlak iktidarına kavuşmak için şimdilik seçime değil Türk-İslamcı fikirleri etrafından buluşan kitlelere, yeni bir çıkış hamlesine ihtiyacı bulunuyor. Bu doğrultuda ekonomide atılan düşük faiz eksenli adımlar bir ekonomist eliyle değil bağlı bulunduğu sermaye gruplarının çıkarları yönlü faşist Erdoğan iktidarının bilinçli politik hamleleri ile atılıyor. Bir taraftan faşist kitlenin faiz politikası ile dini bütünleştirilirken, diğer taraftan faşist sermaye çetesi zenginleştirilmeye devam ediyor.

Dolayısıyla para politikasının belirleyenini uluslararası ekonomik sistem ya da küresel ekonomik kurallar değil, faşist Erdoğan iktidarının inşa ettiği faşist sistemin dayandığı sermaye gruplarının çıkarları ve ideolojik olarak beslendiği Türk-İslamcı tezlerin ihtiyacı oluşturuyor.

Birçok çevre tarafından çökmekte olan Erdoğan iktidarının faizi düşürme yönlü attığı adımlar “delice” olarak ya da “kumar” olarak değerlendiriliyor. Burjuva siyaseti çerçevesinde yaşanan bu gelişmeleri değerlendirirsek mantıklı izahı olmayan bu adımlar devrimci siyasetin penceresinden faşizmin hazırlandığı bir çarpışmanın hazırlığını ifade ediyor. Keza faşist Erdoğan ve çevresi şimdiden kendileri açısından bu süreci bir “Kurtuluş” savaşı olarak adlandırmaya başlamış bulunuyor. Bu savaşın bir ayağı şimdilik faiz politikalarında kısmi olarak uzlaşamadığı TÜSİAD sermayesi olurken diğer ayağı bu faiz politikalarının yoksulun sofrasında yarattığı büyük öfke birikimi oluyor. Faşist iktidar öncelikle bu politika ile komplike bir şekilde tüm sermaye gruplarını kapitalizmin doğası dışında hareket ediyormuş gibi gösteren ekonomi planına ikna ederek sınıf çelişkilerini minimuma indirecek bir gelecek profili çizmeye çalışıyor. Erdoğan, faizin dini motifini kullanarak toplumsal öfkeyi yumuşatmaya çalışırken, ucuzlayan iş gücü ile sermayeye daha fazla kar sağlama olanakları sunmaya çalışıyor.

Yürütülen ekonomi politikası ve vaat ettikleri bugün için anlamsız ya da ulaşılması zor hedefler olarak görülüyor, ancak faşizmin ihtiyaçları ve hedefleri ile bir birleştiğinde anlam kazanan bir yön barındırıyor.

Faşizmin iki temel örgütlenmesinden olan İtalya’da, Mussolini’nin şirket-devlet mantığı ile sermayeyi ve tüm devlet görevlerini kendine bağlayan politikası başarı sağlarken Almanya’da da Hitler Yahudi sermayesinin üzerine çökerek Alman sermayesinin yükselişini sağladı. Aynı zamanda iki örnekte de sermaye ile işçiler arasında tam uyum sağlandı. Faşist partinin “ulus” geleceği söylevi tüm toplumun acı reçetesi oldu.

İki “deli”nin bu yaptıklarını başlarda kimse anlamlandıramamış, kapitalizmin en gerici örgütlenmesi olan faşist iktidarlara üsten bakmışlar ve başarabileceğine ihtimal vermemişlerdi; ancak onlar tüm gittikleri yerleri faşist bir yıkıma uğratarak örgütledikleri kanlı savaş makinasını kanıtladılar. Faşizmin Türkiye’de gelişimi için hem benzer özellikler hem de farklılıklar olmakla birlikte amacının işçi sınıfı ve ezilen halklar aleyhine bir yıkımdan farklı olmayacağı bugün çok açık ve net görülüyor.

Bu anlamıyla faşist iktidar kendisinin gerilediği bu dönemde yıkılışı gerçekleşmezse bir Hitler, Mussolini, Salazar, Franco dönemini aralayabilir nitelikle bir pozisyonun sahibi olarak bugünkü Türkiye manzarasının önemli bir ayracı olmayı hedefliyor. Bu nitelikteki bir değişimin niceliksel gelişimi faşist Erdoğan iktidarının faşist kurumsallaşma sürecini tamamlaması ile alakalı hamlelerini gerçekleştirmesine bağlı kalıyor.

Faşizmin gelişimini tamamlama evresinin en önemli kısmı olan bu aşamada ekonomik bir başarı faşizmin kuruluşunu tamamlayabilir bir nitelik taşıyor. Faşist Erdoğan iktidarı hiç kuşkusuz kendi faşist öncüllerinin izinden savaşa dayalı ekonomi politikasını ırkçılıktan, dinden ve devlet gücünden beslenerek örgütlemeye çalışıyor. Faşist Erdoğan iktidarının ekonomi politikalarının sokağa yansıması itibari ile MGK’nın toplanması, din kurumlarının vaazları, milli şoven duyguların küçük burjuva anti-emperyalist söylemlerle okşanarak devletin yüceltilmesi bu örgütlenmenin başlangıcını ifade ediyor.

Bu minvalde faşist Erdoğan iktidarının bu kez hedefinde sadece Kürtler’in ve işçi sınıfının mücadelesi bulunmuyor. Bugüne kadarki konumlanması ile sorun yaratmayan CHP-İYİP’in faşist devlete tam entegresi, TÜSİAD sermayesinin kendi Türk-İslamcı sermayesine tam bağlanması, bağlanmadığı takdirde zorunlu revizyonu, tasfiyesi bulunuyor. Bugüne kadar önemli oranda CHP-İYİP’i yanında tutabilen faşist Erdoğan kendi durumunun zayıflaması ile en çok karşısında iktidar ortağı olarak bu güçleri görüyor. Faşizmin belli ölçüde meşruluğunu da sağlayan bu güçlerin varlığı ile çatışması faşist devletteki kırılmanın önemli bir noktasını oluşturacağından bu güçlerle ya uzlaşma ya da teslim alma yönlü politikaların işleyeceği zemin yaratılıyor.

Bu noktada sadece HDP’nin kapatılma davası değil, zaten başlayan CHP’nin kapatılması tartışmalarının şiddetlenmesi kaçınılmaz duruyor. Yine batı sermayesine Osman Kavala ile verilen tehdit mesajı, mesaj boyutunu aşacak kayyum politikalarının da devreye girebileceği bir düzey taşıyor. Faşist Erdoğan iktidarı ve beslendiği sermaye çeteleriyle bu hamlelerin belli düzeyde hazırlığını yapıyor. Son olarak Maliye Bakanı’nın değişmesi de önceki değişimlerde olduğu gibi tam biatın gerçekleşmesi için yapılıyor. Faşizm tek ses dışında başka bir sesi duymak istemiyor.

“Faşist iktidar bu kadarını da yapabilir mi?” sorusu bu anlamda sadece faşizmin ihtiyaçları ile açıklanabilecek ve faşizmin içinde bulunduğu çöküşün zorunlu bir karşıt yansımasını, güncel konumlanmasını ifade ediyor.

Tabii emperyalist güçler açısından bu faşist ilerleme ilk başta tehlikeli gibi görünebilir ancak Avrupa emperyalist güçleri başta olmak üzere, mülteci sayısındaki artış ve dövizdeki yükselişle birlikte ucuz iş gücü cenneti haline gelen bir Türkiye’yi kullanmak tehditten daha çok avantaja dönüşür. Yatırım gücünü ikiye, üçe katlayacak seksen milyonluk bir ülke için Avrupa sermayesi gözlerini yummakta tereddüt etmeyecek kadar aç gözlülüğünü koruyor. Keza Hitler’in yükselişini Sovyet iktidarına saldırması için engellemedikleri gibi…

Faşist Erdoğan’ın makinistliğini yürüttüğü bu faşist trene bu ekonomik politikalar ile hız vermesi bu anlamıyla tesadüfi ya da bilinçsizce yapılan hamlelerden oluşmuyor.

Özellikle savaş ekonomisi üzerine kurulu olan Erdoğan faşist sermayesinin Suriye’de yürütmek istediği işgale zemin hazırlayan tezkereye CHP’nin hayır oyu vermesi, ABD’nin F-35 reddi, yine ABD ve Rusya’nın Suriye’ye yönelik saldırıya karşı ambargosu, Akdeniz’den zorunlu geri çekilme ve faşist savaşa karşı direnen gerillanın mücadelesi savaşın olmadığı yerde savaş sermayesinin krizini başlatmış bulunuyor.

Faşizmin savaş sanayisi üzerine kurulu bulunan sermaye yapısının yükselişi ile birlikte artan popülasyonu sadece bu sanayinin üretim hacmi ile değil aynı zamanda bu sanayiyi teşvik eden propagandası ile de mümkün oluyordu. Şimdi tüm bu sermayeyi ve siyasi iktidarı ayakta tutan propagandadaki ezberlerin bozulduğu bir dönem yaşanıyor. Bu da faşist iktidarı örgütleyen momentumun parçalanmasını ifade ediyor. Faşist çöküşün en karakteristik verisini savaş sermayesi üzerine kurulu yapısı ele veriyor. Bu da faşizmi uç politikalar ile kendi düzünü oluşturmaya itiyor ve bunun sonucunda baskıcı-faşist uygulamaları en yükseğe çıkartan bir Erdoğan iktidarını pekiştiriyor.

Savaş sermayesinin çıkarları bu noktada Erdoğan’ın çıkarları ile buluşuyor. Bu buluşma bugünkü krizi aşabilirse yarın devletler arası bir savaşın da kapısını aralayacak bir aç gözlülükle bugünkü ekonomik hamlelerini yapıyor.

Faşist rejimin bu krizi çözmesinin bir yolu CHP ve onun beslendiği sermaye grubunu ya eskisi gibi yanına çekmesinden ya da etkisizleştirilmesinden bir diğer yolu da toplumsal mücadele dinamiklerinin topyekûn tasfiyesinden geçiyor. Kolay olanı, düzen içi muhalefeti faşizmin çevresinde yeniden dizayn etmek olurken, faşizm açısından zor olanın çöktüremediği devrimci güçlerin ayağa kalkmasını engellemek oluşturuyor.

Günlük siyasetin diline de yansıyan faşizmin bu saldırılarının temelini çöküş sürecinin yarattığı kaosun oluşturduğunu bir kez daha altını çizmek gerekir ki gözden kaçmasın. Faşizm güçlü olduğu için değil zayıfladığı için kaçınılmaz olarak bu politik hamlelere başvuruyor. Tersinden faşizmi yıkacak devrimci güçlerin zayıflığı da faşizme bu hamleleri yapma imkânı tanıyor.

Peki faşizm ne kadar ileri gidebilir, bu yöneliminde başarılı olabilir mi? Tarihteki örnekleri en somut kanıtlarını taşıyor. Bunu elbette faşizmin karşısında duran devrimci güçlerin mücadelesindeki belirleyicilik ile birlikte okumak gerekiyor. Yoksa faşizm çok ileri bir ideoloji olduğu için değil devrimci mücadelenin yeteri kadar örgütlü olamamasından kaynaklı kendine zemin buluyor ve büyüyor. İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler iktidarı tam anlamıyla kazandığında en geç kalınmış mücadele “faşizme karşı birleşik cephe” nin eksiliği idi. Faşizm öncesi devrimci partilerin gücü, olanakları vardı, fakat mücadelesi eksikti.

Bugün faşizme karşı birleşik mücadele imkânı fazlasıyla bulunuyor, fakat benzer bir şekilde hala faşizme karşı birleşik bir mücadele yürütmede eksik kalınıyor. Faşizme karşı mücadele için “üçüncü ittifak” adı altında faşizmin meşruluk zemini olan millet ittifakı ile birlikte yürüme önerisi geliştiriliyor. Sol’da düzene yaslanarak bir ilerleme kat edebileceğini, meclisi yeniden eski işlevini kavuşturarak faşizmin yenilebileceği fikirleri “üçüncü ittifak” çağrısında belirginleşiyor ve faşizme karşı birleşik mücadelenin zemini bulanıklaştırılıyor.

Faşizme karşı birleşik mücadele başlığı altında yapılan “üçüncü ittifak” çağrısı faşizme karşı mücadeleyi değil faşizmle uzlaşmanın farklı varyantları üzerine bir ittifakın çağrısını örgütlüyor. Faşist Erdoğan iktidarını geriletmek de yıkmak da bu “ittifak” çizgisinden koparak en geniş anti-faşist birleşmeyi sokakta, halk iktidarını hedefleyerek kurmak gerekiyor.

Bugün için faşizmin ekonomi politikası bir krizi, yarın içinse faşizmin başarısını yazabilir; bunu işçi sınıfı ve ezilen halkların lehine çevirmek faşizme karşı bir an önce birleşik devrimci mücadeleyi sokakta, cesaretle ve ısrarlı bir şekilde başlatmaktan, örgütlemekten geçiyor.

Paylaşın