24 Haziran seçimlerini kısa bir süre önce geride bıraktık. Seçim sonuçları üzerinden pek çok analiz yazısı yayınlandı. Bu yazıların bir boyutunu, sonucu teşkil eden rakamlar üzerinden analizler yapılması ve “seçmen” tercihlerinin yorumlanması oluştururken diğer yanını ise rakamların manipülatif olduğu ve buradan hareketle toplumsal yönelimlerin anlaşılamayacağı algısı oluştuyor. Peki gerçekten sosyalist sol açısından seçim sonuçları, “seçmen” davranışlarını kavramak, mücadele perspektifini oluşturmak adına yeterli midir? Ya da seçimlere “hile” karıştı açıklamaları mevcut durumu değiştirmekte tek başına belirleyen midir? Meseleyi başka açıdan ele alalım, seçim öncesi onlarca açıklamada hem “faşizmin sandıkla gitmeyeceğini” anlatıp, hem de “dipten gelen dalga” , “ekonomik kriz” vb tanımlamlarla “bu defa başarabiliriz” , “ikinci tur” “kazanmayacağını anladı”, “seçimleri iptal bile edebilir” gibi ilanihaye örneği ve beklentiyi taşımak sonuçtan bakınca bugün nasıl yorumlanmalı? Seçim sonuçları açısından bir kaç çarpıcı örnek daha verecek olursak, konuya yaklaşımlar anlaşılır düzeyde yeterli olacaktır. Örneğin “mecliste tek başına çoğunluk olamadı” ile “anayasayı tek başına değiştirmekten yoksun kaldı” tespitlerini bir başarı gibi anlatmak uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanmaktansa kırıntı siyasetinin açmazlarına mahkum bir anlayıştır.
Hele ki iktidarın bile anayasayı askıya aldığı KHK larla yürütme icraatını sürdürdüğü, rejimin topyekün değiştiği ve meclisin (dün az da olsa anlamı vardı) , bugün hiçbir manasının kalmadığı bu süreçte eski sistemin kodları ile siyasi okumalar yapmak adeta Daniel Guérin’in dediği gibi “Burjuva demokrasisinin çürük tahtasına tutunarak faşizmle mücadele etmenin olanaksızlığında…” kaybolmak olacaktır.
Seçim sonrası Sendika.org’da çıkan bir yazıda “Solun bir ezberi yok, çünkü böyle bir rejimle daha önce mücadele etmedi ancak faşist diktatörlüklere karşı mücadelenin genel olarak hangi eksende verilmesi gerektiği konusunda bir tereddütümüz yok… “, “… bir rejimde zorunlu tercih silahlı mücadelenin temel alındığı bir program ve elbette onun örgütü ve silahlı mücadeleyi verenler arasında oluşturulacak cephedir.” diyor Ural Köroğlu. Yazar faşizme karşı mücadelenin ABC’sini “amalara, fakatlara” dayandırmadan açıkca ifade ediyor. Bu ifade aynı zamanda bizim gibi ülkelerde bir devrim stratejisi olarak okunabilir. Aslında Türkiye’ de solun faşizme -devlet destekli faşist hareketi kastetmiyorum. 80 öncesi ağır bedeller ödemiş ve ödettirmiştir- karşı ezberinin olmamasının nedeni, başka bir ezbere dayanmaktadır. Bu ezber esasında 100 yıla yaklaşan Türkiye tarihinin hakim sınıflarca faşizmin değişik türleri ile yönetildiği ezberidir. Ve doğaldır ki solun büyük kesimi dün “faşizme” karşı, nasıl demokratik, açık alan siyasal çalışmaları ile mücadele ettiyse bugünde aynısı ile ayakta kalacağını, faşizmi siyasal teşhirle ya da sandıkta altedeceğini ummaktadır. Bu ne faşizmi, ne de bugün emperyalizm gerçekliğini anlamamaktır. Solda sınıf bakışından kopan her anlayış AKP’ yi kendinden menkul, Türkiye sermaye sınıfının bir kesimine rağmen ayakta durduğu yanılsamasına çarpılacaktır. 16 yıllık iktidarın geldiği boyut, burjuvazinin iktisadi ve siyasi olarak tercihinin yansımasıdır. O nedenle bugün başkanlık sistemi de dahil burjuvazinin ve onun tüm fraksiyonel partilerinin mutabık olduğu yeni rejim tipidir. Devlet biçimleri hakim sınıfların ihtiyaçlarına uygun şekillendirilir. Bugün Türkiye sermayesinin ihtiyacı başkanlık sistemidir ve devletin dönüşümü bu ihtiyaca uygun şekillenmektedir. Burada altı çizilmesi gereken yer sermaye sınıfının mutabık olduğu bir dönüşümde onun bir fraksiyonu olan “derin” CHP’ nin bu süreci durdurabilme niyeti taşıdığına inanarak, kendi sağından medet umma anlayışıdır. Hele ki rejim değişikliği ve devleti dönüştürme süreçleri riskli fay hatları yaratırken, üstüne ufuktan hızla yaklaşan ekonomik kriz gerçeği, burjuvazi açısından yeni bir şeyi denemekten çok, eski ve “güçlü” olanla yol yürümeyi zorunlu kılar. O nedenle Erdoğan, bugün sermaye sınıfı, ABD emperyalizminin ve bölgenin iç çelişkilerinden dolayı geniş bir zımni ittifakının adıdır. Şayet bir gün uluslararası tekeller, Erdağan’dan vazgeçerse bu iddia edildiği gibi, insan haklarından, demokrasiden uzaklaştığı için değil, onu ve temsil ettiği esas sermaye kesimini, kendilerine rakip görmelerinden kaynaklanacaktır. Ayrıca faşizm, yarattığı vahşi baskı mekanizması sayesinde sermayenin kendisini terk ettiği andan sonra bile belli bir süre daha kendisini ayakta tutabilir. Bu yönü ile kitle tabanına sahip olması ve devletleşmesi onda direnme gücü de yaratır. Başka bir deyişle tarihsel olarak faşizm çatışmasız teslim olmamış, iktidarı bırakmamıştır. Bu nedenle onu zorlayan bir toplumsal dinamik çıkmayana kadar bu ittifakın bozulmasını ve uluslararası güçlerin Erdoğan’dan vazgeçtiler algısını taşımak faşizm karşısında solun “ölü taklidi” yapmasından başka hiçbir taktik üretmez. Sınıf savaşımları açısından tarihin motorunun yavaş döndüğü “barışçıl” dönemlerde sürdürülen siyasal ajitasyon ve teşhir faaliyetleri, tarihin motorunun hızlandığı dönemlerde tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Eski hükümetler “kanunsuz” davranışlarını örtmeye çabalarken, bugünkü iktidar hırsızlığı da, katliamları da, tecavüzleri de, fetvaları da, komploları da, işçi düşmanlığını da, paramiliter milis çetelerini de, tabanını silahlandırmayı da aleni yapmakta ve savunmaktadır. Yani tüm toplumun gözü önünde yapanların sahiplendiği bir siyasal algıda kime, neyi teşhirle iktidar durdurulabilir. Tarihin motorunun hızlandığı dönemler sınıflar arası keskinleşen “savaş” dönemleridir. Faşizm bu savaş ve saldırı halinin en yalın, çıplak halidir. Faşizme karşı kesintisiz devrimci taaruza hizmet etmeyen hiçbir siyasal çalışmanın ve büyük metropollerde hedefine bunu koymayan hiçbir örgütlenmenin kalıcı, yıkıcı olma şansı kalmamıştır. Ve Türkiye Solu’nun “ilk defa” karşılaştığı bu durum bir kopuş yaşanmadan son bulmayacaktır. Eskilerin deyimi ile “eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal” (eski hal imkansız ya yeni hal, ya yok oluş) yani eski hal imkansız, tarihin motoru geriye işlemez, mücadelenin ihtiyaçlarına göre konumlanmayan ne eski örgütler kalır, ne de eski zaman örgütlere ve politik dizilişlere, parlementer sisteme dönme hayali taşıyanlar kalır. Dünya devrim tarihi açısından eski, bizim açımızdan yeni olan faşizme karşı mücadele araçları ve örgütlerini inşa edemeyenler yok olacaktır. Doğru konumlanamayan hiçbir güç, iktidarın tasfiye saldırısına karşı dün olduğu gibi davranak varlığını sürdüremeyecektir. Ya da “ölü taklidi” yaparak, açık hiçbir mücadelede, ringin içine girmeden, etrafında dolanarak varlığını koruduklarını düşünen siyasal yapıların bu işin sonucunda devrimci kelimesinin sadece – d – sini kaybettiklerini düşünerek geri kalan evrimci kelimesi ile mutlu olma hakları vardır.
Clara Zetkin 1923’ de “Faşizm Rusya’da başlamış devrimi devam ettiremediği için proleteryanın çekmek zorunda olduğu bir cezadır.” der. Bu cümle günümüz Türkiye’ sinde, faşizm, Haziran Ayaklanması’nı devam ettiremediğimiz için çekmek zorunda olduğumuz bir ceza olarak yorumlanabilir. Halk hareketlerinin böylesi yükselişte olduğu dönemler bir üst aşamaya evriltilemezse, geri çekilmeden oluşan her türlü boşluk faşizm tarafından doldurulur. Ve iktidarı hedeflemeyen her türlü siyasal demokrasi mücadelesi, “sivil toplumculuk” vb. anlayışlar kaybeder, sadece o günlere öykünen ‘haziran karikatürleri’ olur. 11 Haziran direnişi Türkiye Sol Hareketi’ne giydirilmeye çalışılan düşük düzey solculuk gömleğini yırtıp atma pratiğidir. O gün yırtılan gömlek iktidar gücüne karşı, özgürlük gücünü doğurmuştur. Türkiye Devrimci Hareketi bu pratiğe haizdir, buzu kırma, yolu açma öncülüğüne sahiptir. Bugün sol yelpazede yer alan tüm örgütler birleşik bir cephenin zorunluluğunu kaydetmekte. Peki nasıl? Ne zaman? Kimlerle? Tek başına çağrılar, niyet aktarımları yeterli mi? Elbette değil. Öznesi olmayan bir cümlenin eylemi olamaz. Ancak bir eylemde birden fazla özne olabilir. Faşizmle mücadelenin kaçınılmaz metod ve zor araçlarında anlaşanlar ortak konumlanmaya, başlayabilir. Devrimci taaruz çizgisini, olanaklarını ortaklaştırarak Birleşik Devrim Hareketi’ne evriltebilir. Bu hareketin bayrağı sosyalizmin kızıl bayrağıdır. Seçim ittifaklarını, kitle numayişlerini aşan stratejik bir ortaklaşmadır. Merkezine böylesi bir strateji alarak yola koyulan lokomatifin büyük başarılar sağlayacağı, faşizme karşı mücadelede kitlelere yol göstereceği görülecektir. Kitleler, 15 seçim yapan AKP’nin seçimlerde kaybetse dahi gitmeyeceğini gördü. Buna rağmen bugünden başlayarak erken yerel seçim tartışmaları yapmak, halen çürük tahtalar üzerinde yürümekten başka bir anlam ifade etmez.Seçimler, cepheler, bloklar, ittifaklar taktik meselelerdir. Doğru bir strateji işletiyorsanız ancak buna bağlı taktikler belirleyebilirsiniz. Örneğin 24 Haziran’da sandıktan AKP çıkmamış olsaydı o gün kutlama yapan silahlı çeteler ve kolluk kitlesel olarak sokağa çıkıp seçimleri gayri meşru ilan etseydi, gece sandıkta tutanaklarla korunduğu iddia edilen oylar, sokakta yine tutanaklarla mı korunacaktı?
Bu soruya verilecek yanıtlar aynı zamanda stratejik bir hazırlığın da cevabıdır. Ve bu soruya aynı ihtiyaçlarla yanıt verenler faşizmin ve onu destekleyen sermayenin korkulu rüyası olacaktır. Çemberin dışına çıkan her güç, küçük dahi olsa sarsıcı bir nitelikle onun “yenilmezlik” zırhını hedef alacaktır.
Bir Afrika sözü “Müzik değişince, dans da değişir.” der. Müzik değişti.
09.07.2018