Devrimciliğin Beş Şartı…
“Devrimcilik gönüllülük işi” demişti Dev-Lis’ li yıllarımızda, bizden yaşlı bir yoldaşımız. Bir bakıma gönüllü olmak karşılıksız bir davaya, bir kavgaya mekanikleşmeden, meslek edinmeden şevkle sarılmaktır. Elbette devrimci mücadeleyi seçmek bir tercih ve gönüllülük işiydi. Mesele lafzi yaklaşımlar için halen de gönüllülük işi olarak kabuledilebilir.
Ancak dünyayı değiştirmek için yorumlayanlar açısından devrimcilik insanının insan tarafından sömürülmesine son verme iradesini taşır ve halen süren bu kulluk dünyasını değiştirme eylemi, zorunluluklar gerektirir. Hele ki çürümüşlüğün ve düşürülmüşlüğün hakim kılındığı bu günlerde devrimcilik insan olmak ve insan kalabilmek için zorunluluktur. Değiştirmenin olmazsa olmazı savaşmaktır. Bir şeyi değiştirmek onunla yanyana durmadan, ona benzemeden, ondan koparak, onun tam karşıtı olarak savaşmaktan geçer. Devrimciliğin birinci şartı savaşmaktır.
Sınıflı toplumlarda sömürücü sınıfların iktidar gücü ilkel ya da modern farketmez devlet gücünden gelir. Devlet organize bir tahakküm aracıdır. Yani rıza üretiminden, zor aygıtlarına kadar örgütlü bir baskı aracıdır. Bu organize olmuş kötülükle savaşmak ancak örgütlenmiş kitlelerin savaşımını gerçekleştirebilecek, organize ve öncülük eden bir parti – örgüt ile gerçekleşebilir.
Devrimciliğin ikinci şartı örgütlü – partili savaşmaktır.
Her savaş karşıtını yenmek ve yıkmak için yapılır. Savaş bir plan işidir, Savaş Sanatı’nda Sun Tzu binlerce yıl önce bu gerçekliği önümüze serdi. Neyle savaştığını yani düşmanının niteliğini analiz etmeden, nasıl savaşacağını planlayamazsın, savaş önce planlarda sonra alanlarda kazanılır. Devrimciliğin üçüncü şartı planlı-programlı bir parti ile savaşmaktır.
Yıkmak bir kere devrimci ise kurmak iki kere devrimcidir. İnsanlar güzelliği bilmeden kötülüğü tarif edemez. Başka bir deyişle dinler cenneti hayal ettirmeden, sadece cehennemi anlatarak “iman” ettiremezler. Toplumların değişim isteği ve bunun için savaşma iradesi sadece daha iyisinin olduğuna inandıklarında mümkün olur. Halen insanlığın biricik kurtuluş yolunun komünist bir dünyadan geçtiğini ve bunun nasıl gerçekleştirileceğini somutlayarak müjdeleyen bir kuruculuk ihtiyaçtır. Devrimciliğin dördüncü şartı sınıfsız sömürüsüz sınırsız bir dünya programına sahip, planlı bir parti ile savaşmaktır.
Ve devrimciliğin beşinci şartı hayatını devrime adamış, onun ihtiyaçlarına göre konumlanmaya hazır, sistemin sınırlarını aşan, gelecek toplumun öncü kişiliği olmayı zorunlu kılar.
Buraya kadar yazdıklarıma neden olan konu ne devrimciliği formule etme çabası ne de devrimciliği bir kalıba sokarak içindekiler ve dışındakiler diye ayırma çabasıdır. Zira bu yaklaşım hem yazının konusu olan öncü devrimcinin mütevaziliğine, hem de onların devrimciliği masabaşı tanımlamalardan alıp, ateş hattının içinde yeniden anlamlandırma çabalarına haksızlık olur. Yukarıdaki tanımlamaları ölümsüzlüğünün ilk yılında resmine bakarken kulağımıza fısıldıkları olarak okuyalım. Sadece ek bir tarif yapmak gerekirse, bir devrimci sistem hastalıklarından azade değildir. Devrimcilik hiç kimse için bitmiş, tamamlanmış bir süreç değildir. O nedenle devrimci kalabilmek aynı zamanda kendi içinde de sınıf savaşımını sürdürmekten, her gün yeniden yeniden üretmekten geçer. Devrimcilik tarihin bir yerinde hak edilmiş ve sonrasında tüm yaşamı boyunca kullanılan bir paye değil aksine güncel bir meseledir. Bugün ile ilgilidir. Yarınını belirlerken bugün attığın adım, takındığın tavırdır. Son yaptığın eylemin hangi sınıfın çıkarına hizmet ettiğidir. Siyasi tarih çok sayıda “kararlı” devrimcinin düşman tezgahlarında teslimeyete düştüğüne, çok sıkı “örgütçülerin” liberalizme yelken açtığına, Leninizmi “aşma” iddialarının tasfiyeciliğe çakılmalarına tanıklık etmiştir. O nedenle “devrimcilik”, komünar kişilik sadece ölümsüzlere layıkdır. Çünkü onlar son eylemlerini devrimci saflarda, partiye hizmet ederken gerçekleştirmişlerdir. Artık onların yanlış yapma riski yoktur. Kadro kriterlerini, komünarcılığın çıtasını onlar çizmiştir. Geriye kalanlar o kimliğe ulaşma çabasıdır. Bu kavganın sempazitanlarıdır.
Öncü Komünar…
Gökhan Taşyakan…
Parti sicilindeki adı Ulaş Adalı
1996-1997 yıllarında Dev-Lis’ te demokratik lise için sürdürdüğü mücadeleyi, halkların birleşik devrim mücadelesine taşıyarak devrimci savaş alanlarında ölümsüzleşti. YÖK protestolarından, NATO karşıtı direnişlere, Gezi barikatlarından, Kobane’nin özgürleşmesine kadar nerede beklendiyse orada oldu. Her alanın kurallarına uygun araçları kullandı. Tarih onu akademik demokratik mücadelede kalem tutarken de, zulmün barikatlarını taşlarken de, Kobane’de IŞİD barbarlarına karşı dillerini bile bilmediği bir halkın yanında sokak sokak savaşırken de, özgür alanlarda yanında AK-47 si ile bir devrimin kurmaylığında yer alırken de resmetti. Devrimciliğin gerekliliğini yaptı nerede olursa olsun zulme karşı savaştı. Gezi Ayaklanması’nda barikat başlarında dövüştü. Kitle ayaklanmalarının başarıya ulaşmasının biricik yolunun yeni bir savaş partisinden geçtiğini gördü. Bir savaş örgütünün ve yeni bir komünarcı partinin kuruculuğunda yer aldı. Stratejik devrim planlarının oluşmasında üretimler yaptı. Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluş ilanında masadaydı. Nasıl bir sosyalizm, nasıl bir insan sorusuna cevaplar aradı. Yaşamını partinin ihtiyaçlarını göre konumlandırdı, ömrünü devrime adadı.
Savaş alanlarında mavi gözlerini gökyüzünün mavisine odaklayarak göğü fethe çıktı. Gökyüzünün maviliğinde artık onun gözleri vardır.
Kobane günlerini kaleme aldığı yarım kalan romanında;
“Oysa sessizliği parçalamak geçiyor içimden. Bir yağmur başlasa diyorum, yüksek volumle bir gök gürültüsü delse, gecenin karanlığını.”
ifadesi verili duruma güçlü bir itirazında sembolüdür. Tıpkı 71 direnişçilerine atfen “Onlar karanlığı yırttı, aydınlığı biz getireceğiz” olarak söylenen cümlelerdeki gibi ihtilalci bir çizginin devamcısı olarak rol aldı. 71 direnişçiliği kendi sağından medet uman karanlığı yırttı. Devrimci dayanışma için canlarını feda etme geleneğini yarattı. Ulaş Adalı ve kurucusu olduğu parti; 90 yıllardan başlayarak gelen yasalcı protestocu sessizliği parçalamak ve enternasyonalizmi destek açıklamalarına indirgeme anlayışını dağıtarak yeni bir romanın önsözü oldular.
Gök gürültüsü oldular, bir yağmur başlattılar. Üzerimizdeki eski düşük düzey elbiseleri bu yağmur sularıyla ıslattılar. Zafere biçilmiş yeni gömlekleri yanı başımıza astılar. Ulaşın romanını tamamlamak edebiyatçıların değil, savaşçıların işidir.
Onlar önsözü yazdılar, son sözü parti yazacak…