Kadın - LGBTİQ+

Ş. Özge Bali: ‘Militarizmin Sarmaladığı Hayatlar(ımız)’

27 Nisan 2017 tarihinde Dar Azza’da 4 BÖG savaşçısı cihatçı çetelere karşı savaşta ölümsüzleşmişti. Ölümsüzleşenlerin arasında 26 Temmuz 1995 doğumlu Birleşik Özgürlük Güçleri Meryem Güler Müfrezesi komutanı ÖZGE BALİ’nin (İDİL GÜLER) 2013 tarihinde ‘Kadınların Kurtuluşu’ dergisine yazdığı “Militarizmin Sarmaladığı Hayatlar(ımız)” başlıklı yazısını doğum günü vesilesiyle paylaşıyoruz.

MİLİTARİZMİN SARMALADIĞI HAYATLAR(IMIZ)

İnsanlık tarihinin gelişmesi, toplumların ve oradan da devletlerin oluşmasıyla birlikte ülke ve halk güvenliğini sağlamak peyderpey önemli bir mesele haline gelmiştir. Diğer devletleri zor ya da herhangi bir yolla yıkan devletler yeni kurdukları devletlerin bekası için üst düzey güvenlik sistemleri yaratma gereksinimi duymuşlardır. Eskiyi yıkan yeniyi kuran devletler, yıktıkları eski devletin yıkılış tarzında ki zor ve askeri sistemlerden feyz alarak öncekinden daha sağlam ama bu sefer daha sistemli askeri birlikler yaratma gayesi gütmüşlerdir. Militarist, düzenli askeri sistemlerin ilk nüveleri sayılabilecek Mete Han’ın erkeklerden oluşan 10’luk askeri sistemi oluşturmasıyla başlayan erkek ordu anlayışı bugünkü modern toplumlarda var olan askeri sistemlerde devamlılığını sağlamış  ve kendini yeniden üretmeye devam etmiştir.

17.yy ile 18.yy’da Ortadoğu ve Avrupa’da ki askeri birlikler genelde bir meslek biçimi yada vergi muafiyeti karşılığında yapıldı. Bu yöntemler zamanla devletlerde nakit sıkıntısı ve savunma da yetersizlik gibi sorunlar çıkarmaya başlayınca  ilk önce Fransa’da görülen 8 yıl süren zorunlu askerlik uygulaması getirildi. Fakat uzun süren bu askerlikler sonucunda iş gücü pazarından uzakta kalan orta sınıf erkekler kendileri yerine başkalarını askere göndermeye başladılar. Böylece orduda deneyimsiz ve tecrübesiz bir kesin oluşmuş oldu.1814 yılının Eylül ayında Prusya’nın yaşadığı yenilgilerden sonra Zorunlu Askerlik Kanununda değişiklikler yapıldı. 1 ila 3 yıl arasında düzenli orduda görev yapacak erkekler alındı. Prusya’nın kazandığı zaferlerden sonra bu sistem Osmanlı ve başka Avrupa ülkelerinde de uygulanmaya başlandı.

Önceden maddi bir karşılığı olarak veya meslek şekli olarak yapılan askerlikler bu yıllardan sonra herhangi bir karşılığı olmadan askerliklere dönüşür. İşte militarist sistemin cinsiyetçileştirilmiş politikaları bu noktadan sonra ulus devletlerde belli strateji ve planları gerekli kılar. Artan savaş gerçekliği ile  birlikte artan asker alımlarında herhangi bir karşılık vaat etmeden  erkekleri orduya alabilecek, cephe gerisinde de anneleri, eşleri, kız kardeşleri beklemeye ikna  edebilecek güçlü söylemler kurar. Modern devletlerde milliyetçilik, vatanseverlik gibi kavramlarda ulus bir aileye benzetilir ve bu aile de kadın, savaşçı erkeklere destek olan  konumda cephe gerisinde bekler. Erkeklere vatanı korumayla kadının korumanın eşdeğer şeyler olduğu söylenir. Erkeklere vatandaşlık görevi olarak silah kullanma, askere gitme görevi verilirken kadına ulus devletler için yeni askerler doğurarak devletin biyolojik üreticileri  olma görevi, savaşa oğlunu feda etmesini ve bu kültürü yeniden üretip aktarmasını  vatandaşlık görevi olarak belirler. Militarist sistemin cinsiyet ilişkilerine eklemlendiğinde ürettiği algı erkeğin vatandaşlık görevinin yüceltilmesi için erkeği destekleyen ve her gün yeniden hatırlatıp  üreten bir ideal dişiliğin inşası olmadan başarılamadığıdır.

Militarist sistem kadınlardan kimi zaman cephe gerisinde beklemesini savaşın destekçileri olmasını isterken kimi zaman da ordu içinde yardımcılar olmasını ister. Özellikle savaşta eşlerini ya da oğullarını kaybetmiş kadınlar işsizlik nedeniyle en çok kutsallaştırdıkları ordularda hizmetçi, aşçı, hemşire gibi meslekleri yapmak durumunda kalırlar.  Böylece kız kardeşleri, eşleri, anneleri uzaktan yöneten ordu içinde ki erkekler, içerden de denetlenen değersiz kadınlar oluşturmuş olurlar. Askerlerin en temel ihtiyaçlarını karşılamak için orduya alınan  bu kadınlar sadece hizmet etmekle kalmaz aynı zamanda ordu içinde ki erkek hegemonyasının da inşasını yapar.  Erkeğin sürekli silah kullanması, savaşması yüceltilirken askerin dikiş dikmesi, bulaşık yıkaması  bu kimliğe ters düşeceğinden bu işleri yapmak üzere kadınlar orduya dahil edilir. Böylece erkek geleneksel rollerinden  bağımsız yaşamayacağı için hem bu inşa sürecinde kendi erkekliğini tekrar yenilemiş olur hem de moral motivasyonunu arttırmış olur. Askeri eğitim süreçlerinde askerlerin moral ve motivasyonunu arttırma da  ve hegemonik  erkeklik aşılama da kullandıkları önemli bir alanda askeri fuhuş alanlarıdır. 10.yy’dan beri kadın bedeni yabancı askerlere sunulmaya başlanmıştır. 2.Dünya savaşında ise 20.000’den fazla kadın askerlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda bırakılmıştır.

Askeri eğitimler de  askere dişilikle özdeşleştirilen zayıflıktan, bağımlılıktan nefret emesi aşılanır. Düşman ise ele geçirildiğinde zayıf ve bağımlı olacağından yani dişil özelliklere  sahip olacağından düşmanı fetheden güç ise eril anlam kazanır. Bu da güçlü erkek askerin dişilikle özdeşleşen her şey üzerinde hakimiyet kurmasına izin verir. Buna kadın bedeni de dahil olur.

Kısacası militarizm sadece savaş ve askeri politikalarla yürümeyen bir süreçtir. Toplumsal cinsiyet bağlamında incelendiğinde de geleneksel cinsiyet  rollerinden  bu rollerin ilişkilerine kadar kendini her seferinde yeniden ürettiği görülür.Savaşın ülke ve insanların kurtuluşu için kaçınılmaz olduğu hissiyatını eril öğelerle dayatır ve bunu sağlayabilmek için ürettiği ideolojik bağlantılardan duygusal bağlantılara kadar tüm pratikleri kapsar.

ÖZGE BALİ

Paylaşın