Dünya emperyalist sistemin büyük bir kriz içerisinde olduğu gerçeği bugün daha net bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Uluslararası kapitalizmin geleceği açısından sistemin büyük bir kriz yaşadığını görebilmek gerekiyor. ABD, Avrupa ve Batı emperyalizminin hegemonya alanındaki bütün coğrafyalarda büyük bir ekonomik krizin etkisi kendini güçlü bir şekilde hissettirmektedir. ABD emperyalizmi dünya planındaki hegemonik gücünde bir zayıflamaya girdiğini görebiliyoruz.
ABD ve müttefiklerinin, Rusya’ya karşı bir saldırı olarak başlattığı Ukrayna tahkimatı ve beraberinde gelişen savaş süreci yılları geride bırakırken, ABD ve müttefikleri açısından sürdürülemez bir duruma gelmiş bulunuyor. ABD ve Avrupa arasında Ukrayna’ya verilecek destek konusunda ciddi bir açı farkı oluşmuş bulunuyor.
Rusya birçok iç çatışma yaşasa da ABD ve müttefiklerinin karşısında yıkılmadan durmuş ve Ukrayna’daki faşist odakları ve NATO işbirlikçi güçleri yenilgiye uğratacak pozisyona gelmiştir. ABD emperyalizminin yeni odaklandığı düşman Çin Halk Cumhuriyet’idir. Çin, dünyanın gelişen ekonomik gücü olarak içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde güç kazanan, zinde bir güç görüntüsü vermektedir. ABD ise daha önce hakim olan bugün içinse zayıflayan bir güç konumundadır.
Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan sınır çatışmaları emperyalist dünyanın içinde bulunduğu savaş konjonktüründen bağımsız düşünülemez. ABD ve Batı emperyalist bloğu Hindistan’ı desteklerken, Çin Pakistan’ı desteklemektedir. Bu yönüyle dünya planında gelişen her çatışma beraberinde bir dünya savaşı konjonktürünün gerilim ve sarsıcı prizmasından kırılarak daha büyük çatışmalar şekline dönüşme olanaklarını taşımaktadır.
Yine, ABD emperyalizmi, bir takım zayıflamalar yaşasa da dünya planında hamle yapabilme ve oyun kurabilme pozisyonunu devam ettirmektedir. Bu yönüyle süper güçlerin kısa sürede pozisyonlarını tamamen kaybetmeyeceklerini onların gerilemelerinin bir süreç dahilinde olacağını görmek gerekiyor.
Bu yönüyle Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde İsrail ve Batı emperyalizminin büyük bir hareket üstünlüğü yakaladığını görmek gerekmektedir. Özellikle Hizbullah’ın zayıflatılması ve Suriye’de Esad rejiminin tasfiyesi sonrasında gelişmeler buna işaret etmektedir. İsrail Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de ve Filistin’de savaşı büyüterek bölgede Siyonist hegemonyayı güçlendirmektedir.
Mevcut Arap rejimleri bu durumdan rahatsız değildir. Birçoğu İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği katliamlara açık ya da örtülü destekler vermektedir. ABD ve İsrail ekseni önümüzdeki dönem açısından olası bir İran saldırısının planlarını masalarında hazırda tutmaktadır. İran’a dönük askeri müdahale mevcut molla rejimi nükleer silah ve bölgesel yayılma konusunda masada istenilen noktaya çekilmediği sürece hep masada olacaktır.
Rojava Devrimi ve sonrasında Kürtlerin elde ettiği kazanımlar Faşist iktidar ve onun desteklediği çeteler tarafından defalarca saldırılara maruz kalmıştır. Rojava Devrimi faşist iktidarın ve onun işbirlikçilerinin bütün saldırılarına rağmen yıkılmamış bu yönüyle faşist Erdoğan rejiminin tasfiye planlarına direnmiştir.
Rojava Devrimi Ortadoğu’da var olan rejimler içerisinde en demokratik ve özgürlükçü sistemi oluşturmaktadır. Bu yönüyle Arap baharı diye adlandırılan süreç sonrasında bölgede yıkılan otoriter Arap milliyetçi rejimler yerine asla demokratik halkçı yönetimler kurulmamıştır. Yeni gelen her yönetim eskisinin ruhuna rahmet okutacak derecek baskıcı, dinci ve işbirlikçi olmuştur.
Suriye’de, Esad rejiminin yıkılması sonrası gelişen süreçte benzer şekilde gerçekleşmiştir. Esad rejimi baskıcı, yasakçı ve otoriter diye ortalığı ayağa kaldıranlar şimdi onun yerine selefi cihatçı bir iktidarı kabul etmektedir.
Bütün bu gelişmeler düşünüldüğünde Rojava Devrimi gerçekten de Ortadoğu’da tek demokratik ve özgürlükçü halk yönetimi olarak dikkat çekmektedir. Bu yönüyle de emperyalizmin ve faşist rejimin kuşatması altındadır. Rojava Devrimi’nin korunması ve bölgedeki yeni devrimci halk hareketlerinin başarıya ulaşmasıyla yaşadığı kuşatmanın kırılması önemli bir hedef olarak kritik bir yerde durmaktadır.
Kürt özgürlük hareketinin Kürdistan dağlarında yürüttüğü gerilla mücadelesi son 10 yıllık süreçte büyük bedeller ödenerek gelişmiş ve bu günkü seviyeye ulaşmıştır. AKP-MHP faşist ittifakı yaşanan 10 yıllık savaş sürecinde bütün olanaklarını kullanarak Kürt özgürlük hareketini ve onunla ittifak halinde olan Türkiyeli devrimcileri en ağır şekilde hedef almış ve onları tasfiye etmeye çalışmıştır.
Birleşik devrim hareketi böylesi bir süreçte kuruldu ve gelişti. Esasen faşist iktidarın bütün saldırıları karşısında birleşik devrim hareketi güçlü bir direniş göstermiştir. Bugün gelinen aşamada faşizm cephesinden bir takım geri adımlar atılıyorsa bu esasen birleşik devrim güçlerinin kararlı mücadelesi sayesinde olmuştur.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı için emperyalizmin içinde bulunduğu kriz ülke içerisinde daha yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Dünya kapitalizminin krizi Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin hayatına daha acımasız bir şekilde yansımaktadır. AKP-MHP iktidarının 10 yıllık savaşta yürüttükleri kirli savaş politikaları artık sürdürülemez duruma gelmiş bulunmaktadır. Ekonomik açıdan Türkiye ekonomisi tarihinde az görülen bir krizi yaşamaktadır. Artan enflasyon ve hayat pahalılığı emekçi sınıflar saflarında öfkeyi derinleştirmektedir.
AKP-MHP iktidarı içinde bulunduğumuz tarihsel anda büyük bir meşruiyet kriziyle karşı karşıyadır. Türkiye emekçi halkının büyük bir kesimi açısından artık iktidarın meşruiyeti tartışma konusu hale gelmiş bulunuyor. Rejimin attığı baskıcı hamlelerin hiç biri iktidarın istediği sonuçları üretmemektedir.
Son olarak gerçekleşen yerel seçimlerde büyük bir yenilgi yaşayan iktidar devlet aygıtının olanaklarını kullanarak muhalifleri gözaltın almakta ve tutuklama ile sindirmeye çalışmaktadır. 19 Mart sonrasında gelişen gözaltı ve tutuklama terörü esasen iktidarın içinde bulunduğu zayıflama durumu ve hegemonya kaybının önüne geçmek için yaptığı müdahalelerdir. Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptal edilmesi ve sonrasında tutuklanması AKP-MHP faşizminin devlet aygıtının olanaklarını kullanarak kendisine muhalif kesimleri sindirme ve zaptu rapt altına alma pratiği olarak görmek gerekiyor.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi önemli bir eşiğe gelmiş bulunmaktadır. AKP-MHP faşizmi askeri yöntemlerle Kürt özgürlük mücadelesini yenilgiye uğratma ve tasfiye etme konusunda başarısız olmuştur. Son olarak Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile gelişen süreç esasen devletin Kürt halkını muhatap almak konusunda bir mecburiyet içinde olduğunu göstermektedir. Devlet cephesinden Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Kürtlerin elde edebileceği yeni kazanımlar karşısında Türkiye’de Kürt sorununda belirli adımlar atılmak zorunda kalınmıştır.
Burada özellikle Kürt özgürlük hareketinin süreçten kazanımla çıkması ve tasfiye saldırılarını boşa çıkarması önemli bir gelişme olacaktır. Emperyalizmin bölgede girdiği yeni süreç bölgesel anlamıyla Kürt mücadelesine yeni fırsatlar yarabilir. Bu durumun önünü almak için Türkiye devleti tarafından atılan adımlar esasen Kürt özgürlük mücadelesini zayıflatma ve bir yenilgi durumunda sonlandırma hamlesidir.
Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi ve geldiği boyut düşünüldüğünde özellikle Kürt özgürlük mücadelesinin elde ettiği kazanımların gerisine düşmeyerek daha güçlü kazanımlar elde etme imkanı mevcuttur. Türkiye toplumsal muhalefeti açısından 19 Mart sonrası gelişen anti faşist halk hareketi önemli bir dinamizm yaratmıştır. Son olarak 1 Mayıs alanlarında da bu coşku ve militan duruş kendisini göstermiştir.
Sokaklarda ortaya çıkan devrimci militan hareket önemli bir ivme yaratmıştır. Kitlelerde ortaya çıkan “kurtuluş sandıkta değil sokakta” propagandası önemli bir bilinç sıçramasına işarettir. Devrimci siyaset olarak bu ileri kazanımları sahiplenmeli bu temelde kendimizi daha güçlü bir şekilde örgütlemeliyiz. Faşizmin artan saldırıları karşısında sokakta militan bir mücadele hattını örmek önemli bir yerde durmaktadır.
Bu mücadele hattı esasen devrimci, enternasyonalist ve sınıfsal bakış açısına sahip bir mücadele hattı üzerinden örülmelidir. Devrimci olmalıdır zira düzen içi anlayıştan kopmuş militan bir mücadele hattı geliştirmelidir. Devrimci siyasetin Kasım Atılımı ile birlikte elde ettiği örgüt tarzını ve mücadele hattıyla uyumlu bir zeminde gelişmelidir.
Enternasyonalist bir temelde gelişmeli ve Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarının özgürlük mücadelesinin yanında yer almalıdır. Sınıfsal bir bakış açısına sahip olmalıdır. İşçi sınıfı başta olmak üzere emekçi sınıfların özgürlük ve hak mücadelesiyle bulaşan bir mücadele hattına sahip olmalıdır.
Zamanın çok hızlı geliştiği ve olayların seyri içinde bu zamana müdahale etmekte zorlandığımız bir dönem içerisindeyiz. Bu yönüyle devrimcilikte ve devrimci siyaseti örgütlemekte ısrarcı olmak zorundayız. Küçük büyük iş ayrımı yapmadan devrimci yaşamın bütün görevlerini en doğru şekilde yerine getirmek bizlerin sorumluluğu olmalıdır.
Karşı devrimci güçlerin hegemonyalarını en sert şekilde inşa etmeye çalıştığı bir tarihsel bir dönem içerisindeyiz. Bu dönemde sosyalizmin kararlı bayrağını yükseltmek karşı devrime karşı uzlaşmaz bir şekilde devrimciliğin, enternasyonalizmin ve sınıfsal bakış açısının bayrağını yükseltmeliyiz.
Tarih ve sınıf mücadelesinin çarkının geliştiği ve gelişirken denklemlerin de değiştiği bir dönem içindeyiz. Bu dönemde devrimcilikte, örgütlülükte ve militan mücadele hattında ısrar etmeliyiz.
Bu temelde yaklaşan ölümsüzler haftası vesilesiyle, başta önderimiz Ulaş Bayraktaroğlu ve bütün ölümsüzlere sözümüz; devrim ve sosyalizm mücadelesinde en kararlı bir şekilde yer alacağız, onların çizdiği özgürlük gücü yürütücü olma pratiğimizden bir gün bile vazgeçmeyeceğimizdir.
Bölgesel anlamda anti-emperyalist, devrimci ve sosyalist mücadele dinamiklerini geliştirmek ve bunların birbirleriyle ittifakını örgütlemek bizler açısından kritik bir öneme sahiptir.
Adım adım içine girdiğimiz 3. dünya savaşı konjonktüründe, anti-emperyalist, anti faşist ve anti siyonist mücadele dinamiklerini güçlendirmeli ve onların başarısı için seferber olmalıyız.