Çok açıktır ki sol açısından ilginç bir seçim yerel süreci
yaşamaktayız. Sol adına sürdürülen polemiklerin neredeyse bütünü “CHP+İyiParti
ittifakına oy verip vermemekle” ilgili bir çerçevede sürüyor. Türkiye sosyalist
hareketinden, HDP’lilerden en azından metropol kentlerindeki CHP+İyiP’li
ittifaka oy verilmesini isteyen cephe, öylesine şaşkın bir konumdadır ki, 12
Eylül diktatörlüğünün anayasasını reddetmek için Tayyip diktatörlüğüne destek
olan “yetmez ama evet”cilerin düştüğü batağın çok daha derinine kendilerini
seve seve atmaktadırlar. Yetmez ama evetçilerin çoğu “bu iktidarın bütün
foyasının ortaya çıkmamış olduğu bir dönemde, yeterli deneyimleri olmadığından
dolayı yanıldıklarını” söyleyerek yanılgılarını kabul ettiler. Ama artık, devletin
fail, AKP+MHP ittifakının tetikçi, diğer sistem partilerinin “bilerek ve
isteyerek yardım ve yataklık” ettikleri katliamlarla dolu bunca “deneyim”
sonrası, günümüzde bu devlet ittifakına herhangi bir konuda destek olmak, artık
“yanılgı” olarak bile adlandırılamayacak bir insanlık suçudur. Bütün sistem
partileriyle Sömürgeci-Kapitalist Devlet İttifakı, “devletin bekası” adıyla
realize etmeye çalıştığı ırkçı diktatörlüğü sürdürebilmek için her türlü
katliam ve zulmü açıktan ve saldırgan gerçekleştirebilmektedir. Hukuk bütünüyle
sistem çıkarlarını şiddet yoluyla korumaya yönelik yeniden düzenlenmiş; devlet
bu amaca uygun olarak yeniden örgütlenmiş; toplum bu yeni oluşuma uygun olarak
silahlı milis güçleri dahil yeniden kurulmaya çalışılmaktadır.
CHP için oy tellallığına çıkmış biri kalkıp, herhangi bir kaynak belirtmeden, CHP’ye oy verme önerisinin “bu konuya kafa yoran kitlenin düşünceleriyle aynı” olduğunu ilan ediyor. Akıl tutulması burada da kalmıyor, hızla ilerliyor: “Bu proje başarılı olursa, yani büyük illeri muhalefet (CHP+İyiP) alırsa, tabii ki Tayyip’in koltuğu sallanacaktır. Fakat bence daha güzel bir şey olacak, seçmen bakacak ki CHP politikayı okuyamıyor, yönlendiremiyor, bu durumda okuyabilen ve duruma göre yeni strateji geliştirebilen HDP’dir (-diye düşünerek-), ‘genel seçimde HDP’ye yönelim artacak inşallah ve bu CHP’den millet kurtulacaktır.”
Bir beyin bu derece zorlandığında patlar. Yani bu açıklama, beynin, kendi üretimi olan aklı bomba olarak kullandığı bir intihar eylemidir. CHP’den milleti kurtarmak için CHP’yi seçip nasıl beceriksiz bir parti olduğunu kanıtlamak??? Gerçekten şaşırmamak mümkün değil! Bu devletin kök hücresi, İttihat Terakki mirasçısı, askeri darbe sevicisi ve yakın dönemde çiçeği burnunda “Ülkücü-Bozkurtçu” Kürt düşmanı CHP’yi deşifre etmek için müthiş bir proje!!! Argo sözlüklerin o ünlü jargonu geliyor aklıma: “Ne kullandın abi, bize de söyle de biz de alalım!”
***
Devlete yönelik öfkemizi dillendirirken eleştirimizi sıkça vicdan, ahlâk gibi kavramlarla donatırız. Oysa bir toplumun içinde yer aldığı sosyoekonomik koşulların ürettiği bir kurum olan devletlerin vicdanı da, ahlakı da onu bir araç olarak elinde tutan sınıfların vicdan ve ahlakıdır.
Bu nedenle Alevi kökenli bir siyasal parti liderinin tarihin utancı olan Dersim katliamını ve Alevi halkının kimlik haklarını görmezlikten gelmesi şaşkınlık yaratacak bir olgu değil, ahlaken anlaşılabilir bir durumdur. Halkların barış içerisinde eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşamını gerçekleştirebilecek özgürlükçü çoğulcu demokratik bir dönüşümü değil de kurulu egemenlik olan sömürgeci-sömürücü sisteminin devamını, yani devletin bekasını savunabilen bir muhalefet, elbette bunu gerçekleştirebilecek olan milliyetçi-İslamcı-kapitalist diktatörlüklere biat etmekte bir beis görmez. Daha da ötesi, devletin bekası için ırkçı-faşist partilerle ittifaka girip, demokratik muhalefete yönelik toplama kamplarının oluşturulmasına göz yumar, destek olur. Halkların yükselen özgürlük taleplerini bastırmakta bütün bu zulüm uygulamaları da yetmezse bile bile kendi Anayasa’larını ihlal etmekten kaçınmaz.
Aslında anlatılan bizim öykümüzdür. Ülkemizde politik çirkinliğinin, basiretsizlik ve ilkesizliğin tipik örneği olan CHP, Genel Başkanı’nın ağzıyla şöyle diyordu: “Ben bütün ülkücüleri seviyorum. Ülkücülük ne demektir? Bir insanın ülküsü kadar değerli bir şey olabilir mi? Vatan ülküsü, bayrak ülküsü, insan sevgisi, bütün herkesi kucaklamak.”
Yalan. Günlük dilde “ülkücü” sözcüğü” geleceğe yönelik ülkü, ideal, gerçekleştirilmek istenen hedef” olarak tanımlansa da, “politik anlamda” ülkücülük, geçmişten günümüze kadar kanlı faşist katliamlarıyla tanıdığımız; günümüzde iktidarlarında olan devlet aygıtını da kullanarak Rojava, Ankara, Suruç ve benzeri toplu katliamları gerçekleştiren ve benzerlerini hedefleyen ırkçı-faşist politik bir düşünce ve bunun cinayet örgütünün mensubu olmaktır. Günümüzde bu, “MHP, AKP, İyiP, Perinçek gibi ırkçı, sömürgeci, kapitalizm savunucusu, emperyalizmle işbirlikçi olan, faşist hareketin aktivist kanadının” destekçisi olmak demektir.
***
Bir ülkede komünistlerin üstlendikleri görev proletaryanın ideolojik ve fiili önderliği altında, ezilen halklar ve emekçilerin kurtuluşunu da gerçekleştirecek bir devrim yapmaktır. Burjuva devlet biçiminin hangisi olursa olsun, stratejik ya da taktik dönemsel zorunluluklara dayandırılarak bu temel görev özünden saptırılamaz.
Elbette farklı koşullarda izlenecek ittifak politikaları farklı olacaktır. Örneğin açık işgal durumunda burjuvazi dâhil ulusu oluşturan bütün toplumsal kesimlerin işgale karşı birlikte mücadelesi mümkündür. Bu nedenle fiilen sömürge statüsü altında sömürgecilerin işgali altında olan Kuzey Kürdistan’da Türk devletine karşı yaklaşık kırk yıldır sürdürülen özgürlük mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir. Bu nedenle Türkiyeli komünistlerin, (emperyalizme ve sömürgeciliğe destek olmadığı sürece) sınıfsal bileşimine bakmaksızın Kürdistan özgürlük mücadelesine destekleri haklı ve gereklidir. Ancak Türkiye devriminden söz edildiğinde Türkiyeli komünistlerin görevi, egemen sınıfların elinde olan kendi sömürgeci-kapitalist devletlerini yıkmak ve proletaryanın çoğulcu demokratik devletini kurmaktır.
Bu mücadele sürdürülürken elbette sistemin devleti muhalif komünistler ve ittifaklarına kıyasla görece güçlüdürler. Ama kazanmanın ihtimal dâhilinde olmadığı durumlarda da temel görev devrimin örgütlenmesi ve bu mücadelenin devrimci ittifaklar üzerinden sürdürülmesidir. Sistemin bir partisinin iktidarını engellemek için aynı sistemin diğer partilerini desteklemenin bu nedenle bir mantığı olamaz.
Komünistler mücadelelerini doğru tanımlanmamış “düşmanımın düşmanı dostumdur” gibi anlayışlarla sürdürmezler, sürdürmemelidirler. Bir mafya örgütünü yıkmak için aynı işleri yapan başka bir mafya çetesiyle ittifak yapmanın anlamı olamaz. Çünkü biliriz ki, bu ittifakla kazanan galip mafya çetesinin yapacağı ilk iş (aynen AKP ve çetesinin yaptığı gibi) önce kendi ittifaklarının kendi rakibi haline dönüşmesini engellemek için onları temizleyerek gücünü büyütmek olacaktır.
Anlatılanların programla ortaya çıkan, bu programı koruyan bir tüzükle faaliyet sürdüren siyasal örgütlere ilişkin tanımlar olduğunu unutmamak gerekir. Elbette her siyasal partinin kitle tabanında partisinden farklı düşünen bireyler de olabilir. Ama bu bireylerin kazanılmasına yönelik siyasal çalışmalar, siyasal gerçekliğin deşifre edilerek onların da devrim ya da sistem muhalifi saflarına çekilmesine çalışmak biçiminde olacaktır.
***
Yakın zamanda sevdiğim ve saygı duyduğum bir Kürt düşünürü olan sayın Tarık Ziya Ekinci’nin bu güncel tartışmalara katılımı da açıkçası beni hayli şaşırttı. Sayın Ekinci “duygusal açıdan yaklaşmak istersen CHP’ye oy vermek aklı başında hiçbir Kürt’ün, hiçbir HDP’linin yapmayacağı bir iştir. Çünkü CHP de açıkça AKP’nin milliyetçi, ırkçı politikasını izlemektedir… Aralarında hiçbir fark yok. HDP’ye karşı tutumunda da çok net bir şekilde HDP’yi itici, dışlayıcı, kriminalize edici bir politika izlemektedir. Şimdi bu politikayı izleyen bir siyasi partiye herhalde Kürtler sempati beslemezler. Ben şahsen gidip CHP’ye oy vermeyi kendim için zül telakki ediyorum.”
“Ama gidip vereceğim. Başka yapacağım bir şey yok” diyor ve şöyle noktalıyor: “Bu düzen için bugün hem HDP hem de aklı başında Kürt seçmenler oylarını muhalefete vermek zorundadırlar. Başka çareleri yoktur.” Tezinin bir kanıtı olarak da 1977 CHP’sinin seçim başarısını gösteriyor: “Büyük kentler başta olmak üzere pek çok il ve ilçede belediye başkanlıklarını kazanmıştı. On gün sonra da verilen gensoruyla, 2.milliyetçi cephe yıkılmıştı.”
Sayın Ekinci’nin yazının ilk bölümünde yazdıklarından sonra aklıma ilk gelen şey “bir mücadele çağrısı” beklentisi oldu. Öyle ya, kendisi için zül olarak adlandırdığı bir davranış bir halka nasıl önerilebilir ki? Sözlüklere göre “zül telakki etmek” sözünün anlamı, “bir işin kişiye alçaklık hissi vereceğini kabul etmek” demektir. Ama o buna rağmen “yapacak bir şey kalmadı diyerek” CHP’ye oy vereceğini söylüyor ve Kürtleri ve HDP’yi de bu eylemine davet ediyor.
Kulaklarıma inanamıyorum. Dünya halkları içinde özgürlük mücadelesinde en ağır bedelleri ödemiş olan bir halka yapılabilecek bir çağrı olabilir mi bu? Üstelik bu çağrının gerçekleşeceğine o da inanamıyor: “ Seçmeni, kendisine yönelik faşist duruşa ve faşist adaylara rağmen bu ittifaka oy vermesi pek mümkün gözükmeyen HDP…”
Onca şehidinden sonra bu faşistlere oy veren Kürt gerçekten bunu zül telakki etmez mi? Mehmet Metiner’den Orhan Miroğlu’ndan farkı kalır mı o Kürt’ün. Diyelim ki “büyükşehirlerde aday çıkarmama kararı Millet İttifakı’nda bir silkinmeye” yol açtı. Millet İttifakı denilen şer ittifak da sömürgeci şer ittifakının sopa haline gelmiş havuç sisteminden başka bir şey midir ki önerilebilsin? Akıl tutulması dediğim olay maalesef bu işte!
***
Hayır, ben de AKP ve şürekâsına olduğu kadar CHP+İyiP ittifakına da oy vermeyi “zül olarak” telakki edenlerdenim. Bunu yaptığım zaman sadece çocuklarımın değil torunlarımın da yüzüne bakacak yüzüm olmaz. Hedefi olan Kâbe’ye hac için yola çıkan topal karıncanın, “bu hedefi gerçekleştirmesinin mümkün olmayacağını” söyleyen dostlarına verdiği yanıtı ilke edinmiş bir ideolojik yaklaşımın içerisinden bakıyorum. Ve bir topal karınca da olsam hedefimden şaşmayarak incecik sesimle haykıracağım: “Olsun! Kâbe’ye gidemesem de uğruna ölürüm ya, bu da yeter!”
Böylesi bir mücadele kirlenmemelidir. Zül olacak işlere, kararlara imza atarak bu tarihi kirlettik mi sadece ülkemizde değil, bütün insanlığı utanç içinde biat ederek yaşamaya yönlendirmiş oluruz ki bu tam da sisteme hizmet etme anlayışının kendisi olur.
İbrahim’i yakan ateşi söndürmek için sırtında bir damla suyu taşırken, “o koskoca ateşi bu bir damla suyla mı söndüreceksin” diyerek kendisiyle dalga geçenlere, “tamam, söndüremem belki ama hiç olmazsa hangi saftan olduğum bilinsin!” diyen de bir karıncaydı. Ve 100 yıl sonra topal karıncanın mücadelesinin direnç kaynağı oldu. Mitolojik çağda, tanrıların ateşini çalıp yeryüzüne indiren “ateş hırsızı” Prometheus’u bugün de anmamız, en ağır bedelleri ödeyecek olsak bile “ışık hırsızı” olmak gerektiğini önermesindendir. Kaç bin yıl sonra yazmadı mı Nazım “ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyerek. Köleci toplumun sonuçta yenilmiş olan Spartaküs’ünün devamı değil midirler Kürt ve Türk devrimciler ve özgürlük savaşçıları.
Kendisine hakkındaki ölüm cezası kararını bildiren cellatlarına ““Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” diyen ve yazdığı kitaplarıyla birlikte diri diri yakılarak öldürülen Giardano Bruno bu bedeli ödemeseydi, günümüzün ışık taşıyıcıları akademisyenler, gazeteciler, bilim insanları böylesine çoğalabilirler miydi? Demirci KaWa’nın ateşi değil midir sonuçta NeWroz Ateşi?
Çocuklarımıza ve onların kanlarıyla yazılmış değerli bir direniş tarihi bıraktık. Çünkü bize umut bağlayanlar ilkeli duruşumuza bakarak güvenlerini onlarca yılda bile dipdiri tutarak korudular. Çünkü onların öldürülmelerinde, akan kanda, artan zulümde bu sömürgeci devletin kök hücresi CHP’nin mührü vardı. Çünkü Ermeni soykırımında olduğu gibi Dersim Katliamı’nda da Maraş, Sivas ya da Çorum’da da o “kurucu devlet anlayışı” vardı.
Ödediğimiz bedellerin anıları önünde onurlu bir duruşu sergilemek ve mücadelelerine layık olduğumuzu göstermek için ne AKP ve bozkurtlarına, ne CHP ve bozkurtlarına oy vermeyeceğim.
Sömürgeci ve tekçi devletin inkâr ve imhaya yöneldiği Kürtlerin ve diğer halkların ve inançların kimlik özgürlüğünü kayıtsız şartsız kabul etmeyen; ırkçı ayrımcılığı, şovenizmi açıktan lanetlemeyen hiçbir parti ya da bağımsız adaya oy vermeyeceğim. Henüz seçilmeden icraatı “Kürtlerin belediye binasının önünden bile geçemeyeceği” beyanatı olan ülkücü faşist Mansur Yavaş da; aday olur olmaz Sultan’ı ziyaret eden müteahhit Ekrem İmamoğlu da benden kendilerine beslediğim nefretten başka bir şey bekleyemezler.
Kuzey Kürdistan’da HDP’nin adaylarına; Türkiye’de anti-faşist, anti-emperyalist, anti-şovenist bağımsız adaylara oy vereceğim.
***
Bu yazının başlığı, Avrupaforum internet sayfasından Hüseyin Şenol imzasıyla yayınlanan ve Türkiyeli sosyalistler arasında tartışmalara neden olan “Bozkurtların Kardeşliği” başlıklı yazı başlığından esinlenerek üretilmiştir. Söz konusu yazı önemli ve güzel bir yazıdır. Okumanızı öneririm.