Umut Yazıları

Cemre’den yazılar: Krizin Faturasını Onu Çıkartanlara Ödetelim!

Krizi patronlar çıkardı, faturayı da onlar ödesin!

Ne hava sıcaklığı, ne trafik, ne de güvenlik, halkın tek gündemi doların kaça yükseldiği oldu. Bizi ilgilendirmez, “doları olan düşünsün” tarzı izahatlar ise artık züğürt tesellisi olarak bile kabul edilmiyor. Çünkü herkes biliyor ki doların yükselmesi Türk parasının değer kaybetmesi anlamına geliyor. Asgari ücretli bir çalışan Ocak ayında, bir aylık maaşıyla 427 dolar alabiliyorken, mayıs ayında 361 dolar şu an ise 288 dolar alıyor. Yani dolar yükselirken yaklaşık 40 milyon insanın geçimini sağlayan asgari ücret eriyor, 40 milyon hızla yoksullaşıyor.

Küçük bir azınlık yoğurdun kaymağını yiyor

Türkiye dünyada gelir eşitsizliğinin en fazla görüldüğü 3. ülke konumunda. AKP zengin üretiyor, milyoner sayısındaki artış bunu net olarak ortaya koyuyor. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda milyoner sayısının 8 bin civarında iken Ağustos 2017’de 11 kattan fazla artarak 125 bin 381’e yükseldi. Şu anda ise hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı, bu yılın ilk 2 ayında 2 bin 138 kişi artarak 141 bin 118’e yükselmiş bulunuyor.

81 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bankalarda toplam 1 trilyon 600 milyar lirası var. Bu bir trilyon 600 milyarın, bir trilyonu şu anda yalnızca 140 bin kişinin elinde. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının binde ikisi tüm serveti yiyor kalan 80 milyon 400 bin kişi klan 600 milyarı paylaşıyor. 80 milyon sefalet çekiyor 140 bin kişi sefa sürüyor Bu durum AKP iktidarının yarattığı yağma, savaş ve seçim ekonomisinin, aynı zamanda yıllardır sürdürülen adaletsiz vergi politikalarının sonuçlarıdır.

Para kazananlardan, işçilerden ve yoksul halktan Gelir Vergisi, ÖTV, KDV ve benzeri isimler altında sürekli ve düzenli vergi alınıyor, vergiyi işçiler ödüyor, patronlar yiyor. Zenginlerin ve patronların gelir vergisi vermediğini herkes biliyor.

Gemi su alıyor

ABD ile girişilen at pazarlığı ülke ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğunu ve geminin su almaya başladığını göstermiş bulunuyor. Ülkeyi çiftlik gibi yönetmeye çalışan saray uluslararası ilişkileri de çete mantığı ile kurarak şantaj siyasetini temel almaya başladı. Ver papazı al papazı diyerek açıkça rehine pazarlığı yapanlar aslında ülkede hukuk diye bir şeyin kalmadığını, ülke vatandaşları dâhil herkesin rehine olduğunu göstermiş oldular. Dünyayı güç gösterileri, ekonomik siyasi yaptırımlar ve askeri müdahaleler üzerinden şantaj yaparak yönlendirmeye çalışan ABD emperyalizmi, reisin anladığı dilden konuşunca kürsülerdeki üfürmelerin ateşi harlamaya yetmediği açığa çıkmış oldu. Türkiye ekonomisi ağır ve yıkıcı bir krize doğru sürükleniyor. Krizin ana kaynağını başta özel sektör olmak üzere dış borçlar oluşturuyor. Döviz cinsinden bol keseden yapılan borçlar döviz korkunç derecede yükselince ödenemez hale geldi. Kurdaki yükselme döviz krizini tetiklerken, döviz krizi borç krizini tetikledi sırada ödenemez hale gelen borçların tetikleyeceği banka krizi var. Derinleşen krizin borçlu şirketlerde bir dizi iflası tetikleyeceği ise malumun ilanı olarak duruyor.

Patronlar kendi yükünü halkın sırtına yıkmak istiyor

Olacak olanı özetlemek gerekirse; döviz fiyatlarındaki yükselme eğilimi geri dönülmesi zor bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Dövizi bu kadar yukarı fırlatan ABD ile girişilen at pazarlığı değildir. O sadece ülkenin gerçekle yüzleşmesini sağlamıştır. 17 yıllık iktidar ülkeyi yağmalayıp, sürdürülebilir bir yoksulluk üzerinden inşaata dayalı ekonomi ile kendine yandaş bir zengin tabaka yaratırken, üretimi nerdeyse sıfırlayarak paradan para kazanmanın kolay hale geldiği bir model ortaya koydu. Patronlar AKP dönemi boyunca, gerek devlet ihalelerinden gerekse para hareketlerinden servetlerine servet katarken, milyonlar giderek yoksullaştı. Bu yağma düzeni, geldiği noktada tıkandı ve sürdürülemez hale geldi.

Onlarca yıldır servetlerine servet ekleyen patronlar şimdi de bu borçları devletin yani halkın sırtına yıkmak için çabalıyorlar. Borç yapılandırması adı altında devletin bu borçları üstlenmesini ve ödemesini istiyorlar, yani kendi borçlarını işçilerin ve halkın ödemesini bekliyorlar.

Durumun böyle devam etmesi halinde, Saray ya IMF ile anlaşacak ya da IMF politikalarını anlaşmadan uygulamaya koyarak dışarıdan borç bulacaktır. Devlet bu durumda borç aldığı yabancı bankalara, bu borcu ödeme garantisi vermek zorunda kalacaktır. Bunun anlamını bütün yoksullar bilmektedir. Borcu ödemesi için devletin gelirinin artması gerekir. Devletin temel gelir kaynağı vergilerdir. Patronlar vergi yükünün halkın sırtına yıkılmasını istiyorlar. ÖTV ve KDV arttırılacak, faizler yükseltilecek ve zorunlu tüketim mallarının fiyatları yükselecek. Bunun karşılığı iç piyasa daralırken küçük esnaf hızla iflasa sürüklenecek. Patronlar bu durumda üretimi ya azaltacak ya da topyekûn üretime ara vererek stoklarla yetinecek. Bunun karşılığını ise işçiler ödeyecek ya ücretsiz ve süresiz izne çıkarılacaklar ya da işten toptan kovulacaklar. Halkı bekleyen yoksulluk ve işsizlik olacak. Bu duruma ödenemeyen banka borçları ve kiralar eklenince haciz memurları kapıları çalmaya başlayacak. İşte patronların ve onların hizmetindeki sarayın krizden çıkış projesi budur.

Biz harcamadık biz ödemeyeceğiz

IMF ya da IMF olmadan patronların çözümü geniş halk kitleleri ve işçi sınıfı açısından yıkımdır. Kabul edilmelidir ki krizin asıl sebebi neo- liberal ekonomi politikaları ve bu politikaları uygulamayı esas alan saray hükümetidir. Sebep siyasi ise çözüm de siyasidir. Hiç kimse işçileri ve halkı aynı gemideyiz masalları ile kandırmaya kalkmamalıdır. Yıllardır bu geminin kaptan köşkün de onlar sefa sürerken, halk hep suyun altında yaşamıştır. Nasıl ki yoksul ve zenginin çıkarı aynı değilse çözümü de aynı değildir. Nasıl ki patronlar arsızca hala devletin yani devlete vergi veren halkın bu borçları üstlenmesini istiyorsa halk ve işçiler de krizin faturasını onu çıkaranların ödemesini istemelidir.

IMF politikaları kesinlikle reddedilmeli neo-liberal yıkım politikalarına son verilmelidir. Kamu borçları ödenmemelidir. Onlarca yıldır yoksul halkları borçlandırıp kanını emen uluslararası bankalar ve emperyalist devletlere ödeme yapma yükümlülüğü yoktur. Özel sektör borçları ise halkı ve işçilerin değil patronların sorunudur ve çözüm basittir. Patronlara servet vergisi getirilmeli fabrikaların kapatılarak işçilerin çıkarılması yasaklanmalıdır. Kim borçlandıysa kim harcadıysa o ödemelidir.

Ancak kabul edilmelidir ki bunun için işçi sınıfı ve yoksul halkın örgütlü olması gerekir. Sarayın ve saray polisinin, işçilerin ve yoksulların karşısına patronları korumak için çıkacağı öngörülmeli, onların şer ittifakının karşısına halkların özgürlük ve emek ittifakını dikmek gerekir. Devrimci Parti işçi sınıfı ve Türkiye ezilen halklarının, krizin halkın sırtına yıkılmasına karşı mücadele etmeye, tüm emek demokrasi ve özgürlük güçlerini, devrimci hareketleri yan yana gelmeye mücadeleyi yükselmeye çağırır.

Paylaşın